- 1905 Okunma
- 33 Yorum
- 0 Beğeni
IŞIK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Zeynep, küçük pencereden dışarıya baktı; yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Hava soğuktu. Yaşlı kayınvalidesi ile kocası, ocak başındaki minderlerde, yan yana oturuyordu. Kocası, elindeki maşayla, ocaktaki közü karıştırırken, kayınvalidesi, soğuktan titreyen ellerini ısıtmaya çalışıyordu. Akşam olmak üzereydi, yağmur giderek şiddetini artırıyordu.
Zeynep kayınvalidesine dönüp:
-Göğün dibi delindi galiba ana.
-Tövbe de gelin, tövbe de; çarpılacaksın!
Zeynep sesini çıkarmadan dışarıya çıktı. Abdestlikteki, bakır süt bakracını alıp, inekleri sağmak için dama girdi. Damın toprak çatısı yer yer yağmurdan oyulmuş, oluk gibi yağmur içeriye akmış, damın içerisi su dolmuştu. Islanan hayvanlar huzursuzlaşınca, tasmalarını sağa sola çekerek, kimi ipini koparmış, kimi tasmasını başından çıkarmayı başarmıştı. Bağlarından kurtulan hayvanlar birbirine iyice dolaşmış, ıslak urganlar düğüm düğüm düğümlenmişti.
Zeynep, elindeki bakracı kenardaki yem ambarının üzerine koyup, hayvanların düğümlenen urganlarını çözmeye çalıştı. Ne kadar uğraştıysa da çözemiyor, yavrularını emzirmeye çalışan hayvanların , boynuz darbelerine maruz kalıyordu. Uzunca bir uğraştan sonra, Zeynep’in üstü başı ıslanmış, ineklerin boynuzuna takılan fistanının bazı yerleri yer yer yırtılmıştı. Sonunda, hayvanların dolaşan urganlarını ayırmayı başarmıştı. Yalnız, danalar inekleri emdiği için, inekleri sağmadan, boş bakraçla gerisin geri eve girdi. Soğuktan moraran ellerini ocakta ısıtmak için kayınvalidesi ile kocasının arasına diz çöküp oturdu.
Kayınvalidesi:
-Zeynep, sütü süzüp ocağa koyaydın da öyle oturaydın be kızım.
-Ana, hayvanlar yularlarını koparıp birbirine girmiş; danalar emmiş. Süt yok bugün.
Kocası Zeynep’e döndü. Yırtılmış ve ıslanmış çamaşırlarına bakıp, kaşlarını çattı. Sesinin çıktığı kadar bağırdı:
-Danalar inekleri emmişmiş de, sen ne yapıyordun iki saattir damda ? Şıllık!
-Senin ağzından çıkanı kulağın duyar mı Mustafa; hayvanlar dolaşmış. Urganları çözünceye kadar akla karayı seçtim ben!
-Sen onu benim külahıma anlat; kim bilir kimle fingirdiyordun !
-Ne fingirdemesi, günahımı alıyorsun.
Zeynep’in annesi, Zeynep üç yaşındayken, babası da annesinden bir yıl sonra öldüğü için, Zeynep’i babaannesi büyütmüştü. Yaşlı babaannesi ve iki halasıyla geçmişti bütün çocukluğu. Zor yıllardı Zeynep için o yıllar... Kaderine hiç itiraz etmedi; yazgısının böyle yazıldığını düşünmüştü hep. Katlandı. Ebesi, Zeynep on iki yaşını bitirmeden komşuları Mustafa’ya vermişti.
“Başım gözüm sağken koca evine yerleşsin, kurda kuşa yem olup, ele güne maskara olmasın.” diyordu yaşlı babaannesi. Zeynep’e hiç sormamışlardı, “Mustafa’yı ister misin? Biz sana onu layık gördük” diye. İtiraz etse ne yapabilir, nereye gidebilirdi ? Kimsesi yoktu ki; kabul etmekten başka çaresi de yoktu.
Kabul etmiş ve Mustafa’yla evlenmişti. Evlendiklerinde, Mustafa otuz, Zeynep on iki yaşındaydı. Yapı olarak mızmız olan Mustafa, bir de çevrenin baskısıyla temelli mızmız olup çıkmıştı. Etrafındaki fitneci insanlar, “genç kadına sahip çıkmak zor olur, dikkat etmezsen seni boynuzlar” diyorlardı. Mustafa da bu söylentileri inanıp, temelli göz açtırmıyordu Zeynep’e. Hele beş yıldan sonra olan bebekleri ölünce, Zeynep’e hep şüpheyle bakmaya başlamıştı. ”Beş yıldır olmayan çocuk nasıl oldu? Neden öldü?” Bu sorular beynini kemirdikçe, temelli cehenneme döndürmüştü Zeynep’in hayatını.
