- 1014 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ATEŞ YİYEN ADAM
ATEŞ YİYEN ADAM
Cam fanuslar içerisinde ateşler vardır, etrafına ışıklar saçar, ışık kaynağıdır yol gösterirler, hayat kaynağıdır. Ateş vardır kendi kendini yakar, kül olur ve ulaşır, kimseye ziyan vermez menziline ulaşır, kendini kurtarır. Hâsıl eden pişiren ateşler vardır bu ateşin hayır sıfatıdır. Ateşin şer sıfatı vardır, dalga, dalga yayılan ziyan eden ateşler vardır. Akkor halde ateşler vardır, mavi ışıklar saçarak yanan zehirli gazlar saçan ateşler vardır. Zehirli simsiyah dumanlar vardır âlemi sarar, herkesi zehirler. Birde köz ateşleri vardır, sinsice yandığı için önlemini de almazsın, ısınır, ısınır bir anda alevlenir, evleri ormanları yakar, harap eder.
Bir tarafta içten içe yakan ateşler, bir tarafta kavuran ateşler, bir tarafta aciz, etten mamul insan. Neyine güveniyorsun acısını, cezasını da henüz bilmiyor, başkalarını da yakıyor. Bütün hâkimiyetlerin kendinde ait olduğunu zannediyor, ikazlar karşısında hep itirazlar ve isyan eden insan. Bedeni veya maddi güçlerine güvenerek derebeylik yapanlar, hak yiyenler, yediklerinin bir gün ateş olacağını düşünemeyen zavallılar. İflah olduğunu zanneden ve bir gün iflas edeceğine bir türlü inanmayan insanlar. Hani bir zamanlar tanrı olduğunu ilan eden firavunlar, zulüm eden hâkimiyeti elinde tutan insanlar vardı.
Ateş yiyen adamlar var, ateş yiyen kadınlar var, ateşe itilen çocuklar var, nahoş vesileler, umursuz insanlar. Her geçen yıl, gün, dakika, lahza mazi değil mi, bir ezel değil mi? Ezeli ve yaptıklarını inkâr ederek geleceği, yarını, ahreti, ebediyeti inkâr eden akılları bulandıran, kendini de, başkalarını da yakan kandıran insanlar var. Bir şehirde yaşıyorsun, sana ulaşamayacağın kadar uzakta ve masal kadar hayali bir şehir tarif ettiler. Orayı hiç göremediğin için inanamazsın inkâr edersin. Ama bir gün bir vasıtaya binerde o şehre varırsan o güne kadar görmediklerini yaşamadıklarını yaşarsın. Bir gün gizli kameralarla tespit altına alınan yaşantılarımız, yanlışlarımız deşifre edildiğinde acaba ne yapacağız.
Konuma başlarken ben gözüken büyük suçları, günahları teşkil eden her gün duyduğumuz misalleri değil de kimsenin umursamadığı veya aman sende dediği misalleri vermeye çalışacağım.
Adamın biri gider kömürcüden 1,5 ton kömür alır, aradan uzunca bir zaman geçer borcunu hiç ödemez. Kömürcü aylar sonra yolda borçluyu görür,
-Abi borcunu halen daha getirmedin, borcunu öde’’ der. Adam şöyle der
-Ben kömürü yaktım bitti, benden daha neyin borcunu istiyorsun’’ der ve tartışırlar. Bu adam ateşi yedimi yemedi mi? Komşu kadınlar oturmuş sohbet ediyorlar, içlerinden biri müsaade ister çıkar gider. Gittikten sonra ardından, bir kadın, o kadın hakkında daha evvelden bildiği bir olayı anlatır, ifşa eder. Her kes dinler bir dinleyiş bin dinleyiş olur. Bu kadın ateşi yedimi yemedi mi? Bir köy yerinde insanlar kapı önü sohbeti yapmaktadırlar. Karşıdan topal bir genç selam verir, mahcup bir şekilde yoluna devam eder. Bir kız isteme meselesi olmuştur. Bu genci görünce içlerinden biri der ki,
-Haline de bakmıyor kız istemeye annesini göndermiş’’ Bu adam ateşi yedimi yemedi mi?
