- 2729 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KARAMSARLIKTAN İYİMSERLİĞE
Karamsarlık; her olayın kötü bir tarafını görmektir. Bir başka deyişle yarısı dolu bardağa boş tarafından bakmaktır. Mutlaka hepimiz hayatımızın bazı anlarında karamsarlığa kapılmışızdır, ani tepki olarak yani elimizde olmadan. Karamsar insanlar ümitsizliğe kapılmazlar, neden diye sorarsanız; çünkü onların sahip oldukları güçlü bir ümitleri yoktur ki o ümidi kaybetsinler. Karamsarlık, hayattan herhangi bir beklentinin olmamasıdır, her olaya olumsuz bir anlam yüklemektir ve kısacası karamsarlık, eğer kişi kendisiyle ve hayatla kavga halindeyse hayattan acı çekmektir. Aynı zamanda insanın iç dünyasında bir kara buluttur, fakat bu kara bulutu dağıtmakta insanın elindedir. Nasıl mı! Bunu birazdan göreceğiz. Karamsar insanların, hayattan beklentileri yok denecek kadar azdır, hatta hiç yoktur bile. Karamsar insanlar çabuk hastalanırlar. Karamsar olan kanser hastalarının iyileşme olasılığı zayıftır. Bu, yapılan bilimsel araştırmalarla tespit edilmiştir. Yapılan bir araştırmaya göre; En mutlu anında dahi her şeyin en kötü yönünü görmeyi alışkanlık haline getirmiş insanların iyimser insanlara göre erken ölme oranları yüzde 19 daha fazladır. Karamsarların Parkinson hastası olma riskleri de çok yüksektir.
İyimserlik; her olayın iyi bir tarafını görmektir. Yani yarısı boş bardağın dolu olan tarafını görebilmektir. Ümitli olmaktır, ne olursa olsun asla ümidi kaybetmemektir. Çünkü Allah’tan ümit kesilmez. İyimserlik hayattan zevk almaktır, hayata bağlanmaktır. En kötü durumda bile yıkılmamaktır, tabii ki de hazırlıklı olursak ve ani tepki göstermeyip soğukkanlı karşılarsak. İyimser insanların bağışıklık sistemi genellikle güçlüdür, bundan dolayı iyimser kişiler kolay kolay hastalanmazlar. Hasta olsalar bile çabuk iyileşirler. İyimser olan kanser hastalarının iyileşme olasılığı yüksektir. Kanser hastalığında moral önemlidir. Onun için iyimser olmak önemlidir. Çünkü Allah hiçbir kimseye taşıyamayacağı bir yük yüklemez. Yapılan bir araştırmaya göre; İyilik uzun yaşatır. Başına gelen her türlü olumsuzluğa rağmen olaylara hep iyi bakmayı bilen insanlar karamsar kişilere göre 7,5 yıl daha uzun yaşar. Karamsar insan ümitsiz yaşayabilir, fakat iyimser insan asla ümitsiz yaşayamaz.
Evet arkadaşlar; karamsarlığın ve iyimserliğin ne demek olduğunu anlatmaya çalıştım kendimce. Karamsarlık insanı güçsüz yaparken iyimserlik insana güç aşılıyor. Şimdi 11 Şubat 2002 yılı öncesine gideceğiz arkadaşlar!
Karamsar olduğum zamanlarda kesinlikle herhangi bir şeye karşı ümit beslemezdim. Çünkü ben; ümit beslersem hayal kırıklığına uğrarım, diye düşünürdüm. Bir şeyin yapılacağını söylerlerdi, ben yapılacağına inanmazdım ve ümitlenmezdim, bizi oyalıyorlar diye. Hayattan da herhangi bir beklentim yoktu. Çünkü kendimle ve hayatla kavgalıydım, yani kendimi sevmiyordum. Bundan dolayı da yaşamaktan zevk almıyor, acı çekiyordum. Oysa gençlik yaşları hayattan tam zevk alma zamanı ve hayatı yaşama zamanı, tabii ki de Allah’ın rızasına uygun olarak. Evet; ben hayata bağlı olmam gerektiği zaman yaşamaktan acı çekiyor ve yaşamak istemiyordum. Oysa hayatta mutlu olmanın ilk şartı insanın hayatla ve kendisiyle barışık olmasıdır. Herkesin yanında kendimi bir hiç gibi görürdüm, kendime güvenmiyordum, kendime değer vermiyordum, kimsenin bana değer verdiğine inanmıyordum, kendimi değersiz görüyordum.