Mustafa ile Zeynep evleneli beş yıl olmasına rağmen, hiçbir konuda anlaşamıyorlardı. Beş ay önce bir oğulları olmuş ve daha çocuğun kırkı çıkmadan, sarılıktan ölmüştü. Çocuk ölünce, zaten aksi olan Mustafa’nın aksiliği on kat daha artmıştı. Zeynep’i azarlamak için, her fırsatı değerlendiriyordu. Çocuğun ölümünden sürekli Zeynep’i sorumlu tutuğu gibi, çok zaman çocuğun kendisinden olmadığını da ima ediyordu. Şimdi yoktan yere yine o konuya dönüvermişti. Zeynep damda ineklerle uğraşmaktan canı çıkmış ama bunu kocasına anlatamıyordu. Kocası anlamak istemiyordu. Aynı fikir saplantı olmuştu küçük beyninde. Boncuk gözlerini Zeynep’e dikti, tiz sesinin çıktığı kadar, tekrar bağırdı:
-Zaten çocuğu onun için öldürdün sen… Kırıklarınla rahat rahat buluşmak içinn! Hangi kırığındandı o piç ?
-Allah aşkına ağzından çıkanı duy Mustafa; ben sana ne ettim? Allah’tan kork!
-Daha ne edecen kenef! Şu evin kapısı yok ki, geleni aldın gideni aldın eve, çocuğu nazardan çatlatıp öldürdün. Bu yıl harmanı kaldırınca ilk işim, şuraya bir koca kapı takmak olacak. Bir sürgüleyeceğim arkasından, sıkıyorsa eve birini al bakalımmm! Sıkıysa bir yere git bakalımmm!
Zeynep sinirinden titremeye, kaderine isyan etmeye başlamıştı. Yıllar sonra doğurduğu çocuğunu kaybettiğine yanarken, bir yandan da kocasının saçmalıkları ve saplantılarıyla uğraşmaktaydı. Kocasının kıskançlıkları dayanılacak gibi değildi. Hem kıskanıyor, hem her fırsatta çamur atıyordu. Evlerinin bahçe duvarları, yer yer yıkılmış, avlu kapısı da yoktu.
Mustafa, kışın anasının dizinin dibinde, ocak başında oturur, yıkılan bahçe duvarlarına bir taş koyayım demezdi. Yazın ise, bağ bahçe işlerini, hayvanların bakımını hep Zeynep yapar, Mustafa palamut ağacının gölgesinde uyuklar dururdu. Zeynep’e iş hiç geliyor, koşa koşa yapıyordu; şu dırdırı olmasaydı… Durduk yerde karalama olmasaydı… Oluyordu işte… Kader ağlarını öyle bir örmüştü ki, Zeynep’in gücü yetmiyordu çözüp atmaya. Özgür olmaya.
Kocası hâlâ bağırıyordu. Sokaktan geçenler, kocasına inanacak diye Zeynep’in ödü kopuyordu. Zeynep sinirinden ağlamaya başlamış, ocağa uzak bir köşedeki mindere büzülmüştü. Geçmişini, geleceğini düşünmeye başlamıştı ister istemez. Bütün bedeni, soğuktan ve sinirden titriyordu. “Bir çıkış yolu ver Allah’ım! Aklıma mukayyet ol Allah’ım! Bana yardım et. Sen ki, kimsesizlerin sahibisin, bana da sahip çık Allah’ım!” diye sessiz sessiz dualar etti. Düşündü. Ağladı.
“Bu adam ne zamana kadar bana koca olacak? Ne işime yarayacak, hangi derdime merhem olacak ? Artık çocuğum da yok. Hamile de değilim.” Birden kararını verdi.
“Bu evden gitmelim; ama nereye ? Kimin yanına ?” Yaşlı ebesi Zeynep’i istemezdi. Kocadan geri gelmiş kızı kimse istemezdi bu köyde. Ne bu köyde, ne başka köyde… Bu evde ömür de geçecek gibi değildi. Zeynep kararını vermişti artık. Yavaşça minderden kalktı, kapıya yöneldi. Evden hiçbir şey almadı. Zaten sırtındaki yırtık fistanından başka fistanı da yoktu. Kayınvalidesine döndü:
-Ben gidiyom ana!
