- 701 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EYLÜL YAĞMURU
1.BÖLÜM
MÜTHİŞ TAKİP
Adana’ya ıslak bir eylül sabahı geldim. Otogarda yalnızdım.
Kendi kendime “artık kötü günler geride kaldı” diye söylendiğimi hatırlıyorum..
Başım sıcaktan ağrıyor yol yorgunluğundan olsa gerek başım kazan gibiydi,burnuma tuhaf kokular geliyor ama ne olursa olsun aslında neşemi kaçıracak bir şey yoktu.
Üzerinde bulunduğum toprak parçasına ne kadar hasrettim anlatamam.
Gri takım elbise ve altına siyah kundura şıklığımı tamamlıyordu.
Gözlerim ufuk’a dalmış yağmur sonrası çıkan gökkuşağını izliyordu.
Ellerimde valizlerimle bir turist edası ile otogarda beklediğim bir ara birden aklıma çocukluğum geldi. Babamla yaptığım Ankara seyahatini hatırladım,ne yıllardı, hastalığımda üzerime titreyen babam artık yanımda yoktu ve koca şehirde tek başıma kalakalmıştım.
Gözlerim yaşarmaya başlamış,hüzün yağmuru yanağıma akar olmuştu.
Ne günler yaşamıştım aslında ve ne kadar güzeldi çocukluğumuz yokluk vardı ama ailemizde bu kadar varlık yoktu o yıllarda. Ağır adımlarla ilerlerken iliklerime kadar ıslatan yağmurda acı küllerimi söndürmek istiyordum eylül yağmurunda.
Bardaktan boşanırcasına yağan yağmura inat gelen servisle beraber şehir merkezine doğru yola koyulmuştuk. Atilla altı kat köprüsüne geldiğimiz sırada ilk rastladığım belediye evleri otobüsüne binmiş ve heyecanla büyüdüğüm mahalleye doğru hareket etmiştim. O sırada benim hatırlamakta güçlük çektiğim ama beni tanıdığını fark ettiğim bir kadın karşıma geçmiş beni dikkatle süzüyordu.
Birden kadına yönelip elimi uzatıp tokalaşmam gerektiğini hissediyordum.
--Sizinle tanıştığıma memnun oldum.
Bu sözlerimden sonra;
--Beyefendi ama ben sizi tanımıyorum diye beklenmedik bir tavır ile karşılaşmıştım.
--O halde bana neden pür dikkat baktığınızı bilmek istiyorum diye ekledim.
Doğrusu konuşması bana pek yabancı gelmemişti, sanki yıllar önce aramızda bir şey geçmiş gibi hislerimde kuşkular belirmeye başlamıştı.
Acaba dedim kendi kendime olabilir mi diye mırıldanmaya başlamıştım.
Ben bu şekilde düşüncelere dalmışken;
Adana’ya ilk seyahatiniz mi? diye bir suale maruz kalmıştım.
Evet yıllar sonra ilk seyahatim dememe kalmadı.
Ben yıllar sonra dememle beraber gözlerinde yaşlar belirlemeye başladı.
Şaşkınlık içersinde hiç mana veremediğim bir şekilde ağlıyordu.
O an ne olduğunu anlayamamıştım sorduğumda ise düğümler çözülmeye başlamıştı.
--Ağlıyorsunuz, bu zamansız yaşların bir nedeni olmalı.
Gözlerine baktığımda dışarıda yağan yağmura inat göz kapaklarındaki yaş yanağına süzülmeye başlamış, doğrusu olan bitene anlam vermekte güçlük çekiyordum.
Gözleri ağlamaktan kızarmıştı,üzerindeki elbise de bana birden pek eski ve çirkin görünmüştü.
Gözlerimi onun gözlerine dikerek:
Neden ağladığınıza bir türlü anlam vermiyorum
--Boş verin sadece geçmiş yıllara ait bir buruk acı var yüreğimde dedi yaşlı gözlerle.
Bir hayli merak etmiştim, nemli gözlerle bana döndü ve kendisini toparladığı anda ise can alıcı yanıt ile karşı karşıya kalmıştım.
Sizi yıllar önce kaybettiğim bir arkadaşıma benzetmiştim, dedi.
Biz bu şekilde konuşmaya dalmışken birden otobüs son durağa gelmiş,yolcular inmeye başlamıştı,daha sonra son sözlerimizle birlikte ayrılmıştık.
--Sizde mi burada oturuyorsunuz,
--Evet, aslına bakarsanız bir çok anıyı geride bıraktığım bu mahalleye dediğim gibi yıllar sonra ilk defa geliyorum
--Dilerseniz her zaman görüşebiliriz, dedi.
Bu teklifinden sonra reddedileceği hissine kapılmaya başladığı bir anda olumlu bir yanıt ile cevap vermiştim.
Neden olmasın dedim ve ayrıldık.
Ama heyecandan mı yoksa yorgunluktan mı olsa gerek tanışmayı unutmuştuk.
O sırada ayrıldığımız yere geri geldiğimde hayret verici bir olaya şahit olmuştum.
Pejmürde kıyafet içerisinde olan bir adam genç kadının yanına gelmiş ağız dalaşına başlamıştı.
Beni gören kadın yanıma gelerek;
Sizi gördüğüme ne kadar sevindim anlatamam dedi.
O sırada olan biteni anlama adına neler oluyor burada dedim.
Aslında genç kadın gibi bu adamında siması bana bir şeyleri hatırlatıyordu.
Anladığım kadarı ile aralarında yıllar önce nihayet bulan bir ilişki vuku bulmuştu.
Aralarındaki dialoglar bunun en açık tanığıydı.
O mimik ve konuşmalar bana bir çok şeyi anımsatıyordu, ama ne olduğunu çözememiştim.
Zihnimi kurcalayan bu suallerin yanıtını son derece merak ediyordum. Kimdi bu adam ve genç kadın hayatımı ve aklımı allak bullak eden bilmediğim sırları ne idi?
O sırada saat gece yarısını çoktan geçmiş,kendimi geçmişin karanlık sayfalarında küçük bir beyaz nokta gibi görmeye başlamıştım, fırtına öncesi limanda bekleyen bir gemi gibi nihayetini bilmediğim bir yolculuğa çıkmak için hayata demir atmıştım.
Bu iki kişinin hayatımı etkileyen sırları ne idi? Ne idi beni gecenin kör karanlığında bu zillete mahkum eden sebep ve neden bunlar benim hayatıma engel oluyordu?
Anlam veremediğim daha isimlerini bile bilmediğim bu insanların geçmişimde ne gibi bir alakası olabilirdi ki ?
Aklım bu gibi suallere yanıt ararken ileriden bir otomobil uzunları yakmış bize doğru geliyordu,yanımıza yaklaştığı sırada yabancıda bir tedirginlik göz ile görülebiliyordu.
Bu otomobil belirmeye başladığında adamda ki tedirginlik bir kat daha artıyordu.
O sırada yaklaşan otomobilin devriye gezen polis aracı olduğunu fark ettim.
İşte ne olduysa bu noktadan sonra oldu, otomobilin yanımıza yaklaşması ile birlikte adam hızlı adımlar ile uzaklaşmaya başlamıştı, kadın yardım istercesine anlamsız bir ifade ile gözlerimin içine bakıyordu.
Doğrusu ben bu olan bitene anlam veremiyordum.
Anlamsız bakışların nazarında olduğum kadının gözlerine bakarak;
--Tanıyor musunuz?
--Kimi?
-Sizi rahatsız eden bu adamı?
Çaresiz bakışların nazarında olduğum bir ara bana dönerek;
--Hani size otobüste bir şey demiştim ilk karşılaşmamızda!
--Evet, siz on bir yıl önce kaybettiğiniz arkadaşınıza benzetmiştiniz beni ama bu adamın konumuzla yani arkadaşınızla ne gibi bir ilgisi olabilir ki?
O sırada kaçamak ve mahcup bakışlarla birlikte bana bütün olan biteni anlatmaya başladı.
--Aslına bakarsanız onun bu olayla çok ilgisi var
Bu dialoglardan sonra aklımda şimşekler çakmaya başladı ve yanımıza yaklaşan ekiple birlikte koşar adımlarla yanımızdan uzaklaşması bana bütün gerçeği tüm çıplaklığı ile göstermeye yetmişti diye düşünürken:
Genç kadının sözleri ile irkildim.
--Daldınız, yine ne düşünüyorsunuz?
--Sanırım ne düşündüğümü tahmin edebiliyorsunuzdur
--Evet o adamla arkadaşınızın arasında bir şeyler olduğunu zannediyorum
Bu sözlerimle olayın farkında olduğumu belirtmek istemiştim.
Bu arada gece yerini gündüze verme telaşında iken ellerimde valizlerle kalakalmıştım.
Bütün bu yaşananlardan sonra geçmişe dair yaşananları bilmek için onunla bir yerlerde oturup konuşmam gerektiğini düşünüyordum.
Kısa bir sessizlikten sonra;
--Eğer beni yanlış anlamasanız size bir teklifim olacak,
--Tabi buyurun sizi dinliyorum, yoksa benim düşündüğümü mü düşünüyorsunuz?
Dilerseniz sizinle maziye dair sohbet etmeyi teklif ediyorum, hem birbirimizi yakından tanıma imkanına sahip olabiliriz, hem de bütün bu olan biteni anlatırsınız,
Bu tekliften sonra içimde sürekli red edilme korkusu ile beklerken olumlu bir yanıt almıştım, dikkatimden kaçmayan bir şey daha olmuştu, aramızda duygusal bir yakınlaşma gözle görülebiliyordu, hem daha ismimizi bile bilmiyorduk.
Gecenin yerini gündüze bıraktığı bir anda yaklaşan bir taksiye binmiş, birlikte Turgut Özal bulvarında bulunun bir gece kulübüne gitmek için yola koyulmuştuk.
Aslında bu gibi ortamlardan hiç haz etmezdim diye söylenmeye başlamıştım.
Ama olan biteni anlamak adına yapamayacağım bir şey yoktu.
Islak havanın verdiği serinlikle içerde bir masaya oturduk, bu arada geçte olsa tanışmak için ilk adımı atmaya hazırlandığım bir ara, benden önce davranıp;
--Bütün bu yaşananlar için sizden özür diliyorum,
Şimdi bunları bir kenara bırakalım lütuf edip kimliğinizi açıklarsanız memnun olacağım dedim.
Yıllar önce kaybettiğiniz arkadaşınızın kim olduğunu ve o yabancı ile neler yaşadığınızı anlatmanızı istiyorum dedim.
Kendisi ile ne yaşadığınızı ve benimle ne ilgisi olduğunu bir, bir tüm gerçekleri anlatmanızı istiyorum diye devam ederken anlatmaya başladı.
--Ben Aysel belediye evleri son durakta oturuyorum başımdan bir evlilik geçti, bu evlilikten Buket isminde bir kızım var ve şu an onunla birlikte yaşıyorum dedi.
--Peki o yabancının sizinle ne alakası var, dediğim zaman derin bir nefesle devam etti.
--Yıllar önce yine böyle bir eylül ayında yüzüncü yıl mahallesinde o arkadaşımı ziyarete gittim.
--Acı bir tesadüf örneği olsa gerek tam anlamıyla hatırlamıyorum, ben arkadaşımın evine doğru ilerlerken sokak başına geldiğimde bir cinayetin işlendiğine şahit oldum, eli bıçaklı o adam yanımdan koşarken beni gördü ve ne olduysa ondan sonra oldu.
