- 1074 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KONYA'DA DEPREM PANİĞİ
10 Eylül 2009 Perşembe günü bir Ramazan akşamı, herkes iftarını yaptı ve teravih namazına gitti. Ne olduysa saat: 21:29’da oldu. Rukiye kanepede oturuyordu, Ahmet öbür odada bilgisayar izliyordu, sonradan yanımıza geldi. Ahmet, Allah’tan o an yanımızdaydı. Ben de yere oturmuş televizyon izliyordum. Bir anda sallanmaya başladık. Binanın altından sesler geliyordu, tıpkı yıkım esnasında gelen sesler gibi. Ben ne olduğunu anlamadım ve hemen ayağa kalktım; ne oluyor, diyerek. Rukiye; deprem oluyor, dedi ve kanepeden aşağıya indi. Ben besmele çektim, Rukiye salavat getirdi ve birbirimize sarıldık. Bulunduğumuz yer ise pencereye çok yakındı. Yani tehlikeli bölgedeydik. Deprem anında neler düşünmedim ki; ölümün de bir gün böyle ansızın gelebileceğini ve hiçbir şey yapmaya fırsat kalmayacağını düşündüm, bununla beraber, acaba ev yıkılır mı, diye düşünüyordum. Paniğe kapılmadık, deprem anında kardeşlerime sakin olmalarını söyledim. Oldukça sakindik. Ani tepki ise paniğe yol açar. Ani tepki gösterseydik, kesinlikle paniğe kapılırdık. Annem gil teravihtelerdi, onlar tam camiden çıkarken olmuş. Bu esnada camlardan şangırtı sesleri duymuşlar.
Depremden hemen sonra, kapıya doğru koştum, gülerek. Benim çok farklı bir özelliğim vardır; ağlanacak yerde gülebilirim, herhangi kötü bir haberi gülerek söyleyebilirim. Yukarıda anlattığım gibi deprem geçer geçmez hemen gülmeye başladım. Yine de neden güldümü bilmiyordum, bu durum, elimde değil.
Kapıyı açtığımda ise komşular panik içinde aşağıya doğru iniyordu. 1. katta oturmamıza rağmen en son biz çıktık, yanımıza su alarak. Allah, bu depremle bize bir uyarı yapmıştı. Konya’nın başka yerlerinde elektrik ve telefon kesintisi olmuş, cep telefonları bile çekmemiş. Aşağıya indiğimizde annem gil de camiden gelmişti. Korkudan ağlayanlar vardı, kesin nedenini bilmiyorum ama o anda beni bir gülme tuttu (galiba şaşırdığım için olacak), yanlış anlaşılmasın diye komşulara sırtımı döndüm. Bir taraftan da titriyordum. Kendimi zorla bastırdıktan sonra komşuların yanına döndüm. Hâlâ içimden gülmek geliyordu. Gülmemek için yumruklarımı sıktım. Komşumuzun kızı Şeyma çok korkmuştu. Kamelyaya geçtik, 10-15 dk. oturduk, biraz sakinleştikten sonra eve çıktık. Televizyonu açtık, depremin merkez üssü Sille’ymiş, yerin 5 km. altı ve deprem 4.5 şiddetindeymiş. Haberleri izledik, enkaz var mı, ölen var mı, diye. Allah’a şükür ki ne ölen vardı, ne de enkaz. Gerçi iki eski evden başka enkaz yoktu. Evler de boşmuş.
Enkaz olmamasına rağmen hastaneler dolup taşmıştı (200’den fazla kişi hastaneye başvurmuştu), bu durum beni çok şaşırttı. Haberlerin ilerleyen dakikalarında bunun nedenini anladık; korku ve panik. Korku ve panikten dolayı, kendilerini balkondan, pencereden dışarıya atarak yaralayanlar varmış. Bir Konyalı olarak, insanların paniğe kapılmalarını normal karşılamak gerekir, yine de insan elinde olmadan şaşırıyor. Çünkü hepimizin bildiği üzere Konya deprem bölgesi değil, Konya deprem bölgesi olmadığı için, Konya halkı depreme alışkın değil. Doğal olarak da herhangi bir depremde paniğe kapılmak normal. Açıkçası deprem eğitimi almamız şart. Yine de her şeye hazırlıklı olmamız gerekir. Eğer hazırlıklı olursak psikolojik olarak alacağımız darbenin şiddeti en aza iner ve bu durumu kolaylıkla atlatabiliriz. Tabi ki de deprem çoğu kişinin psikolojisini olumsuz etkilediği gibi benim psikolojimi de olumsuz etkilemişti. Deprem anında sakin ve soğukkanlı olduğum için korkmamıştım, ama daha sonra ise depremin üzerimdeki olumsuz etkisini depremden birkaç gün sonra hissetmeye başladım, bunda ise artçı depremler, oldukça etkili olmuştu.