Aşağılık kompleksi olanların kendilerine zarar verme ihtimalleri yüksektir, tabii ki intihar etme olasılığı da.
Bir düşünün; kendisinden hoşlanmadığınız bir insanın yanında huzursuz olmaz mısınız? Tabii ki de bu durum sizi huzursuz eder. Tıpkı ben de sanki yanında huzursuz olduğum bir kişi varmış gibi kendimden rahatsız oluyordum. Bundan dolayıdır ki hayat ve dünya sıkıcı, boğucu ve karanlık geliyordu bana. Hayattan acı çektiğim için, aklımda çeşitli ölüm senaryoları vardı. Ne de olsa böyle bir durumda giden kesinlikle geri dönemez ve er ya da geç mutlaka öleceğiz. İnsan sevmediği yerde yaşayabilir miydi? Yaşayamazdı, benim durumumda buydu işte.
Bir kitapta; Hiçbir şekilde kendisini sevmeyen insan, hiçbir şekilde sevilmediğini düşünen insandır, diye söylendiği gibi ben kendimi sevmediğim için hiçbir kimsenin de beni sevmediğini düşünüyordum, buna ailemde dahil. Hatta ortaokuldayken arkadaşlarımla bu konuda tartışırdım ve kimsenin beni sevdiğine inanmadığımı söylerdim. Onlar da; hocalar seni bizden çok seviyorlar, derlerdi. Bu tartışma böylece uzar, giderdi. Düşündüm ki bunu bir şekilde öğretmenlerime farkettirecektim. Ve onlar için kartpostal aldım. Artık okulun son günlerini yaşıyorduk. Orta sonun (8.sınıf) son 2-3 haftasına kadar yani 3 yıl boyunca öğretmenlerimle hiç konuşmamıştım. Kartpostallar bunun için güzel bir fırsat oluşturmuştu benim için. Lisede ise hazırlıktayken öğretmenlerimle hiç konuşmamıştım, 9.sınıfta konuşmaya başladım. Kartlarda şunlar yazıyordu: “Geçmiş kandiliniz mübarek olsun, hakkınızı helal edin. Sizi seven ama sevilmeyen öğrenciniz Sündüs.” Öğretmenlerim burada ne demek istediğimi anladılar ve konuşmak için beni yanlarını çağırarak; Yanlış düşünüyorsun, seni seviyoruz, dediler. 2001 yılının Haziran ayıydı. Bu konuşmalardan sonra ilk defa 16 yaşındayken kendimi sevmeye çalıştım ama yine de kendimi tam manasıyla sevemedim. Kendime karşı sevgisizliğimin nedenlerinden biri de kendime güvenimin olmayışıydı.
Ortaokul bitti ve liseye geldik; İmam-Hatip Lisesi. Hazırlık okuyoruz, lisedeki arkadaşlarıma da aşağılık kompleksim olduğunu farkettirdim. Hatta onları biraz uğraştırdım, ben onların yanında kendimi küçümsedikçe, onlar bana; benim değerli olduğumu söylüyorlardı. Oysa ben tam aksini iddia ediyordum. Bu durum bir dönem ya sürdü ya da sürmedi. Arkadaşlarım o zaman sürekli yanımdaydılar.