Artık hayatımın korkulu rüyalarından biri haline geldi.
Bu anlattıklarını hayretler içerisinde dinlemeye başlamıştım, anlattığı her şey beni derinden etkilemiş olsa gerek kalbim ritmini yitirmiş bir şekilde çarpmaya, ellerim titremeye başım dönmeye başlamıştı bunu fark ettiği zaman telaş içinde kalmıştı.
Şaşkın bakışları ile birlikte devam etti;
-- Neyiniz var?
-- Hım yok,yok bir şey sadece anlattıklarınız beni etkiledi
--Nasıl yani anlayamadım
--Aslında bu gibi ortamlardan hiç hoşlanmıyorum biliyor musunuz?
--Dilerseniz çıkabiliriz
--Kim bilir ne hayalleriniz vardı, arkadaşınızın yanına giderken
--Anladığım kadarı ile o adam sizi rahat bırakmamış, peki o korkunç günden sonra ceza yatmadı mı? Diye sorduğumda ise:
Bu sorudan sonra sohbet daha bir koyulaşmaya başlamıştı, içerisindeki keder gözlerinden anlaşılıyordu.
Islak bakışları bunun en açık ispatıydı anlattıklarından ziyade bir kadının gözyaşları beni etkilemeye yetmişti, birden o yaşlı gözleri elimle silmeye başlamıştım, o sırada teselli oluyor gibi bir his vardı içimde. Bu hareketimden cesaret alarak karşımdan yanıma geldi ve başını omzuma dayayıp ağlamaya başladı.Çok kötü olmuştum, yarım saat süren bir süreden sonra hıçkırıklar içinde anlatmaya başladı.
--Aslına bakarsanız tek görgü şahidi olarak beni gördüğü için, mahkemeye giderken yeminler ediyordu, intikamdan söz ediyordu, belki siz o gece dönüp beni bulmamış olsaydınız,cümlesini bitirmesine izin vermeden ekledim.
--Sizi de öldürecekti,
Yaşlı gözlerle kekeleyerek “ evet ve o sırada devriye ekibinin gelmesi büyük bir şanstı benim için dedi.
Bu şekilde konuşurken nihayet bulan sözlerinin ardından;
--Peki siz kimsiniz, yıllar sonra burada ne arıyorsunuz diye ekledi:
--Aslına bakarsanız aynı kaderi paylaşıyoruz, kaybolan geçmişimin peşindeyim. uzunca bir müddet bu yolcuğa çıkmak ne kadar doğru diye bocalıyorken bir ara son kararımı verip ne olursa olsun gitmem gerektiğini düşünüp pervasızca yola çıktım dedim.
Bu sözlerin ardından tebessümi bir tavır yüzünde belirmişti, gözlerimin içine bakarak sanki bir şeyler söyleyecek gibi bir hali vardı. Gözleri gülüyor, elleri titriyor giderek daha belirgin bir hal içine giren siması sanki bir başkasını bekliyor gibi girişe dalıyordu.
Bir müddet bu hallerini sessiz bir şekilde izledikten sonra;
--Af edersiniz sormayı unuttum, ne arzu edersiniz dedim tebessüm ederek.
İsminizi, demesiyle birlikte kulüpte yankılanan bir kahkaha atmaya başladığı bir an:
--Bağışlayın, gecenin yorgunluğundan olsa gerek unutmuşum dedim.
--.Bendeniz Atilla yıllar sonra bir amaç uğruna İstanbul’dan geliyordum
--İstanbul gibi bir kenti bırakıp burada ne arıyorsunuz öğrenebilir miyim? Dedi şaşkınlıkla.
--Kaybolan yıllarımı, yani sizin anlayacağınız bir çok anım bu şehrin topraklarında saklı öyle doluyum ki! dedim iç çekerek.
--Anlıyorum sizi ilk gördüğümde aynı kaderi paylaştığımızı tahmin ediyordum
--Ne işle meşgulsünüz ?
--Aslında burada bulunmamın sebebi yıllar yılı hasret olduğum ve hayalini kurduğum acı bir tesadüften ileri gitmiyor buralar bana bir çok anıyı anımsatıyor ve hayatımda ki yaşanmışlara bir kitapla son verecek bir anı dizisi yazmayı planlıyorum
--Anladığım kadarı ile yazarsınız değil mi
--Evet vuslat ilinde hasret çeken ve hasret ateşini şu eylül yağmurunda bir nebze olsun dindirmeyi amaçlayan bir yazar sizin anlayacağınız
Ben yazarım dememle birlikte, az önce attığı kahkahayı hatırladığında yüzünü mahcup bir tavır aldı, bu her halinden belliydi, bu şekilde beklediğim bir anda söze başladı.
--Hayatımı anlatsam roman olurdu, dedi.
Çok çektiği her halinden anlaşılıyordu, sanki dokunsan ağlayacak bir hali vardı, ağlamaklı gözlerle bana bakarken ortamı biraz neşelendirmek ve güldürmek adına çok samimi bir atmosfer oluşturma çabası içerisinde idim.
Bir sürede böyle devam eden konuşmalarımız gecenin yerini gündüze vermeye başlamasıyla birlikte yudumladığımız içkilerin ardından nihayet bulmuştu.
O gece birlikte bir otelde sabahladık, tabi ayrı odalarda
Sabah olduğunda kahvaltı için otel lobisinde buluştuk, dikkatimi çeken bir şey olmuştu.
Üstündeki kıyafet değiştikti, içinde bulunduğum sarhoşluktan ayılmak için resepsiyondan koyu bir kahve istemiştim, bu arada yanıma gelerek;
--Günaydın Atilla bey.
--Günaydın Aysel hanım.
--Yenimi?
--Hım ne yeni mi?
--Elbisenizi kastediyorum.
--Unuttunuz mu?
--Neyi anlamadım.
--Siz hediye ettiniz bunu bana.
--İnanın hatırlamakta güçlük çekiyorum.
--Alışkın değilsiniz galiba!
--Neye anlamadım.
--İçkiye, gerçi içmediniz ama benden beter sarhoş olmuşsunuz baksanıza,
akşam siz dediniz hiç haz etmiyorum diye ,ama unutmanızı yadırgadım doğrusu
--Neyse bırakalım bunları, ne yapmayı düşünüyorsunuz, ?
--Önce kahvaltı, sonra, sonrasını bilmiyorum .
Boş tavırları gündüzde devam ediyordu, anlam vermekte güçlük çekiyordum, ama kendimi ondan uzak durduramıyordum, beynimi kemiren düşüncelere inat gönlümde bir duygusallık hüküm sürüyordu.
Çok tuhaf duygular içindeydim, kaybettiğim onca yıldan sonra tekrar bu şehre gelip 11 yıl önceki duygular hakimdi gönlümde. Otelin kahvaltı salonunda güzel bir kahvaltıdan sonra artık vedalaşma zamanı geldiğini düşündüğüm bir ara çok şaşırdığım bir soru ile karşılaştım.
-- Dilerseniz sizi evimde misafir etmek istiyorum
-- Bilmem ki, sizce uygun olur mu?
-- Evet neden olmasın lütfen bana karşı yaptığınız onca fedakârlıktan sonra sizi bir gece misafir etmem çok mu? Derken gözlerinin içi gülüyordu.
--Estagfırullah fedakârlık ne demek, yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı
Aslında bu benim için fırsattı Aysel’i yakından tanıma adına kabul etmiştim.
Otelden ayrıldıktan sonra bir taksiye binip evine doğru yola çıktık.
O sırada zihnimi meşgul eden sorular bir, bir belirtmeye başladı
Acaba doğrumu yapıyorum yoksa yanlışlar seline kapılmış bir salmıyım? diye düşünmeye başladığım bir anda beni dalgın gören Aysel’in suali ile irkildim.
-- Daldınız, neden böyle dalıp gidiyorsunuz?
--Sadece düşünüyorum
-- Kimi, Mahsuru yok ise anlatır mısınız?
-- Sizi düşünüyorum
-- Hım beni mi?
-- Evet, birde yaptığımın doğru olup olmadığını düşünüyordum.
-- Neden, ne yaptınız ki
-- İlk karşılaştığım bir kadının evine gitmek doğru olur mu sizce?
-- Neden doğru olmasın?
-- Bilmiyorum, peki komşular, kızınız ne der nasıl karşılar ?
--Siz hiç merak etmeyin, komşularımda kızımda hakkınızda suizan yapacak insan değildirler.
Bu konuşmaları bana güven vermiş ve beni cesaretlendirmişti, ama bir yandan’ da yaptıklarıma bir mana veremiyordum. Bana ne oldu da böylesine yumuşak davranıp kendi kararlarımı uygulamaktan beni alıkoyuyordu.Ben her zaman için meselelere soğukkanlı bir biçimde yaklaşıyorken neden bugün böylesine düşüncesizce hareket etmiştim.Bu arada Aysel’in problemi zihnime takıldı birden.Nasıl olacaktı, ne yapacaktı da bu sorunu kökünden halledecekti.Bir çok soru zihnime hücum ediyor ama bir türlü kesin sonucu bulduğuma inanmıyordum.Ancak bütün düğüm o geceki adamın bulunmasıyla ortaya çıkacaktı.Aysel’in benden bir şeyleri sakladığı gün gibi aşikârdı.
Ben düşünceler içerisindeyken tatlı bir ses ile irkilmiştim, dönüp baktığımda küçük bir kız çocuğu pantolon paçasından çekiyor ve bir şeyler söyler gibi ileriyi işaret ediyordu daha sonra gözden kaybolarak apartmana doğru uzaklaştı.Bu Aysel’in sözünü ettiği kızı Buket olmalıydı. Bir ara evlerinin penceresinden Aysel’in seslendiğini duydum.Ayselin sesi ile geçmişe yıllar öncesine dönmüş gibi bir his hakimdi hücrelerimde, bir şizofreni gibi geçmişimi arama yolunda bocalayarak adım atıyordum.Emin adım diyemeyeceğim adımlarla hayat girdabında kaybolup gitmemek için beynimi kemiren düşüncelerle mücadele ediyordum.Bir müminin inziva sabrını gösteriyordum kendimi o kadar boş ve çaresiz hissettiğim günlerden birindeydim,boş bakışlarla etrafa bakıyor ve ne yaptığımı çözemiyordum, zihnimde oluşan suallere bir cevap bulsan rahatlayacaksın diye kendi kendime söyleniyordum ki Aysel’in sesi ile irkildim;
--Orada daha ne kadar beklemeyi düşünüyorsunuz?
--Doğru cevabı bulduğuma emin olana değin buradayım,
--Ya bulamazsanız?
--O halde başladığım noktaya dönmek istiyorum.
--Yani?
--Yanisi şu, ilk tanıştığımız mahalleye gitme kararındayım.
--Anlaşılan benimle vakit geçirmekten bıkmışa benziyorsunuz.
--Bunu da nerden çıkardınız?
--Baksanıza çabuk pes ediyorsunuz.
--Kusura bakmayın ama yaptığımın doğru olup olmadığı hususunda bocalıyorum,yıllar sonra Adana’ya geliyorum ve karşımda hiç tanımadığım insanlar buda yetmezmiş gibi,anlamadığım olayların içerisinde hiç hak etmediğim davranışlara maruz kalıyorum buda beni çileden çıkarmaya yetiyor, siz yerimde olsaydınız ne yapardınız?