11 Eylül 2009 Cuma günü sahura kalktık kalkmasına da. Ne yaşayacağımız, ne olacağımız meçhul. Yani bir an sonra ne olacağına dair her hangi bir garantimiz yok. Allah 2. defa bir uyarı göndererek bunu bize gösterdi. Aklımızı başımıza almamız için illa ki bir felaket mi yaşamamız gerekiyor? Gerçi ne demişler; bir musibet bin nasihatten daha etkilidir. Ayrıca her şerde bir hayır vardır, sözünü de unutmamak gerekir. Doğrudur; bir şer, bir takım hayırların olması için bir kapı açabilir.
Peygamberimizin “Sahurda bereket vardır” diye buyurduğu sahur yemeğini yemiş ve sofradan kalkmıştık. Saat: 04:58’de, tam ezanlar okunurken, 7.5 saat sonra 2. bir depremle sarsıldık. Bu deprem 1. depreme göre daha kısa ve daha şiddetliydi. Bazı kişiler 2. depremin daha uzun ve daha şiddetli olduğunu söylüyorlardı. Yemekten hemen sonra banyoya girmiş elimi sabunluyordum. Zahid ise yanımda beni bekliyordu. O esnada deprem oldu. Elimi yıkamaya fırsat bulamadan hemen antreye doğru koştum kardeşimle beraber. Görüyorsunuz değil mi, bir anlık depremden dolayı elimi yıkamaya fırsat bile bulamadım. Ölüm; İslam’ı, asr-ı saadette olduğu gibi yaşamaya ve bizim günahlarımıza tevbe etmeye fırsat bırakmadan bizi her an yakalayabilir. Bu da akıldan çıkarılmamalıdır. Felaketlerde nice dersler vardır, tabii ki, bu da o dersleri okuyabilene. Bütün aile antrede toplanmıştık. Annem gözyaşlarına hakim olamadı. O anda ben yine kendime hakim olamadım ve bana özgü olan ters tepkiyi gösterdim. Depremden hemen sonra elimi yıkamak için tekrar banyoya girdim. Elimi yıkadıktan sonra Zahidle beraber aşağıya indim, daha doğrusu Zahid dışarıya çıkardı beni. Annem gil bizden 5 – 10 dk. sonra dışarıya çıktılar. Zahid’in koluna girmiştim, depremden fazla etkilenmiş olmalı ki, onun titrediğini fark ettim.
Deprem esnasında ezanlar kesildiği için yeniden okundu. 1. depremden sonra, Konya’da aşağı yukarı 5 yılda bir deprem olduğu için kendi kendime; 5 yıl sonra deprem olur, 5 yıldan önce deprem olmaz, diye düşünmüştüm ve bundan dolayı da 2. depremi hiç beklemiyordum. Bu yüzden 2. depremde fazla sakin olamadım, fakat paniğe de kapılmadım. Üzerimde şok tesiri yaptı. Bu sefer soluğu komşularla beraber tarlada, arabanın içinde aldık. Sokakları gözlemliyordum, akşam olduğu gibi insanlar yine sokaklara dökülmüştü. Sahur vakti yani gecenin bir yarısı, sokaklar insan kaynıyordu. Depremin merkez üssü Sille’ymiş ve deprem 4.7 şiddetindeymiş. 10 – 15 dk. sonra biz eve çıktık, fakat bazı kişiler sabaha kadar tarlada bekledi. Burada Somalili göçmenler vardı, tarlanın ortasına 20 – 30 kişilik bir grup oturuyordu. Ben hemen bu fırsatı değerlendirip fotoğraf çektim. İki aile, tarlada, arabanın içinde sabaha kadar beklediler. Eve çıktıktan sonra sabaha kadar uyuyamadım.
Kursa gitmek için hazırlandım, otobüste Hülya hocayla Sami hoca vardı. Hülya hocanın yanına oturdum. Yaşadığımız depremlerden konuştuk. Hoca çok korktuğunu ve sabaha kadar arabada beklediklerini söyledi. Ben bir taraftanda göz ucuyla etrafı kolaçan ediyordum. Otobüste giderken, yol kenarlarında yer yer insan manzaralarıyla karşılaşıyorduk, çünkü insanlar, deprem korkusu yüzünden evlerine giremiyordu ve dışarıda bekliyordu.
Teneffüste ben ve 2 arkadaşım Selahaddin Eyyübî Parkını dolaşmaya çıktık ve parkta birtakım insan manzaralarıyla karşılaştık. Kimi insanlar yatıyor kimi insanlar da oturuyordu. Kısacası bazı insanların bu parkta sabahladığına şahit olduk.
