- 5045 Okunma
- 19 Yorum
- 0 Beğeni
Namus Belası
Ali, Karadeniz’in şirin bir ilçesinde yaşayan, on yedi yaşında kıpır kıpır delikanlıydı. O gün, arkadaşlarıyla buluşup atış talimi yapacaklardı. Her evde birkaç silah olduğu için, silah bulmakta zorlanmadılar. Ali, evden silahını aldı. Arkadaşlarıyla buluşacakları derenin kenarına gitti.
Derenin kenarına gelirken, hepsi birer poşet şişe getirmişlerdi. Ellerindeki şişelerle, ulu bir ağacın gölgesine kendilerini atıp, bir süre dinlenip şakalaştılar. Az sonra içlerinden biri şişe poşetini kapıp dereye koştu. Derenin içindeki yüksekçe bir taşın üzerine şişeleri sıralayıp, gerisingeri koşarak geldi.
Şişeleri dizen geri gelince, atış talimi başlamıştı. Sırayla şişelere nişan almaya başladılar. Şişesini deviren genç, sevinç çığlıkları atarak havalara zıplıyordu. Ali de hatırı sayılır sayıda şişeyi devirmişti. Gençler, öğle sonrasına kadar atış yapmışlar, gülüp eğlenmişler, acıkmışlardı.
Herkes evine doğru yol alırken Ali, kalan mermileri şarjöre yerleştirip, silahını, beline taktı. Evine doğru yürüdü. Eve geldiğinde, bahçe kapısı arkasından sürgülüydü. “Galiba annem öğlen uykusuna yatmış, uyandırmayayım.” Diyerek, gençliğinin verdiği dinamiklikle, bahçe duvarına bir sıçrayışta tırmanıp içeriye atladı. Oda kapısını yavaşça açtı. Annesini uyandırmak istemiyordu.
Kapıyı açınca, gördüğü manzara karşısında kaskatı kesildi. Şaşırdı. Gözlerine inanamadı. Bir an kendini hayal görüyor sandı ama gördükleri hayal değildi. Kırk yıllık, altmış yaşındaki komşuları, Dursun amcası ile elli yaşındaki annesi çılgınlar gibi sevişiyorlardı. Ne yapacağını şaşırdı. Bağırmak istedi ama sanki dili tutulmuştu. Badeni titremeye başladı. Annesinden ve Dursun amcasından ölesiye nefret etti o an. Yıllarca komşu diye evine girip çıkmıştı, her şeylerini güvenmişlerdi. “Bu mu güven! Bu mu komşuluk!” diye bağırdı. Belindeki dolu silaha gitti eli. Silahını çekip annesinin üzerinde zıplayıp duran Dursun’a çevirdi. Annesi kendini öyle kaptırmıştı ki, oğlunun kapıyı açıp içeriye girdiğini görmemişti; silah sesleri arasında çınlayan oğlunun haykırışlarıyla kendine gelebildi.
Mermilere isabet olan Dursun, kanlar içerisinde yere yuvarlanırken, annesi, karşısında oğlunu görünce utancından ne yapacağını şaşırdı. Hemen toparlanmaya çalıştı. O an ölebilse, bu hale düşmekten daha iyi gelecekti anneye. Bir anne için, en kutsalı namustu. İşte şimdi o namusu ayaklar altında paspas gibi ezilmişti ve o paspasa ilk basan, annesinin namussuzluğuna şahit olan oğluydu. Yanında duran peştamala uzandı kadının elleri. Peştamalı çıplak bedenine dolarken, kimin için üzüleceğine şaşırıyordu. Gencecik oğlunun katil olmasına mı yanacak, bunca yıllık haysiyeti, onuru, namusu her nesi varsa kaybettiğine mi yanacak bilmiyordu. Yaptığına köpekler kadar pişman oluyordu ama olan olmuştu artık elinden bir şey gelmiyordu. Kaderinde, oğlu tarafından öldürülmekte mi vardı. Bunu düşündü anne. Sonra, “hayırrr!” diye bağırabildi sadece. Ölmek temizlikti artık onun için ama oğlu elinden değil; bir anda oğlunun gelmişini, geçmişini düşündü. Anne katili olarak damgalanacaktı. Gerçi etraftaki insanlar, “oh ne iyi etmiş delikanlı, namusunu temizlemiş, aferin!” diyeceklerdi ama anne yüreği, her ne kadar kirli bile olsa oğlunun ana katili olmasını, sonrasında bu anı hatırlayıp kabuslar görmesini istemedi. Yaradan’a sığındı o anda, “ne olur Allah’ım, şuracıkta canımı al da oğlumu ana katili yapmaaa!” Oğlu, ilk şoku atlatmış, gördüklerinin tamamen gerçeklerden ibaret olduğunu anlamış ve bağırmaya başlamıştı.