Bu konuşmalarımın ardından evinin küçük penceresin’ den yaşlı gözlerle bakmaya başlamıştı, gözlerindeki sevinç ve tebessüm yerini acı ve kedere bırakmıştı,hiç dayanamadığım yaşlı gözlerine bir kaç dakika dalgın, dalgın baktım,karşımda bir kadının ağlamasından hiç hoşlanmazdım, buda beni üzmeye yetmişti.Daha fazla dayanamıyarak ve hiç tereddütsüz bir biçimde dayanamayarak seslendim.
--Geliyorum yeter ki artık ağlamayın karşımda bu şekilde ağlamanıza dayanacak gücüm kalmadı
Yalnızlıktan bunalmış ve her şeyi bana dayamıştı diye düşünmeden kendimi alamıyordum.Bu arada bu düşüncelerdeyken yavaş, yavaş adımlar atıyor ve apartmanın kapısından girmeye hazırlanıyordum, ama yinede rabbim bu ben miyim? ne oldu nasıl bu olaylar silsilesinin içersindeyim ne olur bana yardım et diye dualar ediyordum.Gayri ihtiyari biçimde kapıları budur diye zile basmaya hazırlandığım bir ara kapının açıldığını fark ettim.Boynuma sarılıp sevinç çığlıkları atan bu kız Aysel’in kızı diye düşünüyordum, çok geçme den Aysel kapıda belirdi ve beni karşılayıp valizleri içeri aldı.
--Fakir hanemize hoş gel diniz, şeref verdiniz
--Estağfirullah o şeref bendenize ait Aysel hanım
--Az önce kırıcı konuştuğum için özür diliyorum beni bağışlayın.
--Yok canım geldiniz ya bu bana yeter
Acıların üzerine çığ gibi geldiği bu insanı merak etmeye başlamıştım, hiç tanımadığı birini evine alıp misafir eden bu saf insanın başına koca şehirde neler gelmezdi ki diye düşünüyordum , hem’ de koca evde yalnız yaşayan, sözleri maziye sitemle dolu, konuşurken gözlerinin içi gülen ve tanımasa bile insanlardan umut bekleyen, birazcık mutluluk huzur isteyen tebessüm ettiğinde insana yaşama sevinci veren bu saf ana dolu kadınını tanımak için sabırsızlanıyor söze nereden başlayacağı mı bilemiyordum.O sırada duvarda asılı duran aile fotoğrafına işaret ederek sordum.
--Sanırım eşiniz olmalı ?
--Evet kalp krizinden öldü
Mahcup bir ifade ile af edersiniz bilmiyordum dedim.
--Hayır zaten her gece içip hayatı hem bana hem’ de kendisine zehir ediyordu belasını buldu nihayetinde öldü.
--Çok mu içerdi dediğimde.
--Bırakalım şimdi bunları, bir konuğumuz var değil mi?
Ortam çok samimi bir hale gelmişti, muhabbetin en koyu olduğu bir zaman dilimine gelmiştik.Bu arada kızı gözlerini bana dikmiş dikkatlice süzüyordu.Bakışlarından rahatsız olmuyor değildim, bu arada Aysel’e dönerek;
-Bakın Aysel hanım söylemiştim size, kızınızın hoş karşılamayacağını değil mi?
-Ha omu boş verin o öyle boş ve anlamsız bakışlarla bakar etrafa rahatsız olmayın
O sırada işaret dili ile kızını gönderdi ve ben o anda çok büyük bir pot kırdığımın bilincine varmıştım ama iş işten geçmişti.Yaptığım hatayı telafi etme adına Aysele dönerek;
--Adı ne bu küçükhanım efendinin?
--Buket
--Hım söylemiştiniz kusura bakmayın hafıza-i beşer nisyan ile maluldur.
-
-Unuttunuz mu?
--Evet bağışlayın söyler misiniz? kızınız ne zamandan beri bu halde ?
--Yedi yaşında havale geçirmesi ile birlikte bu hale geldi.
--Peki tıbben bir çaresi yok mu?
--Açıkçası var ama durumumu biliyorsunuz çalışmıyorum.
Bunu duyduğum andan itibaren Aysel’e ve kızı Bukete yardım etmek istiyordum, gözlerinin içi gülen bu dünya tatlısı kızın konuşamıyor ve duyamıyor olması beni son derece rahatsız etmişti.
-Aysel hanım eğer kabul ederseniz sizden kızınız Buket adına izin alacağım.
--İzin mi? ne izni açık konuşur musunuz?
--Evet sizin anlayacağınız Buketi bir sağlık kuruluşunda muayene etmek istiyorum, ama bir müddet ayrı kalacaksınız, Buket için olumlu sonuçlar doğuracağı kanaatindeyim hım ne dersiniz?
Yaşlı gözlerle bana bakarken sanki evet der gibiydi, ama analık içgüdüsü taşıdığı için kızından ayrı kalmak istemiyor gibi bir hali vardı.Şimdi düşünme sırası Aysele gelmişti, çok geçmeden kararını vermesi gerekiyordu, ve düşünülecek zamanı yoktu, hemen yola çıkmak gerektiğini ve işlemleri başlatma adına duygusal davranmaması gerekiyordu.Eylül yağmurunu aratmayan gözyaşlarını elimle silerek konuşmaya başladım.
--Aysel hanım daha ne düşünüyorsun ki?
--Atilla bu iyiliği bana yapar mısın?
--Aysel hanım tabi yaparım ama bunu iyilik olarak kabul etme, bu senin ve Buketin en tabii hakkı, lütfen çabuk karar ver.
Böylesine bir iyiliği hak etmediğini düşünüyordu, karmakarışık duygular içindeydi, kederli hali yerini düşünceye bırakmıştı, elleri sevinçten mi yada kararsızlıktan mı titriyordu buna anlam vermiyordum, o sırada baygınlık geçirip yere yığılmıştı, ne yapacağımı şaşırmış bir halde idim, Buket bana bir şeyler yap dercesine bakıyordu, soğukkanlı olmalıydım, bir ambulans çağırıp acile götürmem gerekiyordu,gözlerim birden duvarda asılı duran ilk yardım dolabına ilişti, ama gerekli olan malzemeler yerinde yoktu, vitrindeki kolonya olacağını düşünüp hızlı bir şekilde aramaya koyulmuştum ama nafile bir kolonya bile yoktu evlerinde. Nabzına baktığımda halen atıyordu, son bir gayretle kucağıma alıp koşar adımlarla karşıdaki devlet hastanesine götürmek üzere bir taksi çevirip acile diye bağırdığımı hatırlıyordum hay aksi Buketi tamamen unutmuştum telaşımdan
Buket tamamen aklımdan çıkmıştı, birden Aysel’i öylece bırakıp Buketin yanına doğru koşmaya başladım.Buketi kucağıma alıp evin anahtarıyla birlikte taksiye doğru ilerliyordum.Buketi kucağıma alıp kapının kilidini arama telaşındaydım ki ansızın çalan telefonla irkildim.Korkak ve tedirgin duygular içinde düşüncesiz bir biçimde ahizeyi kaldırdım.
--Alo kiminle görüşüyorum?
--Aysel hanımla görüşmek istiyordum.
--Siz kimsiniz?
--Ahmet derseniz kendisi beni çok iyi bilir, onun ilacı bende
Ne biçim ağızlardı bunlar diye düşünmeden kendimi alamıyordum.Ama öğrenmek istiyordum, sorduğumda pek de iç açıcı yanıtlar ve yalanlarla dolu bir konuşma meydana çıkmıştı.Evet tahmin ettiğiniz gibi bu ses öldü dediği eşinden bir başkası değildi.Telefonda ki sesle aramızda şu diyaloglar geçtigini gün gibi hatırlıyordum.
--Ne için aradığınızı öğrenebilir miyim?
--Bakın beyefendi ben Buketin babasıyım.
--Babası mı?
--Evet ben Ahmet Pişkin oğlu , Buketin babası
--Beni böyle sorgulayan birini tanımak isterim doğrusu
--Kusura bakmayın, şimdi kafam öyle karıştı ki ne diyeceğimi bilemiyorum.
--Neden, ne oldu ki?
--Boş verin, benim kim olduğum önemli değil şimdi?
--Şimdi Aysel hanımı düşünmek zorundayım.
--Neden ne oldu ki Aysel’e, yine bayıldı mı?
--Evet ama siz bunu nerden biliyorsunuz?
--Aldığı uyuşturucuların etkisi bünyesini sarsmış olmalı?
--Uyuşturucu mu?
Alaylı bir ifade ile kahkaha atarak devam etti telefonda ki ses;
--Evet, yaşadığı travmadan kurtulması için yüksek dozda eroin enjekte ettim de ha. ha, ha
--Bunun hayatına mal olacağını biliyor musunuz?
--Boş verin bunu kendisi istedi ben değil, sonuçlarına katlanması lazım değil mi?
Kızgın bir ses tonu ile telefonu son sözlerimi söyleyip bu anlamsız konuşmaya son verdim.
--Peki boş verdiğiniz bu insanı neden rahatsız ediyorsunuz, acılar içinde olması size zevk mi veriyor? sakın bir daha Aysel hanımı rahatsız etmeyin yoksa karşınızda beni bulursunuz anlaşıl dımı?
O sırada anahtarı alıp kapıyı kapatır kapatmaz taksiye doğru koşmuştum, evleri hastane binasının karşı kısımlarında olduğu için bir kaç dakika içinde hastane aciline gelmiştik. Ne olursa olsun ve ne yaşamışsa yaşasın bir insanın acılar içinde kıvranmasına tahammül edemezdim.İnsan hayatı bu kadar ucuz değildi çünki. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ki hastane odasında gözlerini aralayarak:
--Ne oldu bana?
--Sadece bir baygınlık geçirdiniz.
--Buket, buket nerde?
--Telaş etmeyin ve kendinizi yormayın, buket uyuyor.
Gözlerini bir kaç dakika bana dikerek, sanki bir şeyler soracakmış gibi bir kaç dakika öylece kaldıktan sonra derin bir nefes alarak:
-
--Atilla söylediklerinde ciddisin değil mi?
--Elbette hem de hiç olmadığım kadar
--Neden yapıyorsun bunu hem de hiç beni tanımıyorsun ki?
--İnsanlık öldü mü? Aysel hanım
--Çok, çok iyisin biliyor musun?
--Bırakalım şimdi bunları, senin hayatın benim için çok önemli iyilik mevzu bahis değil.
Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum, daha hayatının baharında olan biri eriyor ve ben buna bir şey yapamıyordum ve o can alıcı cümleyi kullandığında ise kederli ve nemli olan gözlerim artık dayanamadı ve Eylül yağmuru gibi ansızın boşalıverdi.
--Sizden şimdi bana söz vermenizi istiyorum.
--Evet sizi dinliyorum.
--Bana bir şey olursa Bukete bakmanı istiyorum bunun için bana söz ver.
--Saçmalamayın lütfen size bir şey olmayacak, yine eskisi gibi Eylül yağmurundan sonra çıkan gökkuşağını izleyeceksiniz, ama ille de söz vermemi İstiyorsanız unutmayın ki ben bu sözü gece klübün’de daha önce vermiştim.
İkimizde birbirimizi teselli edercesine sarılıp hıçkırıklara boğulmuş ve bir kaç dakika öylece kalakalmıştık.