Ders esnasında saat: 10.30 sıralarında kursta sarsıldık, anladık deprem olduğunu. Biz; deprem oluyor, dedikçe hocamız; ne depremi, size öyle geliyor, diyordu, bizim korkmamamız için. Soracaksınız; dışarıya çıktınız mı diye. Hayır, dışarıya çıkmadık. Fakat diğer kursların hocaları sürekli dışarıdaydılar. Kısa süreli panikten sonra derse devam ettik. İnternetten öğrendiğimize göre artçı depremin şiddeti 3.5’tu. Bundan önce 10 – 15 tane hissedilmeyecek şekilde artçı depremler olmuş. Artçı depremden 15 dk. sonra 10.45’te 2.7 şiddetinde hafif derecede bir deprem daha oldu, fakat bunu benden başka hiç kimse fark etmedi. Bazı arkadaşlarla internetten görüştüm, bazıları çok korkmuş, dışarıda sabahlamışlar. Kurstan çıktım ve durağa geldim. Duraktayken bir ara sallanır gibi oldum ve deprem oluyor sannettim. Galiba bana öyle geldi. Sırf gözlem yapmak için Hacıveyiszade’nin orada indim ve yürümeye başladım. Öğle vakti, sıcağın tam ortasında, insanların hâlâ dışarıda oturduklarını gördüm. O gün Hacıveyiszade’de Cuma namazı dışarıda kılınmıştı, bunu bir gazetede okudum. Numune Hastanesi’ne geldim, içeriye girdim. Hastanenin içinde tek tük insanlar vardı, yani oldukça tenhaydı. Hastanenin bahçesine çıktım, hastanenin bahçesi oldukça kalabalıktı. Hastalar, görevliler, hemşireler, hasta yakınları… Oradan çıktım, anneannemin evine doğru yürürken, evlerin önlerinde oturan insanları gördüm. Ve anneannemin evine geldim gelmesine de orada yarım saatten fazla duramadım, deprem olur korkusuyla. Güya ders çalışacaktım. Bizim eve doğru yürürken bir çocuğun annesine saat 14.00’de büyük deprem olacağını söylerken duydum. Bir ara deprem olacak diye asılsız bir söylenti çıkmış, haliyle bu söylenti, zaten karışık olan ortalığı biraz daha karıştırmıştı. Tedirgin olan insanları iyice tedirgin etmişti. Eve gelince de bütün apartmanı kamelyada buldum, annem gil ezanlardan hemen sonra eve çıkmışlar, ben de biraz kamelyada durdum. Komşular 10.30’daki depremden sonra kamelyaya gelmişler. Sonraki günlerde ise sürekli deprem söylentileri vardı. Bu söylentilerden hem olumsuz yönden etkileniyordum hem de herhangi bir gürültüde bile deprem oluyor zannediyordum. Allah’a şükür ki kısa zamanda atlattım. Konya’da deprem, İstanbul’da sel, doğuda şehit haberleri. Sonumuz hayrola…
Bir gün duyduk ki Denizli’de deprem olmuş, 4.9 şiddetinde. Hemen kardeşimi aradık, ne yaptınız, diye. Oradaki insanların dışarıya çıkmadıklarını ve evde durduklarını söyledi. Oysa oradaki depremin şiddeti bizim depremden az bir farkla daha şiddetliydi. Görüyorsunuz değil mi? İki şehrin halkının farkını. Çünkü Denizli deprem bölgesinde olduğu için Denizli insanı olaya alışkın, o yüzden paniğe kapılmıyorlar ve hayata devam ediyorlar, biz Konya halkı olarak alışkın olmadığımız için paniğe kapılmamız normal. Şunu da unutmamak lazım; olacakla öleceğe çare bulunmaz. Ölüm bizi enkaz altında değil, enkazdan çıktıktan bir gün sonrada yakalayabilir, ya da enkaz altında kalmadan da yakalayabilir.
Görüyorsunuz değil mi? Deprem insanları gece ya da gündüz demeden sokağa döküyor. Deprem de hepimiz can korkusu yaşıyoruz, bundan dolayı da soluğu dışarıda alıyoruz. Keşke ezanlarda, insanları Allah korkusundan dolayı camilere doldurabilse. Keşke insanlar Allah’ın davetine icabet etse. Keşke bütün dünyada Allah’ın rızasına uygun bir düzen olsa, yani asr-ı saadet zamanı yaşansa. O zaman yeryüzü isyan etmezdi, yeryüzü depremle insanlara karşı ayaklanmazdı.
Evet arkadaşlar, ama dünya, imtihan yeri olduğu için bunları mutlaka yaşamak zorundayız. Çünkü dünya sıkıntı yeridir, bize düşen isyan etmeden sıkıntıyı atlatmaktır.
SÜNDÜS KOÇ - KONYA
18.06.2010 - CUMA
YORUMLAR
İzmitte yaşıyorum ve depremin ne demek olduğunu malesef en iyi bilenlerdenim belki de. O yüzden yazınızı ilgiyle okudum. Allah hayırlı ölümler nasip etsin herkese...Ölüm işte, sonuçta hepsinin can çıkış anındaki acı aynı değil mi? Önemli olan hayırlı ve hazırlıklı bir şekilde ölebilmek...
Rabbim herkesi korusun. Özellikle çocukları. Onlara o kötü dakikaları yaşatmasın. Onlara çaresizliği tattırmasın. Hiç bir anaya evladının çığlığına yetişememeyi nasip etmesin. Bundan acı ne olabilir hayatta...
Ama iş sadece duayla da kalmamalı. Bilinçlenmeli, bu gerçekle yaşamaya alışmalıyız.Adımlar atılıyor elbette, ama yeterli mi?
Kutluyrum. Sevgiler sunuyorum.