Bir bakkal dükkânımız vardı, birde veresiye defterimiz vardı. Ödeme günü geldiğinde öderlerdi, ama bazıları? ‘’Sıkıntım var, kış masrafı yaptım, bayrama rastladı, bu ay idare et’’, müteakip ay aynı hikâye. Hesabı kesersin ama borç durur üstelik hesabı kestin diye sitem ederler. Mahalleden biri borcunu ödemeden çıkıp gitti, yedi ay geçti. Sanki mahalleden çıkınca borçta kapanıyor. Kul hakkını bilen yok ki. Adresini kaybedenler, o yoldan geçmeyenler, verdim diye inkâr edenler. Bu adamlar ateşi yedimi yemedi mi?
Sigarsına, kendi sevklerine ve akılsızlıklarından para bulup ta ailesine para bulamayan, yâda çocukları sıralayıp çekip giden, onları perişan eden ve rüsva eden, bir aileyi geçindirecek kadar geliri olmayıp ta evlenenler. Bu adamlar ateşi yedimi yemedi mi? Kendi israfları, kendi yedikleri de zehir oldu mu olmadı mı? Üzerinde kul hakkı olanların boyunlarına ateş olup yapıştı mı yapışmadı mı? Başlarına bir felaket, bir musibet geldiğinde birde, ‘‘ben kime ne yaptım’’ diye şikâyetleşmezler mi? Bir akşamüzeriydi evime gidiyordum. İleriden bir erkeğin bağırması, küfür sesleri, bir taraftan da bir kadın ağlama sesleri geliyordu. Biraz ilerleyince anladım ki kadıncağız kocasını zulmünden babasının evine kaçmış o da yumruk atarak, küfredip bağırarak evine götürüyordu, hatta bir ara kadıncağız yere düştü, belli ki adam içkiliydi, küfürden başka ne dediği anlaşılmıyordu. Yoldan geçen bir adam müdahale etti. Adamın yakasına yapışarak,
-Sen kimin itisin ulan, bu benim karım kimse karışamaz istediğimi yaparım şahit olan yok mu, bana saldırdı seni mahkemeye vereceğim’’ diye ağır küfürler ediyordu. Hanımını köle gibi gören bu adam ateşi yedi mi yemedi mi?
Bir galerici de oturuyordum. İçeriye suç işlemiş gibi sessiz bir adam geldi. Utana sıkıla mahcup bir şekilde, şöyle dedi,
-Abi dört aydır gidip geliyorum borcunu ödemedin, paraya ihtiyacım var durumum iyi değil, paramı almaya geldim. İş sahibi adamın mazlum halinden istifade ederek ve benim şaşkın bakışlarım arasında, nara atarak,
-Çık dışarı ulan, ben ne zaman ödemek istersem sana haber veririm, bir daha bu kapıdan içeriye gireyim demeyesin, elimden bir kaza çıkacak, benimde kendime göre bir şerefim, haysiyetim var. Bu iri kıyım insanın karşısında zavallı adam kıpkırmızı oldu adamın vahşiliğinden korkarak boyun bükerek geçip gitti. Ardından o iş yeri sahibi bana dönerek şöyle dedi.
-Pezevenk üç kuruş alacağı var ikide bir karşıma çıkıyor, sonunda bir tarafını kıracağım.’’ Bu adam iki kere ateşi yedimi yemedi mi? Kurumlarda iş yerlerinde çalışan insanlar vardır, işleri hafif olanlar vardır. Masasında oturmaz, canları sıkılır, çıkar dolaşır, işleri aksatır veya bekletir, keyfi rapor alır, sora da doğruluktan bahseder. İşi olsun olmasın, o ücreti o masa başında otursun diye devlet veya şirket o aylığı ödemektedir. Her masayı terk ediş nöbeti terk ediş gibidir. Bu adam ateşi yedimi yemedi mi? Zira aynı ücretin çok altında sosyal güvencesiz güneşin altında amelelik yapanlar, hatta iş bulamayıp aç gezenler var.
Günün birinde zengin fırıncılardan biri piyasaya hâkim olmak, bütün müşterileri çekmek pahasına belirli bir sermayeyi gözden çıkarır, ekmek fiyatını yarı fiyatının da altına düşürerek, rekabete başladı. Küçük çaplı fırınlar işçilerini çıkardılar, belirli bir süre sonra fırınlarını kapatanlar oldu. O adamın yüzünden fakir insanlar ve perişan aileler ortaya çıktı. Bu adam ateşi yedimi yemedi mi?