Sanki yeni kavuşmuş sevgililer gibi bir his hakimdi içimizde, öylesine sımsıkı birbirimize sarılmıştık ki bizi görenler yıllardır birbirimizi görmediğimizi ve hasret gideren ve birbirlerine ölesiye bağlı sevgili demekten kendilerini alamamışlardır diye ağlarken hemşirenin sesi ile ayrıldık.
--Bu anı bölmek istemezdim ama ilaç vakti geldi.
--Hadi sil bakalım göz yaşlarını biraz toparlan, ilaç vaktin geldi bak.
--Haklısınız ama göz pınarları dolmaya görsün bir anda boşalıyor hemen duygulanınca
İlaçların sakinleştirici olduğu birkaç dakika sonra etkisini göstermesinden anlaşılmıştı.
Ağlayan gözleri yerini derin bir uykuya vermiş derin soluklar alarak uyuyordu o sırada
hemşireye dönerek bir şeyler sormam gerektiği hissi içimi kapladığı zaman iyi haberlerini almak istercesine yalvaran gözlerle hemşireye dönerek;
--Daha ne kadar buradayız söyler misiniz bu ortam beni ve onu rahatsız ediyor da.
--Doktorla görüşür görüşmez çıkabilirsiniz
Aslında iyi olduğuna kanaat getirmemiş ve aklımda yanıt bulmaya hasret sualler vardı.
Rabbim bir insan bu kadar saf ve temiz olabilir mi ve neden bu musibetler hep iyi insanları buluyor diye kendi kendime düşünüyorken buketin hıçkırıkları ile irkildim, bir yandan ağlıyor beri yandan ise sanki benden bir şeyler istercesine anlamlı bir eda ile gözlerimin içine bakıyordu.
Müşahede odasında oturduğum bir ara bir yabancının beni gözetlediğini fark etmiş, kaçamak bakışlarla kim olduğunu anımsamaya çalışıyordum, birkaç dakikadan sonra konuşmalarından kim olduğunu anlamıştım.
O gece Aysel’i takip eden o yabancı olduğunun farkına varmıştım ki beni tanımadığıma kanaat getirerek Aysel’in odasına çıktığını gördüm, önce davranıp koşar adımlarla asansörle birlikte Aysel’in bulunduğu kata gelmiş ve yanına ulaşmıştım, korktuğum başıma gelmesin diye ani adımlarla hareket ediyor ona ulaşmaya çalışıyordum ki acı bir çığlık sesi ile yerimden ok gibi fırladığımda aklıma ilk gelen Aysel ve buketti çok geçmeden çığlığın sesinin bir akıl hastasına ait olduğunu fark ederek derin bir nefes aldım, müşahede odasına girdiğimde ise buketin annesi ile hasret giderdiğini görünce daha bir rahatladım.
--Şükürler olsun gözlerini aralamışsın
--Sen olmasan ben ne yapardım bu koca şehirde
--Bırak canım bunları mühim değil önemli olan sen ve buket
--Hem sana bir sürprizim var doktor beyle görüştüm sağlığına kavuştuğunu söyledi.
--O halde artık yatağa bağlı olmayacağım değil mi?
--Evet şimdi de biri daha sağlığına kavuşacak Aysel tabi izin verirsen.
Gözlerinde ki tebessüm daha bir artmış, sevincine bir sevinç daha eklenmiş ve gülerken gözlerinin içi gülüyorken birden hüzünlü bir biçimde ağlamaya başlamıştı, aslında sevinçten mi yoksa ayrılıktan mı ağladığına bir anlam verememiştim.
Ama bu durumu bilmesi ve alışması gerekli idi, buket’in sağlığını düşünüp her şeyden kararını çok çabuk vermesi gerekliydi.
Artık kaybedilecek vakit yoktu bir an önce buketin Almanya ya doğru hareket etmesi lazımdı, bu bir anne için en tarifsiz bir acı olacaktı, dokuz ay karnında taşıdığı nice zahmetlere gark olduğu yavrusu bir ay yanında olamayacaktı, ama sonunda acıları sevince dönüşecek ve eski yüreğindeki acısı biraz olsun hafifleyecekti, hasta yatağında derin düşüncelere dalmış ve her ayrılık sözcüğünü duyduğunda derin nefeslerle içini çekiyordu ağlayarak ama buketin sağlığını düşünmesi gerekiyordu, her acının sonunda bir mutluluğun olduğunu unutmamasını bilmesi gerektiğini defalarca söylemiştim bütün gücümü toplayarak son defa soruyordum defalarca sorduğum soruyu;
--Bak Aysel her şey hazır daha ne düşünüyorsun sadece 30 gün yani bir ay ayrı kalacaksın biliyorum bir annenin evladından ayrı kalmasının ne demek olduğunu bu onun için gerekli hem istersen bizde gideriz bütün düşündüğün bu ise ameliyattan bir gün sonra gideriz
--Peki o halde ama sen benim yanımdan ayrılmamaya söz verirsen
--Elbette bütün kalbimle söz veriyorum o halde yarın yolculuk hazırlıklarına başlıyoruz
--Hadi buketi ayrılmadan önce son defa kucakla ve yola koyulalım
--Sende mi gidiyorsun?
--Hayır canım ben buketi doktora emanet edip geri geleceğim inan bana
Bukete öyle bir kucaklaması vardı ki ağlamamak için kendimi zor tutuyordum, oldum olası ayrılık sahnelerine tahammül edemiyordum ama güçlü olmalıydım Aysel’ in karşısında bir damla gözyaşı her şeyi değiştirirdi, tam bu sırada eski hali tekrar başlamıştı, müşahede odasında feryatlar içerisinde ağlıyordu
Buket’ i kollarından almasam belini kıracak gibi sıkıyordu, bu sırada hemşirelerin gelip sakinleştirici yapmasının ardından ilacın etkisi ile gevşemiş ve derin bir uykuya dalmıştı, bu sırada hastanenin üç yüz metre ilerisindeki havalimanına gidip buketi Almanya uçağına dr İbrahim’in yanında bırakmıştım
Derin bir nefes almış ve rahatlamıştı, acısı biraz olsun hafiflemişti, aldığı ilacın etkisi ile sakinleşmiş derin bir uykuya dalmıştı yeniden, ben hiç vakit kaybetmeden buketi alıp yol hazırlığına başlamıştım.Taşlar bir bir yerine oturdu derken havalimanından ayrıldığım bir ara bir yabancının beni takip ettiğini fark ettim, sizinde anlayacağınız üzere katilden bir başkası değildi.
Anlaşılan daha çok işimiz var diye düşünürken ani bir hamle belindeki bıçağı çekip üzerime doğru gelmeye başladı, eski Fransız flimlerini aratmayacak bir çekişme aramızda başlamıştı, o kadar işimizin içinde birde hiç tanımadığım bir yabancı ile çarpışmak zorunda bırakılmıştım.
Birçok insanın gözleri önünde başlayan kavgayı incirlik hava üstü yakınlarında tel örgünün içerisine doğru çekip bitirme düşüncesi içersinde idim.
Aysel’in durumu ciddiyetini koruyordu daha yapılacak bir çok işi vardı olan bitenlerden haberi yoktu ve durumu bilmemesi sağlığı açısından daha uygun olacaktı sevinç ve hüzün yüreğine iyi gelmiyordu Aysel’in hastalığına doktorların verdikleri teşhisi duyduğum anda pek şaşırmamıştım bu her halinden belli idi yaşadığı hayat şartları yüzünden depresyon geçiriyordu anti depresanların neticesinde robot gibi bir hayat geçiriyor duyuyor fakat algılayamıyordu.
Ortada hazin bir tablo vardı Buket hastanede ve ne zaman çıkacağı belli değildi Aysel ise bir müddet daha müşahede altında olması sağlığı açısından iyi olacaktı.Benim aklım ise bir gece evvellinde kalmıştı,ve olan biteni anlamak istiyordum. Gözü dönmüş o adam her fırsatta karşımıza çıkacaktı bundan hiç kuşkum yoktu bir şeyler yapıp önlem almam ve harekete geçmek gerekiyordu. Hava limanında başıma gelenlerden hiç bir kimsenin haberi yoktu içimde tedirginlikler başlamıştı elini kolunu sallayarak hastane odasına kadar cinayet için gelen bu adamdan her şeyi bekliyordum artık ve sorumlu olduğum bir kadın vardı düşündüğüm vakaların vücuda gelmemesi için önlem almam gerekliydi güvenliğinden şüphe ettiğim hastaneden bir an önce Aysel’i çıkarmam gereğini hissediyordum.Hastane başhekimi ile irtibata geçip durumu bildirmem gerektiğini düşünüyordum.Danışmaya indiğimde görevlilerin konuşmalarına şahit olmuştum,Adana emniyetinin hastanede olduğunu çok geçmeden öğrenmiştim derin bir nefes almış ve bir nebze’de olsa rahatlamıştım ama içimde daha kuşkular hüküm sürüyordu önlem almam gerektiğini düşünerek hastane girişinde bekleyen bir memura yaklaşarak:
--Af ederseniz amir bey ile acilen görüşmek istiyorum
--Neden bir durum mu var?
--Bunu ancak kendisine anlatabilirim lütfen anlayın
--Peki o halde siz bekleyin ben durumu bildireyim
--Lütfen çabuk olun
Memur kuşkulanmıştı koşarak karşıdaki araca doğru diğer memurlarla görüşüyordu bu arada konuşurken de beni gösterip duruyordu, bir hayli tedirginlik içindeydim aklım Aysel’de kalmıştı çok geçme den beni bana seslendi;
--Buyurun amir bey sizi bekliyor
-
-Teşekkür ederim
--Buyurun beni görmek istemişsiniz
--Evet amirim hal ve durumlarından şüphelendiğim bir kişi peşimde
--Eşgalini biliyor musunuz?
--Evet komiser bey tarif edeyim
Eşgalin’i anlattığımda aynı şahsı aradıklarını fark etmiş daha bir rahatlamıştım.Anladığım kadarı ile azılı bir katil olduğunu ve bütün emniyet güçleri aynı kişiyi aylardır arıyorlar ve son olarak hastane bahçesinde görüldüğünü söylüyorlardı.Bütün basın hastane girişinde emniyet amirinin yapacağı açıklama için bekliyorlar ve yavaş, yavaş hazırlıklar yapılıyordu, kuş uçmuyordu.Çok geçmeden hastane büyük kuvvetlerce sarılmış,olay bütün Türkiye’de geniş yankı uyandırmıştı.
Bütün önlemler alınmış hazır bulunan güvenlik güçleri belirlenen yerlerdeki mevzilerde tetik de bekliyorlardı.
Olası bir olumsuzluk durumunda bütün hastane ayaklanabilir ve bir yanlışlık ile facianın çıkması söz konusu olacaktı.
Basın mensupları kameraları hastane’nin giriş kapısına çevirmiş bütün televizyonlar canlı yayına başlamıştı.
Birden ortalığa bir uğultu hakim olmuştu emniyet amirinin kapıda görünmesi ile birlikte bütün güvenlik güçleri hazır kıta bekliyorlardı, nihayet beklenen açıklamanın yapılması için hazırlanan platforma çıkan emniyet amiri sözlerine başlamıştı;
--Değerli vatandaşlar ekiplerimizin büyük bir titizlikle gerçekleştirdikleri operasyonlar neticesinde terör örgütünün önemli bir ayağı olan ve german lakabı ile anılan ele başı nihayet yakalanmıştır diyordu.