Kayınvalidesi, oğlu ile gelini arasında kalmamak için, ocağın başına büzülmüş, konuşmuyordu. Zeynep’in sesiyle kendine geldi:
-Nereye gidiyon gelin?
-Gidiyom ana, nereye olursa gidiyom. Artık bu evde kalamam. Yeter bu kadar karalanmam.
Zeynep kapıyı açıp dışarıya çıktı. Kocası ile kayınvalidesi arkasından bakıp kalmıştı. Doğruca babaannesinin evine gitmişti Zeynep. Önce niye geldiğini anlatmak istemedi. Yatma vakti yaklaştıkça, babaannesi sorular sormaya başlamıştı:
-Mustafa gelmeyecekse ben götüreyim seni. Vakit geç oldu merak eder.
Zeynep babaannesine baktı. Karalı bir ses tonuyla:
-Ben temelli geldim ebe! Bir daha o kapıya gitmeyeceğim. Hiç nefesini düketme!
-Ne demek gitmeyecem! Bi kadının yeri kocasının yanıdır! Beni dellendirme Zeyneppp!
-Ben çok delledim ebeee! Acık da sen dellen; gitmeyecemmm! Şunun şurasında yaza ne kaldı… Avluya bi göz ev yapar, orda dururum ben. Sen hiç tasa etmeee! Kimseye yük olmammm
Babaannesi ne dediyse Zeynep’i kararından döndürememiş, aksine temelli sinirlendirmişti. Bu güne kadar iyice dolmuş olan Zeynep, babaannesine karşılık vermeye başlamıştı. Çaresiz kabullenmek zorunda kaldı babaannesi ama yaza kadar… Yaz gelince Zeynep, at arabasını koşup dereden taş topladı. Kum taşıdı. Avluya bir göz oda yapmak için gece gündüz uğraştı, didindi. Çamurunu bile kendi kardığı evini sonunda kendi başına yaptı. Odanın tavana yakın yerine, derede bulduğu sırı çıkmış aynanın kalan sırını da iyice kazıyıp cam niyetine taş duvarın arasına yerleştirdi duvarı örerken. Küçük pencereden dışarıyı görmek mümkün değildi; ama az da olsa, kandil ışığı gibi bir ışık huzmesi giriyordu yukarıdan.
Zeynep, sonunda evini yapmış, babaannesinden bir yatak, bir yorgan almış, mısır saplarından dokuduğu hasırı da evin tabanına sermişti. Her şey iyi gidiyordu; ama hesapta olmayan bir şey olmuştu... Zeynep hamileydi. Kocasının evini terk ederken hamile kaldığından haberi yoktu. Hamile olma olasılığını düşünmediği için, geciken âdetini, yaşadığı strese bağlıyordu. Adeti, evliliği boyunca düzensiz olmuştu hep. Bebeği karnında kaynaşmaya başlayınca hamile olduğunu anlamış, iş işten geçmişti. Doğuracaktı.
Yaz bitmiş, kış gelmişti. Hamileliğinin son günleriydi. Doğum yapacağı günü bekliyordu. O gün, evlerinin önündeki fırında ekmek yapmışlar, közünü mangala koyarak içeri almıştı. Akşam ezanından sonra karnına saplanan ağrı başka türlüydü… “Doğum vakti gelmiş olmalı” diye düşündü, babaannesinin odasının kapısını tıklattı çekine çekine. Babaannesi, Zeynep’in ağrısının, doğum ağrısı olduğunu, doğuma kayınvalidesini de çağırmak gerektiğini söyledi. Çünkü, Zeynep’in kayınvalidesi köyün ebesiydi. Yaşlı ebe, karanlık sokaklarda, karlara bata çıka, Zeynep’in kayınvalidesini çağırmaya gitti. Kar diz boyuydu. Geri geldiğinde yalnızdı. Üzgündü. Kayınvalidenin gelmesine Mustafa izin vermemişti ama babaannesi Zeynep’e söylemedi. Sadece:
-Kaynanan hasta yatıyor, kendine faydası yok garibin, sana ne faydası olacak. Diyebildi.