Müslümanlığı kimseye bırakmayanlar vardır, Öte yandan servet değerinde ki otolarına binerler, lüks evlerde otururlar hatta ikinci üçüncü ev alma telaşına düşerler, ama farz olan hacca gitmeyi hiç akıllarına getirmezler hatta Araplara para yedireceğine burada bir hayır yap diyenler, benimle mi kazandı diyerek zekâtını vermeyenler var. Hani çok yaşayacaklarını zannederler ya hacca gitmek için iyice yaşlanmayı beklerler. Çoğu da faizle iş görür, zenginlikleri gözlerine perde olur fakirleri bilemezler. Bu adamlar ateşi yedimi yemedi mi? Heyetlerde yetkili kişiler vardır. Bir tarafta tahsilli veya kariyer sahibi gençler, diğer tarafta dirayetler ve hatır gönül meselesi vardır. Bunların söyledikleri yapılır, işleri yapılır işe alınır diğer garibanlar elenir açıkta kalır. Bu adamlar ateşi yedimi yemedi mi?
Ahlakı, namusu ve kul hakkını ayaklar altına alan, her yaptığının doğru olduğuna inanan insanlar. ‘’Sen benim kalbine bak benim kalbim temiz, biz öylelerini gördük ki’’ diyerek başkalarını da dinsizliğe iten, inanmayan ve kendini avutanlar, böyle diyerek teşhir mahiyetinde giyinenler, derebeylik yaparak hak yiyenler, içki içenler var, aç dolaşıp desinlere gidenler var Ben Müslüman’ım diyerek dini görevlerini yapmayan, faizi hoş gören savunanlar var, sonrada,
-Sen hangi devirde yaşıyorsun, bu benim paramın kârı başkasının benim paramda ne hakkı var, diyerek zekâtı inkâr eden sadaka vermeyen fakiri görmeyen mahcup kalpleri bilmeyen, avuntularla ömrünü boşa geçiren ötesini düşünemeyen, uzağı göremeyen, düş âleminde yaşayan bu adamlar ateşi yedi yemedi mi?
Bir gün yolda giderken tanıdığım bir bakkal dükkânın önünde çocukların toplandığı bir kalabalık gördüm ve yaklaştım. Eline birkaç dondurmayı sıkıştırarak sevinerek çocuklar ayrılıyorlardı, sonunda dondurma dolabı kısa sürede izdihamla tam boşaldı. Akşam o arkadaşın sonradan yanına gittim ve ne amaçla dağıttığını sorduğumda şu cevabı verdi.
-Benim zekât borcum vardı, hesap ettim ve bu şekilde çocuklara dağıttım, sanki fakirlere dağıtsaydım daha mı iyi olacaktı, hiç değilse bunlar çocuk günahları bile yok.
Bu adam kendince bir fetva uydurdu, hakları çiğnedi. Zira zekâtını fakir ve aç yatan çocuklar, iş bulamayan ailesine ekmek dahi götüremeyen insanlar varken, nafile yere çocuklara israf derecesinde dağıtım yaptı. Kendince fetvalar veren fakirin hakkını vermeyen, daha iyi yaptığını, zekâtını verdiğini zanneden bu adam ateşi yedi mi yemedi mi?
Peygamber Efendimiz Miraç’a çıktığında bir kısım cehennem ehli insanlar gösterilir. İnsanlar sıralanmış gidiyor, etrafında zebaniler işkence ediyorlar. Her birinin boyunları üzerinde, ortaları delik olan değirmen taşları yüklenmiş, taşıyamıyorlar, dizleri üzerine düşüyorlar tekrar kaldırılıp üzerlerine bir taş daha yükleniyor ve o şekilde eziyet ediliyor. Hani dünyada ki gibi ölüp kurtulmakta yok. Peygamber Efendimiz dönüp Cebrail a.s. lama sorar.