Emniyet güçlerine dönerek:
--Sizlere gösterdiğiniz duyarlılıktan ötürü çok teşekkür ediyor başarılarınızın devamını dilerken terör örgütüne bir darbe daha vurmanın sevincini bende sizinle birlikte yaşıyorum diye sözleri nihayet bulmuştu.
2.BÖLÜM
SIRLAR DÜNYASI
Bu açıklamadan sonra derin bir nefes almıştım, nihayet Aysel’in kabus gibi günleri sona ermişti artık onu ve kızını güzel günler bekliyordu.Katilin yakalanmasının ardından bir ay geçmişti ama olay halen insanların gündeminden düşmemişti.Hangi topluma gitsem bu konuyu konuşuyorlardı,aradan bir ay geçmesine karşın Aysel’in hiç bir şeyden haberi yoktu, nasıl olsun ki kendisini toparlayacağı zaman diliminin ilk yarısı henüz bitmişti.Artık bütün zamanlarımı Ayselle birlikte geçiriyordum,ona öylesine alışmıştım ki bir ay sonra nasıl ayrılacağım diye kara kara düşünmeye başlamıştım ama daha işlerimi henüz bitirmemiştim.
Bir ara Buketin kim olduğunu sorduğunda çok şaşırmıştım ama bozuntuya vermeyerek cevaplamıştım.
--Hım Buket senin kızın oluyor canım
--Kızın mı oluyor dedin sen?
--Evet senin öz be öz kızın oluyor
--Peki şu an nerde?
--Almanya’da
--Tamam da ne işi var Almanya’da?
Bu diyaloglardan sonra anladım ki işin en zor kısmına geliyordum.
Doktorun bahsettiği hastalık süreci git gide uzuyordu hafıza kaybı daha da ilerlemişti,bazen kendi adını ve beni dahi unuttuğu oluyordu bu bana sonsuz bir ızdırap veriyordu fakat elimden bir şey gelmiyordu her geçen gün bir gün daha kahroluyordum zamana bırakmalısın diye kendi kendimi teskin ediyordum.
Konuştuğum zaman konuşuyor,sormadan bir şeyi söylemiyordu öylesine masum bir hali vardı ki derin gök yüzüne gözlerini dikmiş ufuktaki güneşe gözleri dalıyordu,saatlerce ufukta güneşi izliyordu izlerken’ de gülümsüyordu. Yüzünde sürekli çocuksu tebessüm hakimdi.O sırada otel odasında oturduğum bir ara resepsiyondan beni çağırdıklarını farkettim,acilen indiğim zaman postacının beni beklediğini görmüş ve anlamıştım mektup doktordan geliyordu.
Hayırlı haberlerini almak ümidi ile sabırsız bir şekilde zarfı açtığımda içinden bir fotoğrafın olduğunu görmüştüm.
Buket bu yapılan operasyonlara olumlu yanıt vermiş gözleri gülümsüyordu.
Bir ay içinde çok başarılı operasyonlar uygulanan Buket eski sağlığına yavaş, yavaş kavuşuyordu,doktorların üzerinde büyük bir titizlikle çalıştığı Buket konuşulanları algılıyor ve duyduğu sözlerle tümceler üretiyordu ama asıl sürpriz’i bir hafta sonra ortaya çıkacaktı.
Aysel’in hali ciddiyetini koruyor, uykusuz geceler geçiriyordu.Yapılan teşhislere cevap vermiyordu.Hastalığı ilerlemiş kritik evreye geliyordu.Doktorların ümit var olun dedikleri Aysel bitkisel hayata girmek üzereydi,baygınlıkların ardı arkası gelmiyordu, sanki öleceğini biliyor gibi idi.
Bir gece mezarlığa gitmek istediğini söyledi ve beni korkutuyordu.
Mezarlığa gider gitmez bir kabir’e gelerek dua ediyor fatiha okuyordu, ama ortada çok tuhaf bir şey vardı.Bu kabirde yatanı tanımadığı belli oluyordu.
İşin tuhafı bu kabir benim babamın kabri idi bir ara bana dönerek;
--Biliyor musun Atilla?
--Neyi?
--Bu kabirdeki yatan kişiyi ben bir çok kere rüyamda görüyordum.
--Anlamadım
--Anlaşılmayacak bir şey yok canım
--Hayır anlamadığım şey ne biliyor musun?
--Ne Atilla?
-
- Bu kabrin sahibi benim on bir yıl önce vefat eden babam biliyor musun?
--Baban mı?
--Evet babamın mezarı burası
Gözlerini öyle bir şaşkınlıkla açışı vardı ki o anı hiç aklımdan çıkarmam mümkün değildi.
Ağlıyordu hıçkıra, hıçkıra için, için ağlıyordu.Bu sefer sinirden değil sevinçten ağladığı anlaşılıyordu.Göz yaşları yüreğine akıtıyor toprakları avuçlayıp dualar ederek ağlıyordu.Şimdi her şey’i daha iyi anlaşılıyordu bu yaşananlar tesadüf değil tam anlamı ile bir tevafuktu.
Kabrin başında dualar ettiği sırada hayret ve şaşılacak bir olay o esnada ceryan etmişti, gözleri parlamaya başlamıştı, nutkum tutulmuştu.
Dizlerimin bağı çözülmüştü, kıyameti aratmayan sahneler gözlerimin önünden flim şeridi gibi dönmeye başlamıştı.
Mezardan yükselen bir ışık uzmesi anda gök yüzüne doğru bütün semayı kaplayarak yükseliyor ve bütün kabristanı kaplamaya başlamıştı.
Ürkütücü bir durumdu, fakat hiç korkmuyordu, bütün kabristan ışıl, ışıl bir kandil gibi yanmaya başlamıştı.Mucizevi bu olayı izlerken ürperiyor,heyecanlanmaya başlamıştım. Aysel ise saatlerce kabrin başında dualar ediyordu, hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyordum.
Başımı ellerimin arasına almış bu halin bitmesi için yalvarmaya başlamıştım.Metafizik kanunlarını alt üst eden bu olağan üstü durumu pür dikkat izlemeye başlamıştım, sabah saatlerine kadar bu hal devam ediyordu ezanlar okunduğu bir ara baygınlık geçirip dayanamayarak yere yığılmıştım.
Ayıldığımda tan yeri ağarmış şafak çoktan sökmüştü. Aysele baktığımda mezar taşınna başını dayamış uyuyordu.
Fakat oda nesi, saçlarına baktığımda apak olmuştu, Şaşkınlığımı gizleyemeyerek;
--Ne oldu saçlarına böyle?
--Bilmiyorum.
--Dün çok kötü bir rüya gördüm, kalkığımda halen etkisindeydim dedi tedirgin bakışlarla devam etti;
--Karmakarışık duygular içindeyim, ne yana baksam kör karanlıklar ve tedirginliklerle dolu bakışlar üzerimde olduğunu his ediyorum dedi korkarak.
Ağır bir depresyon geçiriyordu, gecelerin yüreğine bir ok gibi saplanmasından hiç akşam olsun istemiyordu.Uzman bir doktora görünmeden iyi olmayacağını biliyordum,hazırlan yarın doktora gidiyoruz bu bütün olan biteni anlatmamız gerektiğini söylemiştim ama kime gidelim diye düşündüğüm bi ara telefon çalıyordu dalgınlıktan çalan telefonu duyamıyordum Aysel haber vermeseydi açamayacaktım, arayanın Alper olduğunu fark ettiğim de Aysel’e bakarak;
--Biz doktoru ararken doktor bizi buldu bak
--Doktor mu dedi Aysel bitkin bir ses tonuyla.
--Evet dedim ve telefonu cevapladım.
--Alo efendim doktor nerden icap etti sen bizi arar mıydın?
--Atilla nasılsın bir sesini duyayım dedim dostum.
--Yine hızır gibi yetiştin biliyor musun kardeşim.
--Bende neden kulaklarım çınlıyor diyordum
--Alper çok garip bir olay ile karşı karşıyayım ama bunu yüz yüze görüşmemiz lazım, hem sende yakından görürsün kardeşim.
--Bak şimdi meraklandım ha ne gibi bir olay bu?
-
-Alper dediğim gibi bunu telefonda söyleyerek bir neticeye varamayız buluşup konuşuruz olur mu?
--Nerdesin? hemen yerini söyle
--Yo hayır ben kliniği biliyorum yarın sabah saatlerinde görüşürüz
--Peki tam sekizde bekliyorum dedi Alper.
--Sağ ol dostum beni yarı yolda bırakmayacağını biliyordum.
Aysel’e dönerek;
--Tamam oldu bu iş yarın bizi bekliyor gideriz değil mi?
İçinde bulunduğu durumdan kurtulmak istercesine evet der gibi başını salladı Aysel.
Küçük saat civarında bir iş hanında bulunan kliniğine gittiğimizde bizi çok güze bir şekilde karşılamış, akşam yemeğini birlikte olmak için çoktan rezervasyon yapmıştı ama şimdi asıl problem Aysel’in bu hali idi, beyaz saçları yüzünden çok yaşlı görünüyordu, hayretler içerisinde bana bakan Alper’e dönerek gayet samimi bir şekilde;
--Doktor nerelerdesin kardeşim, kariyer sahibi olmak kolay olmasa gerek.
Alper alabildiğine neşeli bir ses tonu ile;
--Ya ne demezsin sinek avlıyoruz, bir müşteri yani bir hasta bile gelmiyor bu lanet şehirde
--Deliler ile aran nasıl dostum.
--Ya git işine dostum herkes akıllı kesildi başıma baksana.
--Birader ben mi dedim deli doktoru ol diye
O sırada bu güzel bayanla beni tanıştırmayacak mısın dedi Alper.
Elbette tanıştırayım dedim ve devam ettim gülerek;
--Aysel hani sana dün bir doktordan bahsetmiştim ya
--Evet dedi Aysel.
--İşte o sözünü ettiğim doktor Alper bey dedim.
--Alper tanıştırayım hanımefendinin adı Aysel bir kaç gün önce tuhaf bir şekilde tanıştık ama şimdi sıkı bir dost olduk, telefonda belirtmiştim ama şimdi bir daha anlatayım istersen dedim.
--Hayır anlatmana gerek yok, Aysel hanım bize biraz izin verir misiniz?
Alper’le birlikte koridora çıkmıştık, bu arada bana bakarak devam etti:
--Zan ediyorum milyonda bir görünen bir vaka ile karşı karşıyayız dedi.
--Anlamadım Doktor ne vakası ?
--Anlatayım, Aysel hanım geçmişinde bir travma yaşamış ve yaşlılık hormonları zarar görmüş dedi ve ekledi;
Biz bu konuyu işlemiştik diyerek.
--Açık konuşur musun doktor netice nedir?
--Daha açık konuşacak olursak bu benim alanımın dışında kalıyor ama kendisini yarın bir hoca ile görüştürmekte fayda görüyorum şansınız varmış ki o hoca yarın buraya geliyor dedi.
Duyduklarım karşısında çok sevinmiştim ama bu kadar sevinmemem gerekiyordu, her şeye karşı hazırlıklı olmamda ve temkinli davranmamda fayda vardı.
Bütün düğüm yarın sabah hoca ile görüştüğümüz zaman çözülecekti, odasına döndüğümüzde Aysel’in hıçkırıklar içinde ağlıyor halde bulmuştuk.