“Sen benim anam olamazsın orospu! Bunu bize yapmamalıydınnn! Bunu bize yapamazsınnn!” diyerek silahı annesine çevirip tetiğe bastı ama bütün mermileri Dursun’a boşalttığı için, annesine mermi kalmamıştı. Tetiğe birkaç kez daha bastı, silah patlamıyordu. Bütün siniriyle silahı, annesinin suratına fırlatıp bağırmasına devam etti. Elleriyle saçını başını yoluyordu çocuk. Annesi kendini toplayıp, şoka girmiş oğlunun yanından hızla geçip kapıdan kaçtı ve gidiş o gidiş bir daha kimse ondan haber alamadı.
On yedi yaşında katil olan genç, bir süre olduğu yere çöktü. Dursun’un cansız bedenine baktı. Sonra yavaş yavaş doğrulup, cesedin suratına okkalı bir tükürük fırlatıp evden çıktı. Karakola gidip teslim olurken, ailenin geri kalanlarını bir korku aldı demeyin gitsin. Dursun’un oğulları, cenaze merasiminde büyük yeminler etti. “Kanın yerde kalmayacak babacığım, sen hiç merak etme!” diye yeminler ettiler. Ali’nin ailesi ve bütün akrabaları gidebildikleri kadar uzaklara göç eylerken, kamuda çalışan Ahmet amcası da uzak bir bölgeye tayinini istedi. Durumun vahametini bilen fabrikadaki yetkililer, amcanın tayinini hemen Muğla’ya çıkardılar.
Ahmet’in iki oğlu da o sırada askerlik görevini yapıyorlardı; Muğla’ya göç ettiklerini oğullarına mektupla bildirdi. Ahmet, kendisinden çok oğulları için korkuyor, onların kör kurşuna hedef olmalarını istemiyordu. Mektubu alan Mustafa olduğu yere çöktü. Çok sevdiği memleketlerinden göç etmişti ailesi. “Acaba bir daha memleketime gidebilecek miyim? Acaba yeşil gözlü yârimi bir daha görebilecek miyim?” gibi sorular beynini kemirmeye başlamıştı. Mustafa, komşularının kızına delice âşıktı. Asker dönüşü, evlenmek için birbirlerine söz vermişlerdi. Bu duruma bir türlü alışamayan Mustafa, düşünmekten hasta olmuş, komutanı tarafından hava değişimine gönderilmişti. Artık güzel memleketi ve güzeller güzeli sevdalısı yoktu; çok uzaklarda kalmıştı. Mustafa bavulunu toplayıp Muğla’nın yolunu tuttu.
İzne geleli birkaç gün olmuştu Mustafa. Babası her zamanki gibi sabahın alaca karanlığında işine gitmek için kalktı. Karanlık sokaklarda yürürken, Dursun’un oğlu tarafından bir gölge gibi takip edildiğini bilmiyordu. Dursun’un oğulları, ülkenin çeşitli yerlerine dağılan aile fertlerini aramaya başlamışlardı. İlk buldukları, amca Ahmet’in adresiydi; onun peşine düştüler. Hasmı, karanlık köşeye saklandı, Ahmet’in önüne çıkıp, bir şarjör mermiyi üzerine boşaltıp kaçtı. Acı haberi, polisler Ahmet’in evine getirdi. Haberi alan aile per perişan oldu. Polis, Ahmet’in çocuklarının ifadesini almak için karakola götürdüğünde, Mustafa, acı ve öfkesinden karakolun altını üstüne getirdi.