Aslında Zeynep anlamıştı kayınvalidesinin neden gelmediğini. Kocası her zaman inattı ya, yine inat ediyordu. Zeynep artık aldırmıyordu. Kendine bir göz ev yapmıştı. “Yazın çalışıp, kışın yerim, o safsatalı herifle aynı evde kalamam artık” diye düşünüyordu. Akşam başlayan doğum ağrısı, sabah kuşluk vaktine kadar sürmüştü. Babaannesinden başka kimse yoktu yanında. Yaradan’a sığındı. Çocuğunu doğurdu. Artık bir can değildi Zeynep, bir can daha vardı küçük evinde. Ebesinin avuçlarındaki minik bedene baktı; küçücüktü. Kendini topladı, az önce söndürdüğü ocağın içindeki kandili tekrar yakıp, ocağın içine tekrar astı. Eski fistanlarından yırttığı birkaç parça bezi ocaktaki közde ısıttı. Küçük kızının ellerini nefesiyle pohpohlayıp ısıttı. Güzelce beledi bebeğini. Ocaktaki kandili eline alıp bebeğin gözlerine baktı; bir çift ela göz pırıl pırıl bakıyordu kendine. Derin bir “oh!” çekti:
-Benzemiyor hayırsız babasının boncuk gözlerine. Şükürler olsun sana Ya Rab!
Kızını kucağına aldı. Babaannesi sordu:
-Adını ne koyacan Zeynep? Ananın adını mı, yoksa kaynananın adını mı?
-Hiç birini koymayacağım!
-Onların adını beğenmediysen benimkini koy; Cennet!
Zeynep kızını kucağında sıktı. Yaşlı ebesine baktı. Sonra tepeden sızan ışığa baktı. Kararlı bir ses tonuyla:
-Ebe! Senin adın Cennet ama hem kendi dünyanı, hem benim dünyamı Cehenneme çevirmeyi başardın!
Uzak pencereden süzülen ışığa tekrar baktı. “Aydınlık günleri ben de görecek miyim Ya Rab? Kızımın kaderi bana benzemesin, şu süzülen ışık gibi parlak olsun. Senin her şeye gücün yeter Ya Rab!”
-Işık olacak benim kızımın adı; Işıkkk! Benim gibi kör kandilden medet ummayacak! Kendi ışığını kendi bulacak ebeee!
KÖR KANDİL
Karlı bir yılbaşı sabahı
Kıl çulun üzerinde
Yılbaşından haberi olmadan doğurmuş anam beni…
Tek odalı, penceresi olmayan karanlık evinde
Ocaktaki közde bezimi ısıtıp
Poh pohlamış ılık nefesiyle, minik ellerimi
Belemeden önce ısıtmak için…
Karanlığa alışık olan gözlerine güvenmeden
Kandili yakıp, asmış bacanın içine gündüz vakti
Daha net görmekmiş amacı; gözlerimin rengini
Bakmış; bir çift ela göz ışıl ışıl bakıyor kendine
Derin bir oh! Çekmiş içinden
Benzemiyor; hayırsız babasının boncuk gözlerine diye…
Çoktan biten bir evliliğin meyvesiymişim
Alamadığım sevgiyi veremedim
Ocaktaki gazı biten kör kandil gibi…
Emine UYSAL
YARALI GELİN
Ömür baharında, kışı yaşarsın
Sebebin kim idi, yaralı gelin
Kara gözlerinden, yaşlar saçarsın
Sebebin kim idi, yaralı gelin.
Gül kıymetin, anlamayan erin var
Zor işte yıpranmış, cansız derin var
Onca zor çekersin, konuş dilin var
Sebebin kim idi, yaralı gelin.
Fazla bir beklentin, yoktur hayattan
İçine atarsın, her şeyi çoktan
Sofraya getirin, var eden yoktan
Sebebin kim idi, yaralı gelin.
Otuzunda, bırakmışsın kendini
Dost ararsın, paylaşacak derdini
Yakmış yakan, bulmamışsın dengini
Sebebin kim idi, yaralı gelin.
Mutluluğu arıyorsun; sabırla
İki lokma ekmek, yersin kahırla
Bir ömür harcarsın, vefasız yarla
Sebebin kim idi, yaralı gelin.