--Aysel ne oldu neden ağlıyorsun?
--Korkuyorum Atilla çok, çok korkuyorum lütfen gidelim buradan.
Ürküyordu, anlamını bilmediği korkuları hakimdi yüreğinde ta derinlerde yaşadığı olayların etkisi olsa gerek çok korkuyordu deniz mavisi gözleri ağlamayı hak etmiyordu kader deyip iç çekiyordu. teselli edercesine sarılarak;
--Merak etme ve korkma bak ben yanındayım kimse sana zarar veremez dedim.
Ne olur götür beni buradan diyerek hıçkırıklara boğulmuştu.Alper yarını unutmayın dercesine gözlerimin içine bakıyordu.
Gözlerindeki yaşı elimle silerken sıkıya sarılmıştım, kliniğin dış kapısına doğru ilerlemeye başlamıştık.Dışarı çıktığımız zaman derin bir nefes almış ve dualar ediyordu, şaşırmıştım sanki gökyüzünde bir şey varmış gibi boş bakışlarla gök yüzüne bakıyor kahkahalar atıyordu.Alpere baktığımda odasının penceresinden bütün olan biteni izliyordu.Bir gün sonrası idi, klinikte beklediğimiz bir ara Alper’in sesi tüm koridorda yankılanıyordu.Bizi gördüğünde afallamış bir hali vardı ve pek sinirlendiği ses tonundan anlaşılıyordu. O sırada geldiğimi’ zi fark ederek:
--İyi günler Aysel hanım
--İyi günler Doktor Bey nasılsınız?
Çok tuhaf bir şey olmuş Aysel Alper Bey’in sesini duyunca neşelenmişti.Farkında değildi ama ondan git gide hoşlanmaya başlamıştı.
Benim yanımda kendisini çok mutlu ve huzurlu hissettiği’ni söyleyen Aysel Doktora çok garip duygular besliyordu.Kıskanmıştım, ama bir şey yapamıyordum.
Bir kaç gün sonra unutur diye düşünüyor kafamda kuruntulara yer vermiyordum çün ki Alper’e çok güveniyordum.Aysel ve Alper vazgeçilmez insanlardı.
Doktorun sözünü ettiği kişi içerde ve yüksek sesle Alper’e bir şeyler anlatıyordu, Alper’in neden sinirli bir şekilde cevap verdiğini anlayabiliyorum, adam son derece titiz Alper ise o kadar dağınık bir hayat sürdürüyordu, çok hararetli bir tartışma ortamı olmaya başlamıştı.Sesleri bütün klinikten duyuluyordu.
Hararetli başlayan tartışmalar Alper’in dışarı çıkması ile son bulacağı bir sırada kapıdan çıkarken;
--O hoş geldiniz neden beni aramadınız? dedi hiç bozmayarak.
--Alper bu o mu?
--Hım kim omu? üstat ne diyorsun Allah aşkına?
--Yani dün sözünü ettiğin hoca omu?
--Canı cehenneme evet o
--Ne oluyor Doktor
--Hani sözünü çok ediyordum ya, yani çok kulaklarını çınlatıyordum
--Evet Doktorcuğum.
--İnan senin hatırın olmasa hiç çekilecek bir adam değil bu.
--Abartma Doktor, huyundur her şeyi abartıyorsun
--Bahsettin mi bizden Doktor?
Evet dercesine başını salladı Doktor, Aysel’e baktığımda üzerinde yine durgun bir hal vardı, artık çözemiyordum ve bir an önce bu içinde bulunduğum kâbus gibi günden kurtulmanın yollarını arar gibi boş bakışlarla pencerenden dışarıyı seyrediyordum ve dayanacak gücüm kalmamış gözlerim uykusuz geçen günlerin ardından kızarmaya başlamıştı bu arada Doktor bizi çağırıyordu, Aysele cesaret verircesine sıkı,sıkı elini tutuyordum
--Artık sonuna geldik Aysel kâbus sona erecek her şey bu kapının arkasında hazırmısın?
--Ne olur elimi bırakma Atilla ne olur beni yalnız bırakma
--Buradayım ve yanındayım sen hiç merak etme
--Üstat hadi sizi bekliyorlar çabuk olun
--Geliyoruz Doktor geliyoruz
Tedirgin bakışlarla içeri girdiğimizde Alper’in masasında orta yaşlı bir adamın oturduğunu görmüştüm bizi görür görmez
bize döndü ve ;
--Sanırım Alper’in sözünü ettiği kişi siz olmalısınız değil mi?
--Evet hocam ben Alper beyin arkadaşı Atilla
Aysel’i göstererek;
--Güzel kızımızı tanıştırmayacak mısınız?
--Tanıştırayım hocam Alper bey sizden övgü ile bahsetti ve Aysel hanımın hastalığına doğru teşhisi sizin vereceğinizi söyledi ve bize ümit verdi hocam dedim
Aysel’deki değişikliği fark ettiğinde ise kızımızın bu hale gelmesinde rol oynayan sebep sanırım fizyolojik bir ortamdan kaynaklanıyor dediği zaman tekrarladım;
--Evet hocam bu anlattıklarınızı Alper beyde söyledi dedim.
--Hım dersine iyi çalışmış ama her nedende fakültede hiç o kadar çalışkan değildi diye ekledi.
--Ne yapmamız gerekiyor hocam söyler misiniz?
--Yapmanız gereken tek şey birkaç gün misafirimiz olacaksınız
--Nasıl yani? Misafir derken?
--Yani bir müddet hastanede kalmasının kızımızın sağlığı açısından daha iyi olacağı kanaatindeyim.
--Ama hocam bilmediğiniz bir husus var Aysel hanım hakkında
--Ne gibi bir husus mahsuru yok ise anlatır mısınız?
--Hocam isterseniz Aysel’i biraz dışarı çıkarabilir miyiz?
Doktor Aysel’e dönerek bizi biraz yalnız bırakabilir misiniz güzel kızım? Dedi.
O sırada kapıda Alper’in belirdiğini görmüştük, Aysel Alper’i görür görmez o doktor gözlerimiz yollarda kaldı neredeydiniz ? özlettiniz kendinizi demişti,doğrusu Alper’i kıskanmaya başlamıştım fakat Aysel’in sağlığı idi önemli olan ve böyle kıskaçlık krizlerine girmenin hiç sırası değildi diye duygularıma gem vurup duruyordum, ama kızmıyor’ da değildim, ulan biz Aysel için çabalıyoruz Aysel ’in yaptığına bak, çatık kaşlarla doktora baktığım sıralarda Aysel hadi dedi doktorcuğum dışarı çıkalım bak bizi burada istemiyorlar diye konuşmaya başlamıştı.
Hoca’ya dönerek;
--Neden bahsettiğime gelince Aysel’in durumu gözler önünde hocam görüyor musunuz? Dedim.
--Evet görüyorum ama dediğim gibi bu burada olacak bir iş değil, bu hal başımıza çok iş açar Atillacığım ve Aysel hanımın geçmiş yıllarda yaşadığı bir olumsuzluğun verdiği bir hal en çok iş sana düşüyor dediğinde korkmaya başlamıştım ve bana dönerek:
--Sence ne olabilir ve geçmişinde ne yaşamış geçmişe dair hiçbir şey anlatmadı mı?
--Aslında diye sözlerime başladım ve ilk tanıdığım günden bu yana neler yaşadığını en ince ayrıntısına kadar tüm detayları ile anlatmaya başlamıştım, anlattıklarımı hayretler içerisinde büyük bir dikkatle dinleyen doktor o gece mezarlıkta yaşananları anlattığım sırada şaşkınlığı bir kat daha artmaya başlamıştı, bütün olanları anlattığım zaman doktor şaşkın bir ifade ile;
--Mezarlıkta yaşananlara şahit oldunuz mu?
--Evet hocam her şeyi gözlerimle gördüm hayretler içerisinde sadece bütün yaşananlara bakakaldım
--Peki saçları o geceye kadar siyah mı idi?
--Evet hocam ne oldu ise o geceden sonra ak pak oldu.
Anlattıklarıma bir mana veremiyordu, doğa üstü güçleri olduğuna inanmaya başlamıştı, bir gecede beyazlayan saçlar, ve kişilik bozukluğu olan birine kimler ve ne yardım edebilirdi diye düşünceler içinde bocalıyordu doktor ama bir yolu olmalı idi eski günlerine ve eski sağlığına kavuşması gerekiyordu ama nasıl, nasıl olacaktı bir mucize olması gerekiyordu diye söylenmeye başlamıştı sözlerini keserek kısık bir ses tonu ile;
--Ama ne?
--Bilmiyorum bilinç altına indiğimizde bütün olanları ve tüm gerçekleri öğrenebiliriz dedi.
--Bilinçaltı mı? Nasıl olacak bu peki?
--Evet bilinçaltına inmemiz gerekiyor ama bu durum beni daha çok endişelendiriyor, aklının bir köşesinde bir yerlerde ağır bir tahribat söz konusu ve kişilik bozukluğu diye nitelendirdiğin şey ise anlamsız korkuları ve bizim için önemli olanda bu Atillacığım anlıyor musun?
--Evet hocam anlıyorum ama sadece anlamaktan öteye bir şey yapamıyoruz ve buda bizi derin bir girdaba sürüklüyor dedim.
Aradan birkaç gün geçmişti ve o gün yine Aysel’in hastanede randevusu vardı ve sabahın erken saatlerinde uzman doktor’un gözü gazetedeki özel bir habere takıldı. Haberde alman asıllı bir kadının yaşadıkları “Savaşta Yaşanan Mucize” başlığıyla duyuruluyordu. Gazetenin iç sayfalarında bu haberin tamamını buldu ve okumaya başladı. Röportajda alman asıllı gencin anlattıkları Aysel’in anlattıklarına çok benziyordu.
Doktor Alper ise önce bu anlatılanlara tesadüf gözü ie bakmaya başlamıştı ki sonra bu düşüncesinden vazgeçti ve bu kadar büyük bir tesadüfün de olamayacağı kafasını kurcalıyordu.
O gün Aysel’e birkaç soru daha soracaklardı ve gazetedeki haberden bahsetmeyeceklerdi bu sağlığı açısından olumlu bir davranış olacaktı diye düşünüyorlardı. Gitgide kendisini de enteresan olayların içine çeken Alper’in merakla beklediği hastasıyla görüşme vakti nihayet gelmişti.
Dün gece izlediği bir filimden etkilenerek baygınlık geçirmişti. Kendine geldiğinde
örümcek ağı ile örülü ve girişinde bir kuş yuvası olduğunu söyleyerek ağlıyordu.
Mağaranın içini buram, buram gül kokuları sarmaya başladığını atlıların mağaraya yaklaşarak çok uzağa gidemezler çok çabuk yakalayacağız gibi tehdit dolu cümleler sarf ediyorlardı, anlamaya başlamıştım gece yarısı izlediği film çağrıdan bir başkası değildi. Hıçkırıklar içinde anlatmaya başlamıştı;
-- Ayıldığımda gül kokularını his edebiliyordum.
--Diz üstü çökerek dua ediyordum, mağaranın içinde iki kişi vardı bir şeyler konuşuyorlardı.