Babasının öldüğüne bir türlü inanamıyordu. “madem ölecektin, neden memleketimizi terk ettik babaaa! Madem ölecektin, neden bütün sevdiklerimizi terk ettik baba!” Aile Ahmet’in ölümüyle çok perişan yıllar yaşadı. Memleketlerine bir daha dönemediler. Ölümün acısı yanında, yoklukla, acılarla boğuştular yıllarca. Bütün bunlara değdi mi acaba silah talimi? Her evde silah olmalı mı? Kan davası hâlâ güdülüp, masum insanların canı acımasızca alınmalı mı? Bu soruları hâlâ düşünmekteler bizler gibi ve o güzelim memleketlerini özlemekteler.
Not: Öykü yaşanmış hayat hikâyelerindendir. Ben, her insan bir dünyadır sözünü çok severim. Sessiz, sakin kendi halinde bir insanın kim bilir ne dertleri tasaları vardır. Kim bilir ne derin yaraları, sevdaları vardır. Eğer ki içinizde birileri, benim hayatım bir romandır, o romandan unutamadığım bir anımın yazılmasını istiyorum diyorsanız. Ana hatlarını yazıp mesajla bana iletirseniz, sizlerinde bir hikâyeniz olur. İsminizi yazmamı isterseniz yazarım. İstemezseniz yazmam. Haydin, her insan bir dünyadır ve o dünya karanlıkta kalmasın. Sizin başınıza gelen, başkalarının başına gelmesin. Kalemimizle aydınlığa çıksın.
YORUMLAR
güzel bir konu ve sade bir anladım, ortaya konan cillop gibi bir hikaye...
bu kalem sevilmez mi ?
Maşallah hikayenin her konusunu ustalıkla işleyen ve türkçemizi bir o kadar güzel kullanan
canımıamız, kardeşimiz, Eminemiz sen hep yaz emi? :)))
uzakalrdaki kadeşin yürekten kutluyor
selam ve saygılar vagonlarla yollandı kar beyazında uzakalrdan tabiii :)))
Emine UYSAL (EMİNE45)
saygımla...
hayattan bir kesitti
keşke kurgu olsaydı dedim içimden
ama öylesine çok ki bu yaşananlar
anlatım yine çok güzeldi arkadaşım
kutlarım
sevgilerimle
Emine UYSAL (EMİNE45)
Allah nefsimizin düşüncelerinden cümlemizi korusun.
sevgimle...
Bu hikayeyi sana anlatan şahsın psikolojik durumu nasıl acaba. Eğer olaya uzaktan şahit oladıysa tabi. Ne büyük bir travma...Atlatılması güç, belki de imkansız...
Hikayelemen başarılı...
Öykü gerçek olduğu için fazla irdeleyemiyorum. Mesela anne burada önemli bir kahraman. Az da olsa akıbetinden haberdar olmalıydı okuyucu. Ben şahsen kadını merak ettim. Acaba o da bir cinayete kurban mı oldu? İntihar mı etti? Elli yaşında bir kadın ne yapar? Sonra neden cinayeti işleyen değil de olayla alakası olmayan amca vuruldu. Dava böylece sürüp gitti mi? Bütün bunlar muallakta. Ama sen de sana anlatıldığı kadar yazıyorsun sanırım. O yüzden bu hikayede pek çok boşluk var aklıma takılan.
Bu hayat hikayesi değil, sadece hayat bütününden bir dilim. Ve bu dilim bir insanın tüm hayatını değiştirecek etkinlikte...O yüzden biraz daha açabilirsin konuyu, sadece olayı aktarmakla yetinmeden. Gazetelerde hergün okuduğumuz haberlerden ibaret olmamalı yazı. Buna mecbur değilsin elbette ama birilerinin hayat hikayelerini yazmaya kalktıysan eğer, buna kendi sanatından da bir şey katmalısın. O sanat da sende fazlasıyla var. Bilmiyorum, belki uzun olmasını istemiyorsun yazının, ya da sana hikayesini anlatan kişinin özeline inmek istemiyorsun belki de. Ama dediğim gibi başkasının yaşadığı bir olayı etkileyici bir şekilde anlatmak zordur. Bu konuda sana başarılar diliyorum. Sonraki hikalerini merakla bekliyorum.
Sevgiler.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Roman olamaz mı? Elbette ilerki zamanlarda bütün bu birikimleri bir araya toplayıp her hayat hikayesini bir roman olarak kaleme alabilirim. Şimdilik yapmaya çalıştığım, kişinin yazmamı istediği kadarını yazmak.
