İzmir Yazıları 4… Ve kapanış!
Bazen bir şehri sevmeniz için illaki onunla bir bağ oluşması gerekmez. Mesela bilmek diye bir kelime var ki tüm evren onun etrafında döner durur, güneş filan hikaye yani. Ardahan da küçük bir kız çocuğu için önemli olan bilmektir İzmir’i, yahut Manisa’da yaşayan oğlan çocuğu için.
Peki nasıl bilmek?
Sayın Başbakanımızın lanse ettiği şekilde ‘gavur’ olarak mı, Türkiye’nin incisi Egenin Başkenti olarak mı, havasına-suyuna-kızına eşkenar üçgeniyle mi, Göztepe-Karşıyaka ya da Bucaspor olarak mı, çağdaş-hür-demokrat olarak mı, modern kadının temsili örneklerinin bolluğuyla mı, hiçbirşeye benzemeyen yerleşim şekliyle mi, düşük sanayili-istihdam sorunlu-ileri taşınmayan şehir olarak mı, İzmirliyim demeyi bir halt zannedip de İzmir’e zerre katkısı olmayan ünlüleriyle mi?...
Ama ne olur, nasıl başarırsınız, nasıl kandırırsınız kendinizi bilemem. Evet aşk diyorum. Yoksa Sezen gibi sizinde Kalbiniz Egede Kalır…
İzmir… Yosun kokusunu meltemine çalan şehir.
İzmir… Körfezinde biriktirdiği gözyaşlarıyla, aşk kokan şehir.
İzmir’de neden hemen rakı gelir akla hiç düşündünüz mü? Bırakın şimdi üzüm bağlarını, Rumların ‘rakilerini’, balığa gelin balığa. Evet lezzetlidir Egenin balığı. Çipura, kusura bakmasında kimse on numaradır burada. Neden mi? Neden olacak, dünyanın neresinde denizlerde aşkın gözyaşlarıyla beslenir balıklar. Aşk gibi lezizdir yemesini bildikten sonra. Yok bilmiyorsan da tabi kılçıkları aşkta olduğu gibi takılıverir boğazına. O yüzden bir sanattır balık buralarda…
Bu aralar kar yağdı bu şehre. Ne var ki bunda demeyin, İstanbul kar yağmasın diye dualarda, karasal bölgelerimiz zaten kardan hepten kurtulmanın derdinde, Akdeniz kar nedir bilmiyor(biraz Toroslar), eh işte Ankara ve Eskişehir hakkını veriyor (onları da kudretli devletimiz çok seviyor)…
İzmir’e kar yağdı halk mutluluktan havalara uçuştu. Ne bir sıkıntı, ne bir çile, varıldı doyasıya keyfine, göz alan güneşin ardından, dedelerimizin bize ders olsun diye verdiği cezalar gibi, üşüttü kar kulaklarımızı. Ama olsun bu şehre kar da pek bir yakıştı.
Şairi, yazarı boldur İzmir’in. Üretkendir ama çekingendir de. Edebi alanda ne gibi etkinlikler yapılmaktadır bilinmez. Belki de hiç yapılmaz. Koskoca üniversiteler bile unutuyor o dünyayı. Misal mi? Dokuz Eylül Üniversitesi… Yıllardır üçüncü sınıf CEO ve iş adamı kimliğinde esnaf ağırlamaktan harap oldu, bitap düştü. Ama kimse dert etmesin artık, bir genç sahalara indi. Dostlarının yardımıyla bu hafta açılışı yapıyor. Devamı mı? Benim girişimlerim, büyüklerimin desteğiyle; hem de İzmir çapında…
Cumartesi günü saat 16.00’da Türkan Saylan kültür sanat merkezinde Namık Kuyumcu-Ahmet Ümit söyleşisi vardı. Kaç kişinin haberi vardı? Ahmet Ümit şöyle diyor: ‘’Ben İzmir’e her gelişimde kendimi Avrupa’nın bir kentindeymiş gibi hissediyorum.’’
Artık geldik yazı dizimizin sonuna. Dört haftadır İzmir’e değiyoruz kenarından köşesinden. Bir kusurumuz olduysa affola. Yine bir ara ele alırız İzmirimizi. Şimdilik bu kadar.
Onu bunu bilmem de Emre Kalcı’nın YARIM kitabındaki şu söz alır götürür beni, ve İzmir yazı dizisinin kapanış cümlesi oluverir hatırladığım kadarıyla:
’’Bazen bir şehir bile seni terk eder, biri bir başka şehre ilerleyince.’’
Doğuşan IŞIK
YORUMLAR
Esma KAHRAMAN
Keşke şehirleşme adına gelişime daha açık bir kent olsaydı.
Sonuç olarak,
:) Eveti İzmir'i seviyorum.
Güzel bir yazı dizisiydi.
Sevgiler Sayın Yazarım.