-- Mağara kapkaranlıktı, davudi bir ses duyuyordum ve o konuşurken karanlık olan mağaranın içi ışıldamaya başlamış, başımı kaldırıp baktığımda yüzünün ışıltısından gözlerim kamaşıyordu, sakallarının birkaç teli beyazlamıştı, cümlelerin ahengi o kadar güzel çıkıyordu ki hiçbir ses bu kadar güzel gelmemişti, dizlerinin önüne çökerek ne olur bana dua edin ey sevgili kişi diye yalvarmaya başlamıştım ve mübarek elleri ile saçlarımı okşamaya başlamıştı bu kadar pamuksu bir dokunuş olur mu diye düşünüyordum dedi ve ağlayarak devam ediyordu.
O sırada dedi yıllar önce yazdığım bir şiiri Sevgililer sevgilisinin huzurunda okumaya başladım derken hıçkırıklar içinde şiiri aynı tonla okumaya başladı:
Sevgili dedi ıslak gözleri ile ve devam etti:
Tutuşur ruhumda aşkın alevi,
Ne zaman ismini ansam sevgili,
Yarın ol mizanda kıyamet günü,
Şefaatinden mahrum etme sevgili,
Gönlüme ol özge mihman bilmişim,
Derdime derdini derman bilmişim,
Seninle yaşarken sensiz kalmışım,
Derdimin dermanı gitme sevgili,
Yitik bir sevdaydı işte şuramda,
Gördüm gül yüzünü düşte rüyamda,
Kıyamet gününde ulu divanda,
Şefaat eyle yitme sevgili,
İçimde sönmeyen bir volkan kaynar,
Ellerimde hala sıcaklığı var,
Teksin bana sade sensin özge yar
Elinin tersi ile itme sevgili.
Şiiri okuduğunda derin düşüncelere dalmıştı, ufukta batmak üzere olan güneşi izlemeye başlamış ve eski halinden eser kalmamıştı, gülümsüyor ve sonrasında bir ismi tekrarlıyordu kısık bir sesle:
--Muhammed, Muhammet, Muhammet diyordu.
Ardından bana döndü ve:
--Anlat bana, onu sevgililer sevgilisini anlat dedi.
--Anlatmaya gerek yok sen onu yaşamışsın Aysel
--Hayatımda o kadar koku duydum ama hiç onun kokusu kadar güzel gelmedi, dedi yaşlı gözlerle.
--Onu anlaman için biricik hakikat kitabını okumalısın Aysel dedim.
--Hım hakikat kitabımı dedi.
--Evet onun hakikat kitabını oku onu anlayacaksın ve o gül kokusunu daha gür duyacaksın dedim.
Gecesi ve günü Muhammet olmuştu, onu düşünüyor o anı ve nur yüzünü unutamıyordu, nasıl unutabilirdi ki, bu manevi hal hiçbir zaman üstüden gitsin istemiyordu, Muhammed derken cennet kokularını daha bir duyabiliyordu, Muhammed derken uykuya dalmak üzereydi. Tebessüm ediyordu ve uykuya dalana kadar Muhammed diyip duruyordu. Birden gözlerini aralayıp:
--Bana asrı saadeti anlatan bir kitap oku dedi.
Anladım ki hastalığı manevi bir şekilde tedavi ediliyordu.
Bu hal kendisine yaradan tarafından bahşedilmiş en büyük bir lütuftu.
Hiçbir kula nasip olmayacak güzellikte bir lütuftu gönlü yıllar sonra asıl huzurla dolmuştu.
Sonlarına yaklaştığım Asrı saadeti anlatan bir siyer kitabını en başından okumaya başlamıştım:
Arap yarımadası hazreti İbrahim’in ardından eski cahili’ ye devrine geri dönmüştü.
Eskiden hazreti İbrahim ve oğlu İsmail’ in yaptıkları Kâbe taştan ve tahtadan yapılan putların istilasına uğramıştı. İsa’nın doğuşunun 600. yılında Mekke’de ve bu mübarek beldede Abdullah’ın oğlu hazreti Muhammet dünyaya gelir. Bu doğuş öyle bir doğuş ki hazreti Muhammed’ in doğuşunun ardından bir çok mucize meydana gelmeye başlamıştı. Sevir mağarasına kadar olan bölümü bütün bir dikkatle okuyordum, Sevir mağarası olan bölüme geldiğimde ise ağlamaya başlamıştı, ellerini semaya kaldırıp dualar ediyordu, aşağıdaki paragrafı okuduğum anda ise titremeye başlamıştı, korkuyordum ve okumayı yarıda kesmek isterken:
--Kesme ne olur devam et Atilla lütfen devam et dedi ağlayarak.
Kaldığım yerden okumaya devam ediyordum ki manevi bir hal cereyan etmeye başlamıştı:
Vahiyle birlikte inen ayeti harfi harfine tekrarlıyordu:
Hazreti Muhammed mağarada titrerken birden bir melek geldi, oku dedi hazreti Muhammed cevap verdi “Okumam yok” ve melek hazreti Muhammet ’i sıkmaya başlamıştı, ve davetini tekrarladı “Oku” dedi hazreti Muhammet cevaben “okumam yok” diye cevap verdi.
Cebrail hazreti Muhammed’e dönerek ilk vahiyi bildirdi:
“Oku, yaradan rabbin adıyla oku, en büyük kerem sahibi rabbin ki insanı bir kan pıhtısından yarattı,
Ve insana bilmediğini öğretti” dedi.
Sevir mağarasının girişinde oturuyordu Aysel, o iki cihan sultanını görme adına dualar ediyordu, birden mübarek mağaranın içinden dışına kadar devam eden bir ışık görmeye başladı, heyecanlanmıştı, heyecandan dizlerinin bağı çözülüyor ve yere yıkılmamak için kayalıklara tutunarak ayakta kalabilme mücadelesi veriyordu.
Mağaranın girişine geldiği sırada hazreti Muhammet Cebrail’in sesi ile irkilmişti.
Ya Muhammet dedi sen Allah’ın elçisisin bende Cebrail’im diyordu.
İslamiyet’in ateşi buram, buram tütüyordu, müşrikler bu işten rahatsız olmuşlardı, içlerinden en genç olanı Muhammed kılıcımın tadına baksın da tatsın bakalım lezzetini diye köpürüyordu.
Ebu cehil ise evet ona kim olduğunu öğretmenin zamanı geldi artık diyordu kahkaha ile gülüyordu.
Ammar’ı yakalamışlardı, gecenin kör karanlığında cezalandıracaklar diyordu.
--Okumak mı? Muhammed’in okuması yazması yoktur dedi EBU SÜFYAN.
--Ama anlatabilir diye cevap verdi AMMAR.
Müşriklerin arasında olan hazreti Muhammed’ in amcası hemen atıldı:
--Efendim ne dedin? Anlatabilir mi? Öyleyse sende anlatabilirsin hadi anlat bakalım Muhammed neler diyormuş? Dedi alaylı bir şekilde.
Ammar cevaben:
--Allah’ın emri var hazreti Muhammed’in değil!
O sırada tablo daha bir alaylı bir hal almıştı.
Ebu leheb tekrar:
--Hangi Allah? Hangi emirler, sizin Allah’ınız konuşuyor demek, Muhammet kendi kendine konuşuyor desene şuna!
Ammar içinden çıkılmaz bir durumun içine giriyordu derin bir nefes alarak çöktüğü yerden anlatmaya başladı:
--Allah’tan vahiy geldiği zaman hazreti Muhammet her şeyi hatırlıyor ve yazı yazanlara anlatıyor, ve kuran böyle oluşuyor dedi.
Hint ise:
Muhammed vehimlere dalmış aç yaşıyor gözleri kapalı bir örtünün altında hayal kuruyor.
Ammar bütün gücünü toplayarak ekledi:
--Gözleri kapalı ama yüreği açık
Hint hiddetlenerek:
--Çok bilmişliği için vur şuna bir tane dedi.
Söz sırası ebu süfyan’ a gelmişti:
--Hiçbir yararı olmaz, Muhammet bilmiyor mu? Biz tanrılarımızı baş tacı ederiz, Kâbe’ye sahibiz, her yıl Arabistan’dan Mekke’ye kabileler gelir, ibadet ve alışveriş için dedi ve devam etti:
--Şimdi biz üç yüz tanrıyı bir tarafa itip yerine tek bir Allah’ımı geçirelim? Taifte, Medine’ de hatta burada kendi evimde olan bir Allah. O her yerdedir diyorsunuz ama göremiyoruz, kabul etsek Mekke’nin hali ne olur? Dedi ve ekledi, tanrılar bizim hem dinimiz hem’ de gelir kaynağımız dedi.
Ammar hiddetlenmeye başlamıştı ancak bugz edebiliyordu ve birden:
--Allah alınıp satılmaz dedi
Bu sırada müşriklerden biri:
--Delikanlı her an kırbaca doğru yaklaşıyorsun dedi.
Müşriklerden biri sözü aldı ve devam etti:
--Ammar mantıklı ol biraz anlayamadığım bir şey var dedi ebu cehil:
--Muhammet size bir esirin efendisiyle eşit olduğunu söylüyor, parayla satın aldığım Bilal benimle eşit mi yani?
Ammar konuşmaya başlamıştı:
--Evet hazreti Muhammet der ki bütün insanlar Allah’ın indinde birdir.
Hint gülmeye başlamıştı:
--Aman ne güzel esirlerle dilenciler için fevkalade bir şey burunları iyice büyür artık!
Ebu leheb hiddetlenmişti Bilal’ e dönerek:
--Bilal bu adama bir şey öğreteceksin, efendi ile esir arasında ki farkı, al kırbacı vur dedi.
Bilal tam o sırada kırbacı kaldıracağı zaman yere fırlatmıştı, sahibi çok sinirlenmişti:
, Ammar kırbacı yerden kaldırarak;
--Hadi dinle emri yoksa öldürürler seni dedi ve
Aysel saadet asrını rüyasında yaşıyordu, gizlendiği köşesinden her şeyi görebiliyordu.
Nutku tutulmuştu ses çıkaramadı ama bir şeyler yapması gerekiyordu, bunu şahsi değil İslamiyet adına yapmak istiyordu ama içinden bir ses şu an sırası değil der gibiydi.
Ama hazreti Muhammed ve taraftarlarını canından çok seviyordu, zaten tam teslimiyet bunu gerektirmiyor mu diye söylenmeye başlamıştı ki o sırada müşriklerin Bilal’ in eline verdikleri kırbacı kullanması gerektiğini söylüyordu
--Hadi itaat et yoksa seni öldürürler diyordu.
Ben bunları okurken Aysel birden yataktan ok gibi fırlamış ve bir şeyler yapmak istercesine;
--Ne olur bir şeyler yapın, ne olur ne olur diyordu ve ağlamaya başladı.
--LAİLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RASULULLAH diye kelime-i tevhit getiriyordu.
--Nerde gül yüzlüm,nerde gönül bahçesinin en güzel gülü nerde diye sayıklamaya başlamıştı.
Muhammet, Muhammet şefaat ya Muhammet demeye başlamıştı
Uyuduğu sırada saçlarının ortası kararmaya başlamış ve çok korkmuştum, gecenin geç saatlerine kadar başında beklemeye başlamıştım, vahyin geldiği bölümü okurken gözlerim Aysel’e takılmıştı.
Uykuda olduğu zaman Muhammet ismini defalarca tekrarlıyordu.
Ey Muhammet, ey güllerin efendisi sevgilim sevgili sultanım diye sayıklıyor ve gülümsüyordu.