Açıklayıcı yorumun için çok teşekkür ederim.
sevgimle...
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle...
Keşke yazdıklarımızdan bazıları kurgudan ibaret olsa...
Yaşamın en gerçek sancısına dokununca kalem biraz daha acıtıyor bizi...
Etkilendim kutluyorum çok değerli yazarı/mı...
Sevgimle...
Emine UYSAL (EMİNE45)
çok teşekkür ederim yorum için sevgimle
Öykünün acı yanı gerçek hayattan alınması.
Değer mi, bir çok canın yok olduğu, acının ateş gibi haneleri kavurmasına, değer mi?
Nefsani duygularına gem vuramayan iki yetişkinin, parçaladığı hayatlar...
Kaleminiz çok güçlü sevgili Emine, olayları yaşatıyor okuyucuya.
Tebrikler, sevgi ve selamlar.
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle...
Sayın Hocam,
Yazınızı okurken memleketimde yaşanankan davaları ve çocukluk yıllarımı yaşadığım ilçedeki devlet hastanesinin ana kapısına bakan yatağımdan seyrettiğim sedyelerle taşınan yaralılar,ölüler geldi gözümün önüne.
Bir sabah ekmek almak için fırına gidiyordum. Jandarma karakolunun önünden geçerken Milli Güvenlik dersi hocam Üsteğmen Orhan bana "Gel bak arkadaşın neler yaptı" diyerek beni çağırdı.karakolun arka cephesinde askerlerin voleybol sahası olarak dizayn ettiği beton zeminde beş cesedin kanlar içerisinde uzatıldığını görünce dehşete düştüm.
Arkadaşım annesine hakaret eden dört köylüyü öldürmüş,kendisi de karşı tarafın ateşiyle ölmüştü.
Dikkat ettiğim husus bu olaylarda daima kadının namussuz olması. Kadının suçlanması.
kadın yaptığı zaman kötü kadın damgası alnının ortasına akşediliyor da erkeklere bu gibi durumlarda ne sıfat kullanılıyor.
Kadın suçlu oluyor erkek çapkın sayılıyor.
Bir akrabamızın evine gitmiştik yıllar önce. Kızları camdan bakıyor diye neler söylemişti neler...
Oğlu evli olduğu halde sekreteriyle aşk yaşadığını duyunca " Ahhh..bizim delikanlılarımız çoook çapkın" deyip gülerdi.
Anlamadığım nokta bu.
Saygı ve selamlarımı sunarım.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Oğlu evli olduğu halde sekreteriyle aşk yaşadığını duyunca " Ahhh..bizim delikanlılarımız çoook çapkın" deyip gülerdi.
Anlamadığım nokta bu.
Bu noktayı ben de anlamadım gitti erolabi.
saygımla...
Öykü üzücü.
Karadeniz'de geçmesi bir şeyi değiştirmiyor.
Öyküyü güzel kaleme almışsınız. Orası 10 numara.
Silah ihtiyaçtır çoğu bölgelerde.
Onsuz tek başınızda birbirinden yüzlerce metre uzaktaki evlerde oturulmaz.
Silahın ihtiyaç için bulundurulduğu bir bölgede olan olay anlatılmış. Bu olay eğitimsizliktir.
Ne yani anasının üzerinde o adamı gören Karadenizli genç silahı olmasa bıçak, sopa ya da elleriyle boğmayacak mıydı?
Yeri gelince taş, cam, şiş,tığ aklınıza ne gelirse öldürücü bir silah olabilir.
Zehir de bir silahtır.
Her yerden istediğin kadar al.
Sıkıyonetim zamanlarında bile doğuda aşiretler arası kan davaları vardı ve her insanda otomatik silah vardı. Patır patır adam ölüyordu.
Şimdilerde yasak yok ama eğitim ve devletin barıştırma çabaları neticesinde kan davaları sulh oldu.
Gerçi bu işte PKK'nın da fayda ve katkıları oldu.
Silahı olan ve gözünü kararmış olan Allahtan korkmazlar her şekilde cinayet işleyebilirler.
Silahı çok sıkı yasaklarsanız eğer seri numaraları olmayan, kayıtları tutulmamış kaçak silahlar türer. Hiç bir şekilde hareketliliği kontrol edemezsiniz.