OZANMERDAN süzdüm kaleme aldım
Hüznünü paylaştım, derdinle doldum
Vefa sadakati, ben sende buldum
Sebebin kim idi, yaralı gelin._________ OZANMERDAN: Ali BİLECEN
IŞIK
Sel aldı gönlünü dağın maralı
Vurma avcı vurma zaten yaralı
Katar katar dertler yolda sıralı
Gamın kederiyle sardı gelini
İsmi ışık ama nurlamı dolmuş
Ezelden gülmeyen bahtı hep solmuş
Hani bedehşanın gülleri nolmuş
İntizarı lime sardı gelini
Nice gülenlerin sonu harabi
Dünya fani işte sonu turabi
Gelinin kocası yerinde abi
Gark oldu hüzüne kardı gelini
Ozan Ali görmüş bir şey yazıyor
Düşüncede tasvir onu çiziyor
Muhatabı şaşkın şaşkın geziyor
Acep ne haldedir sordu gelini_______OZANALİ: Durali SOMUN
Şiirleriyle yazıma destek olan arkadaşlarım OZANMERDAN ve OZANAli kardeşime çok teşekkür ederim. Beni ağlatacaksınız dostlarım; sizleri çok seviyorum...
YORUMLAR
Mükemmel bir öykü okuttunuz. Hayatın içinden. Bizden yani.
Bir de kadın duyarlığı olunca içinde, tam bir ayna tutulur yaşamdan gözlerimize.
Hüzünlü ama gerçek bu işte.
...Ben öykünüze bir şeyler yazmaya çalışırken sizden bir yorum aldım kendi öyküme. Benden hızlı davrandınız.
Çok mutlu oldum.
Yendien,
tebrik ediyorum güzel öykünüzü.
Saygı ve sevgiyle kalın...
Sel aldı gönlünü dağın maralı
Vurma avcı vurma zaten yaralı
Katar katar dertler yolda sıralı
Gamın kederiyle sardı gelini
İsmi ışık ama nurlamı dolmuş
Ezelden gülmeyen bahtı hep solmuş
Hani bedehşanın gülleri nolmuş
İntizarı lime sardı gelini
Nice gülenlerin sonu harabi
Dünya fani işte sonu turabi
Gelinin kocası yerinde abi
Gark oldu hüzüne kardı gelini
Ozan Ali görmüş bir şey yazıyor
Düşüncede tasvir onu çiziyor
Muhatabı şaşkın şaşkın geziyor
Acep ne haldedir sordu gelini
yazıya münhasıran yazılan ozan merdaninin destekleyici kıtaları öyküyü tamamlamış
iki kalemide kutlarım
ozanali tarafından 12/25/2010 9:24:53 PM zamanında düzenlenmiştir.
ozanali tarafından 12/25/2010 9:40:42 PM zamanında düzenlenmiştir.
Emine abla çok iç acıtıcı bir hikayeydi. Ülkemizde gerçekten de kadının adı yok maalesef. Bizler yaşamıyoruz ama bu gibi yaşantısı olan çok kadın var daha. Bir öykü kitabı okuyorum şu sıralar. Adı Derin Kar Senesi yazarı ise Fazıl Bayraktar, içinde de bir öykü vardı ondan çok etkilendim. Bir erkek gözüyle kadınların kendilerine yaptıkları eziyetleri anlatıyor. Yine biz kadınlar bu hale getiriyoruz aslında. Feminişst değilim ama bir kadının da güçlü olmasından yanayım. Tıpkı Zeynep' in yaptığı gibi. Sevgilerimle ablacığım.
Benim bir halam vardı rahmetlik derdi ki " bu köye yağmur yağsa ilk damla bana vurar"".
Aynen böyle derdi.
Hayatı boyunca çile çekti.
hayatı çile üzerine kurulmuştu.
Çilesiz gün onun için boşa geçmiş zamandı.
Acısız yıl unutulurdu.
yağmurun en dehşetli zamanında bile ot taşımak için kullandıkları ipi sırtına dolar evin içerisinde öyle iş yapardı.
Kocası İstanbulda.
Tüccar ve ehl-i kef bir adamdı.
İki üç sende bir gelir,evi ambarı ve halamın karnını doldurur giderdi.
Halam da ardından su döker ,yollara bakar dua ederdi.
Sonra da doğurduğu bebeği , hayvanlarını,diğer çocuklarını beslemek için çalışırdı.
Hiç biri,inekler dahil o babayı aramadı.
Baba da onları.
Halam öldü.
Kocası da.
İnekler de.
Çocuklarından ikisi de.
Şimdi beş çocuğu hayatta.
Onlar da annelerinin çektiği acıya şahitlik yaptılar.
Anlattılar.
Kah güldüler kah ağladılar anlatırken.
Onlar da avratlarına aynı çileden tattırdılar.
Annelerinin çektiklerini anlatıp ağlarken bile.
Hem çektirdiler,hem anlatıp ağladılar.
Oysa onların hanıları da anne idiler.
Selam ve sayılarımla değerli hocam.