Bu hal anladım ki okuduğum olayları rüyasında aynen yaşıyordu, ne güzel bir müjde, ne güzel bir muştu diyordum, bu anın bitmesini hiç istemiyordum, o sırada çok garip şeyler olmaya başlamıştı.
Hava açık olduğu halde birden yağmur bulutları çoğalmaya başlamış ve fırtına çıkmıştı, bu fırtına ve bulutlar sağanak bir yağmurun habercisi gibiydi.
--Ne mutlu o insana ki peygamberi görme şerefine nail oldu diyor ve ağlıyordum.
Odanın kapkaranlık olan içi birden ışıldamaya başlamıştı, giderek daha ışıltılı bir hale geliyordu.
Kendimi gül bahçesinde dolaşıyor gibi bir his içindeydim, o sırada kapı yavaş, yavaş açılıyor ve ışıltılar daha bir gür hale geliyordu, birden içeri gelen nur yüzlü gül tenli biri yaklaşıyor yaklaşınca gül bahçesini aratmayacak bir koku alabildiğine geliyordu.
Aysel hasta yatağından doğrulup diz üstü çökmeye başlamıştı, bu sırada gözlerini kapıya dikmiş kapının açılmasını bekliyordu ki gözleri kamaştıran kişi içeri süzülmeye başlamıştı,
--Siz ey gönül elçisi, siz güllerin efendisi demeye başlamıştı.
Aysel sevinçten ağlıyordu, gözlerim kamaşıyordu öyle bir kokusu var ki çok güzel kokularla içeri girdi, mübarek başında simsiyah sarık ve Aysel’in anlattığı gibi bir tutam sakalının bir kaçı beyazdı, elinle dokunduğunda çok serin ve pamuksu bir cildi vardı, yüzünü nereye çevirse mübarek bedeni baktığı yöne dönüyordu, çok heyecanlanmıştım, salat ve selamlarımı mübarek yüzüne doğru getirmeye başlamıştım,gayet vakur bir davudi bir ses tonu ile:
--Esselamü aleyküm ve rahmetullah dedi.
Korkak ve sevinç içinde:
--Ve aleyküm selam ve rahmetullah dedim ve selamını şeref hisleriyle almıştım.
O an öyle vücudum öyle bir titriyordu ki, sesinin ve yüzünün güzelliğinden bayılmak üzereydim.
Çok korkuyordum mübarek önlerinde diz çöküp hıçkırıklar içinde ağlamaya başlamıştım.
-Sen diyordu, sen diyordu.
--Lebbeyk ya rasulullah, lebbeyk diye bağırıyordum.
Anam babam sana feda olsun ey Muhammet demeye başlamıştım.
Mübarek ellerini uzatarak:
--Gel benimle dedi.
Mübarek ellerini tuttuğumda vücudunda’ ki serinliği bütün hücrelerimde his ediyordum,
Gönlümde bitmek bilmeyen bir huzur ve sükunet başlıyordu, gözlerimi şavkından açamıyordum,
Aysel’i işaret ederek kucakla der gibi kollarını yukarı kaldırıyordu, Aysel’i kucakladığımda süt beyazı bir binek birden kapıdan içeri geldi, yanında iki binek daha vardı, ve üstlerinde yüzleri peçeli iki kişi bulunuyordu, çok merak etmiştim.
Aysel’i işaret ettiği bineklerin birine bindirmiştim.
--Sende benimle gel dedi kainatın güneşi.
Allah resulü çağıracakta hayır diyeceğim olur mu?
Geride Aysel ve iki sahabi önlerinde kainatın güneşi ve hemen yanında ben edep ölçeği ile yürüyoruz, bir noktaya geldiğimizde mübarek parmağıyla işaret ederek sen öne der gibiydi.
İçimden nasıl olur ya resulullah diye geçirmeye başlamıştım.
--Kapa gözlerini demesiyle bir gürültü kopmuştu.
O sırada açın gözlerinizi diye emrettiğinde ise mübarek kabristanlarının önünde beklediğimize şahit olmuştum, gözlerimi açtığımda mübareğin yanımızda olmadığını görmüştük, o sırada Aysel’in elinden tutmuş ve ağlamaya başlamıştık, inanılmaz günlerden bir günü yaşıyorduk, gözlerimle görmesem çıldıracak gibi bir hal içindeydim, burası cennet- tül bakiden bir başka yer değildi.
Mevsim hac mevsimiydi, üstümüzde ihram vardı, hac farizasını yerine getirmek üzere ayrılmıştık, önce Kâbe’yi tavaf etmekle başlamıştık ben ve Aysel çok sevinçliydik ve şoktaydık, buna tasavvufta tayyi mekan tayyi zaman denildiğini okuduğum kitaplardan biliyordum.
Anladım ki insan gönülden Allah’a bağlanırsa yüce Allah o kuluna olmazları oldururdu.
Bu ne güzel bir gün ve bu ne güzel bir aydı, hem Allah resulu bizi hacca bizzat getirmişti.
O sırada Aysel’in okuduğu şiir kulaklarımda çınlıyordu, gayri ihtiyari okumaya ve ağlamaya başlamıştım:
Tutuşur ruhumda aşkın alevi,
Ne zaman ismini ansam sevgili,
Yarın ol mizanda kıyamet günü,
Şefaatinden mahrum etme sevgili,
Gönlüme ol özge mihman bilmişim,
Derdime derdini derman bilmişim,
Seninle yaşarken sensiz kalmışım,
Derdimin dermanı gitme sevgili,
Yitik bir sevdaydı işte şuramda,
Gördüm gül yüzünü düşte rüyamda,
Kıyamet gününde ulu divanda,
Şefaat eyle yitme sevgili,
İçimde sönmeyen bir volkan kaynar,
Ellerimde hala sıcaklığı var,
Teksin bana sade sensin özge yar
Elinin tersi ile itme sevgili.
Bu kadın bana Allah’ın bir lütfü gibi geliyordu.
O kutlu insanla Aysel tarafından tanışmıştım, ve anlamıştım ki sadık bir dil ile istersen olmayacak şey yoktu ve hiçbir şey bize uzak değildi. Hayatımda yaşadığım en güzel ve en uzun gecelerden birini yaşıyordum, geçen gecenin hiç bitmesini istemiyordum, ama her güzel şey gibi bu gecede nihayet bulacaktı.
Sabah olduğunda gözümü açar açmaz Aysel’e baktığımda hastanede ki bahçenin çiçekleri ile ilgileniyordu, ellerine budama makası almış gülleri deriyordu, ve saçı inanılmaz bir biçimde siyahlaşmaya başlamıştı, güneşin saçlarına verdiği ışıltı gözlerimi kamaştırmaya yetiyordu.
Tedavi kendini göstermiş ve olumlu bir netice vermişti diye düşündüğüm bir sırada beni fark ederek:
--Hım Atilla gel canım bak ne güzel şeyler bunlar?
--Evet nasıl güzel olmasınlar ki diye mırıldanmaya başlamıştım.
--Biliyor musun? Dedi
--Neyi dediğimde afallayacağım bir cevap verdi.
--Dün peygamber efendimizi rüyamda gördüm çok güzel bir insan o dedi.
Bütün yaşananların bir rüya olduğunu sanıyordu, ama bu yaşananları bende tüm çıplaklığı ile görmüş ve görmekle kalmamış yaşamıştım dememek için kendimi zor tutuyordum, gözleri gülüyor o geceden sonra yüzünde ve gönlünde eser kalmamıştı bu her halinden anlaşılıyordu. Nasıl kederli olabilirdi ki o iki cihan sultanını gören gözlere Allah ağlamayı haram kılmıştır.
Aysel erkenden uyanmıştı, oysa ki yatağa girişi gecenin geç saatlerini bulmuştu, uyku gözlerine girmiyordu.
Nihayet kararını verdi ve gözlerini mahmur bir şekilde aralayarak:
--Atilla seninle bir şeyi paylaşmak istiyorum dedi.
Çok şaşırmıştım tamam hafızasını yitirmişti ama bu kadarını beklemiyordum. Suskun ve sakin bir biçimde gözlerinin içine bakıyor ve ne diyeceğini merak ediyordum, bu sessiz bekleyiş Ayselin beni şaşırtan suali ile bozulmuştu birden.
--Atilla beni dinliyor musun? dedi.
--Evet seni dinliyorum büyük bir merakla dedim.
--Bu kararı az önce aldım ve sakın duyduğunda şaşırma dedi.
Heyecanlanmaya başlamıştım doğrusunu söylemek gerekirse ne söyleyeceğini çok merak ediyordum.
Ama hiç bir yorum getiremiyordum, başım yolculuğun ilk günü gibi çatlayacak bir şekilde ağrımaya ve yüzüm yanmaya başlamıştı, artık sor dercesine gözlerinin içine bakıyorken çok şaşırdığım o soruyu sormasını bekliyordum.
--Atilla bu güne kadar aramızda her ne geçmiş ise her şey için sana çok teşekkür ediyorum dedi.
--Önemli değil canım hiç lafı bile olmaz
--Atilla sana söylemek istediğim tek bir şey vardı ve senden doğru bir netice almak istiyorum dedi.
--Biliyor musun Atilla? dedi.
--Neyi dedim heyecanla
--O gül yüzlü zat senin hakkında bana bir çok şey söyledi ki hele, hele bir şey daha söyledi ki mutlaka sana söylemem ve sormam gerektiği hakkında defalarca söz verdim ve o an geldi dedi.
--Çok meraklandım Aysel lütfen söyler misin?
--Bir tahmin et bakalım ne dedi gülümseyerek.
--İnan hiç tahmin gücüm yoktur Aysel dedim.
--Dikkat et ve bir kerede iyi düşün cevap ver dedi mütebessim bir yüzle.
--Pekala ama ne diyeceksen çabuk ol sabırsızlanmaya başladım dedim.
--Şimdi derin bir nefes al ve kulaklarını iyice aç Atillacığım dedi.
--Evet şimdi seni dinliyorum hadi bakalım açıkla şu gerçekleri hadi..
--Benimle evlenir mirsin dedi Aysel.
Çok şaşırmıştım ne diyeceğimi bilemiyordum böyle bir teklifi beklemiyordum, daha taptaze olan yarasını yıpratmak istemiyordum şaşkın bakışlarla bakıyordu, yüreğinin çırpındığı titreyen ellerinden anlaşılıyordu ve benden olumsuz bir şekilde alacağı cevapla yıpranabilirdi.
Ellerini kavradım, eylül yağmurunu aratmayan gözlerindeki yaşı silerek beklediği ve almak istediği cevabı vermek için yanağına bir buse kondurdum ve derin bir nefesle:
--Böyle bir teklifi nasıl ret edebilirim ki?
--Yani kabul ediyorsun
--Yok canım ben öyle bir şey demedim dedim gülümseyerek
--E yani kabul etmiyorsun dedi
--Hayır ne alaka öyle bir şey söylediğimi’ de hatırlamıyorum dedim.
--Ya düzgün bir cevap verecek misin?
--Sıkı dur veriyorum cevabını ama gözlerini kapatmalısın dedim
--Tamam kapatıyorum bak hadi cevabını ver
Kucakladığım gibi hızlı bir şekilde koşmaya başladım ve adana sokaklarında nara atarak evet, evet, evet, milyon kere evet diye bağırmaya başlamıştım,
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.