-Ya Cibril bu insanlar dünyada iken ne yaptılar ki böyle eziyet ediliyorlar’’ Cebrail a.s. der ki,
-Ya Resulullah bunlar, dünyada iken bir malı varken, bir mal daha yığan insanlar’’. Ebediliği kendince gözüne kestirip hayır ve hasenatı unutarak ve hep benim diyerek başkalarını gözetmeyen mal yığanlar, Allah cc. Unutup Dünyaya tapanlar, Bu adamlar ateşi yedimi yemedi mi? Kocasının maaşına ve malına ortak olduğu halde ihmal, ihanet eden eden, sırt çeviren hatta hâkimiyet kuran dilleri fazla uzayan kadınlar. Bu kadınlar ateşi yedimi yemedi mi?
Bir yerde otururken yanımıza temiz giyimli, kibar lisanlı ama mahcup görünüşlü bir adam geldi. Biraz muhabbetler ilerledikten sonra adam başından geçenleri şöyle anlatıyordu.
-Çocukluk arkadaşımla kurmuş olduğumuz bir şirketimiz vardı. Her ikimizin de durumu iyiydi. Benim bir evim, şirkete ait 2 de arabamız ve birde nakliye kamyonumuz vardı. Arkadaşım saflığımdan ve iyi niyetimden yararlanarak ve bende ona güvenerek bir dönem sonra idareyi ve yetki belgelerimi verdim. İşlerin güzel gittiğini zannederken bir gün arkadaşım, çok yorulduğunu ve biraz tatile çıkacağını söyledi, tekrar yetki belgelerini bana devrederek tatile çıktı. Ama bu tatil uzamıştı. Artık haber alamadım, irtibatını kesti, bir müddet sonra ödenmemiş senetler, vergiciler ve sigortacılar kapıma yanaştı meğer hiçbir vergi ödenmediği gibi hiçbir senet ve çeklerde ödenmemiş ve hesapları da kendi adına aktarmış. Kısaca bütün şirket malları ve kendi servetimde elimden gittiği gibi halen 100 bin liranın üzerinde borcum var. İki yıl aradan geçti bizim sahtekâr arkadaş henüz tatilden dönmedi, adresi belli değil. Şu an bende bir şirkette kum çekiyorum, aylığımda icra var borçlarımı ödemeye çalışıyorum. Çoluk çocuğum perişan oldu.
Kar ettiğini saltanat sürdüğünü zanneden, her şeyin mezar kapısının arkasında kalacağını ve mahşer yolculuğunu unutan bu adam ateşi yedimi yemedi mi? Bir Hadisi Şerifte açıklandığı üzere ‘’Bir insan bir hata işlerde 40 gün içerisinde başına bir musibet gelmezse onun akıbetinden korkulur’’ denilmiştir.
Hiç bir hareket belirtisi olmadan bir duvarda sabit bir cisim gibi duran kameralar vardır. Haberin olmadan bütün söylem ve eylemlerini tespit eder, gerektiğinde aynen şahit olarak, itirazsız olarak, aleni olarak ortaya çıkarır, ifşa ederler. Hareketsiz gibi gözüken duvarlar vardır, nesneler vardır, havada ki sesleri, görüntüleri ileten moleküller vardır, biz hiç farkında olmadan çekim yapan gizli kameralarımız, omuzlarımızda ve etrafımızda her lahza kayıt yapan şahitlik yapacak meleklerimiz ve bu meleklere de şahitlik yapacak melekler vardır. Kimsenin göremeyeceğini, duyamayacağını sandığı bir yerde gizli iş yapanlar, haram lokma yiyenler, bu gizli şahitlerini unutuyorlar. Kimi aldatacaksın kimi kandıracaksın. O zaman ateşi yedik mi yemedik mi?
Ateşi yiyen gözler, ateşi yiyen ayaklar, ateşe giden eller, ateşe dönen diller. Ateşi yiyen adamlar, ateşi yiyen kadınlar. Ateşi yiyenler bir gün ateş topu olacaklardır. Ateşin gideceği yerde ateş tesisleridir, ateş çukurlarıdır, cehennemdir. Dünya da yaşarken fırsatları kesmeyelim, helâllik almak vardır, nedamet vardır, tövbeler vardır. Her yolculuğun birde sonu vardır. Sırtında ve ardında yükün çok olursa, yükünde yükü, vebalinde cezası da çok olur. Bütün gayretlerimizin sonu Gayya kuyularımız, çukurlarımız olmasın. 2010 Mustafa CEYHUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.