Bir gün Ali Şener hocamızdan yani Arapça dersinden izin aldık Seda ile beraber, daha doğrusu Seda izin aldı. Doğru rehberliğe gittik, aslında ben bunu gerekli görmüyordum. 1 ders boyunca oradaydık. Oradan da bilgisayar odasına yani bilgisayar hocasının yanına gittik. Seda, hocaya konuyu anlattı. Bilgisayar hocamız konuşmamızın sonunda babamı çağırmamı istedi ve Ruhsal Zeka ile Negatif Limanlardan Pozitif Sulara isimli iki kitabı okumamı istedi.
Yarıyıl tatiline girdik. Babam o kitapları aldı ve 11 Şubat 2002 tarihinde kitapları okumaya başladım. Ayrıca bu tarih benim 2. doğum tarihim oluyor. Kitapları okumaya başlamadan önce olumlu yönde değişim yaşayacağıma inanmıyordum. Yani önyargılıydım. Kitapları okudukça düşüncelerimin değiştiğini farkettim. Olumlu düşünmeyi ve kendime güvenmeyi öğreniyordum. Kitapları bitirdikten sonra karamsar düşüncelerden eser kalmamış, bana iyimser düşünceler hakim olmuştu. Yazımın başında da belirttiğim gibi hayatta mutlu olmanın ilk şartı insanın hayatla ve kendisiyle barışık olmasıdır. Bu kitapların sayesinde kendimle ve hayatla barıştım.
O günden beri hayattan zevk alarak yaşıyorum. Bu kitapların sayesinde hayatın farketmediğim güzelliklerini farkettim. Hayata karşı negatif olan bakış açımı pozitife çevirdim. Ama yine de zamana ihtiyacım vardı. Çünkü içimdeki hem kendime karşı olan hem de hayata karşı olan olumsuz düşüncelerin, iyimser düşüncelerle yer değiştirmesi biraz zaman alacaktı. Başka kişisel gelişim kitapları buldum çevremden, onları da okumaya devam ettim. Okudukça hayattan daha fazla zevk alıyordum ve kendime olan güvenimde artıyordu. Kısacası bu kitaplar bana psikolojik destek sağladı. Unutmayalım; kişinin kendisine hayatta yapabileceği en büyük kötülük kendisine olan güvenini kaybetmesidir ve de kendisini değersiz görmesidir. Olumsuz bir olayla karşılaşsamda mutlaka iyi bir yönünü bulup mutlu oluyorum, eğer hazırlıksız yakalanmamışsam. Bazende hazırlıksız yakalanmıyor değilim, o zamanda kendime zaman veriyorum, o durumu atlatmak için. Bizim için hayatın ne olduğu önemli değil, bizim hayatı nasıl algıladığımız önemlidir.
Allah öyle güzellikler yaratmış ki, kişi olumsuz bakış açısıyla bu güzellikleri göremeyebiliyor, hayatın güzelliklerini farkedemeyebiliyor. Bu da tek fark olan bakış açısıyla oluyor olumlu ya da olumsuz. Bir olaya hem olumlu yönden hem de olumsuz yönden bakın. İki bakış açısının arasındaki kocaman farkı göreceksiniz. Şimdi yürürken kuşları, insanları, hayvanları ve güneşi izliyorum. Hayatın, kuşların ötmesinde, dallara konmalarında, hayvanların birbirleriyle oynamalarında, insanların tebessümlerinde, yürüyüşlerinde ve güneşin doğuşunda ve batışında olduğunu kendime fısıldıyorum. Bu düşünceler her şeyden önce bana Allah’ı hatırlatıyor, çünkü bütün bunları yaratan Allah. Bu da şükür içinde olmamı sağlıyor. Aslında bütün bunlar Allah’ın varlığının bir kanıtıdır. Bir düşünün; o kuşları yönlendiren kim? İnsan isterse bir karıncadan bile ders alabilir.
Evet arkadaşlar! Yazımı Said Nursi’nin bir sözüyle bitiriyorum: Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır…
SÜNDÜS KOÇ – KONYA
18.06.2009 - CUMA