Kalabalıkların hemfikir olduğu konularda defalarca düşünüp araştırma yaparım.
Kalabalıklar çok makul görünen nedenlerle çok kolay yönlendirilirler.
Şehirde silah gerekir mi?
Gerekir efendim.
Adamın sadist, sapık düşmanı vardır. Polisin korudukları hep ölüyor zaten. Caydırıcılık olsun diye adam silah taşısa ruhsatı ile ne olur.
Kuyumcu ve para olan dükkanlar soyuluyor kolayca.
Soymayı düşünenler bilseler ki bu adamlarda ruhsatlı silah var teşebbüs edebilirler mi?
Hadi ettiler her seferinde başarabilirler mi? Esnaf dayanışmasından çekinmezler mi?
Taksicilerde silah olsa cahil çocuklar tarafından kolayca kaçırılıp kesilebilirler mi?
Eğitimli ve kayıtlı olmak kaydı ile silah serbestisine karşı değilim. ABD'de de serbesttir.
Çoluk çocuğa silah verilecek anlamına gelmez bu yasa.
çocuklar bali çekiyor.
İçki ve sigara içiyor.
Çocuklar esrar kullanıyor.
Bali, sigara ve içkiyi mi yasaklayalım?
Esrar yasak da ne oluyor? Millet bulup ta içemiyor mu? Avrupa da kontrolü, kayıtlı olarak madde bağımlılarına madde içimi sağlayan merkezler var. Biz de öyle yapalım demiyorum ama önleyemeyeceğini kontrol edip yönetmeye çabalayacaksın.
Nehri durduramaz ama şekilden şekle sokar ve istifade ederiz.
Dilerim en hayırlısı olur.
Eğitim verelim.
Takip edelim.
Yazınız öykü olarak güzel kaleme alınmıştı. Etkilendik.
Selam ve saygılar.
Emine UYSAL (EMİNE45)
selam ve saygımla...
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle arkadaşım. Serapcığıma çokkkk selam et emiii...
Yine hayattan, yine gerçek ve akıcı bir anlatım. Başkalarına ait hikayelr daha zor kaleme alınıyor kendimden biliyorum. Fakat başarılı kalemin bunun üstesinden de rahatlıkla hgel,yor. Tacettin abiye katılıyoprum valla :) sevgilerimle
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle...
kızmazsan senin adını romancı bacı koyacağım....ve ilanınıda ben yazacağım....her türlü yaşanmışlıklarınız isteğiniz doğrultuda hikaye ve romana çevrilir...adres edebiyat defteri.....posta kutusu 45...türkiye.....saygılar
Emine UYSAL (EMİNE45)
Yüzünü kara çıkarmamaya, elimden geldiği kadarıyla daha iyi yazmaya gayret edeceğim söz. Sana niye kızayım kii. Bilakis beni çok mutlu ettin.
Sevgi ve saygımla...
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle...
Benim hayatım roman :)
Muhterem yazı çok güzel, hikayeyi hissedilebilir bir şekilde nakletmişsiniz, birde şahısların pskolojisi üzerinde birazda değinseydiniz, olay anının üzerinde biraz daha yüklenseydiniz daha çok duygulandırabilirdinizSizi de anlıyorum net ortamındaki uzun bir yazı okuyucu kaçırdığından, pskolojik tahliller üzerinde çok durmadığınızı düşünüyorum.
Birde parağrafın sonunu ''giddiş o gidiş''le bitirmeniz tebessüm bıraktı.
Emine UYSAL (EMİNE45)
saygı ve sevgimle...
İlginç bir Karadeniz öyküsü...Olur mu olur.
Kaleminin takipcisiyim Emine. Yazmaya devam...
Selamlar.
Aynur Engindeniz
Emine UYSAL (EMİNE45)
Bence insan faktörünün olduğu yerde olay olur. Bu doğu da olur, batı da olur. Neresi olduğunun ne önemi var. Önemli olan kişide derin yaralar açtığı ve bir türlü kapanmadığı.
saygı ve sevgimle...
ayhansarıkaya
Selamlar.
Bu memleketin halletmesi gereken öyle çok sorun var ki... Töre cinayetleri, kan davası... Bütün bunların üstüne, nedense? - hangi akıla hikmetse? niyeyse? - silah alma yaşı 18'e indirilmek isteniyor. Hepsinin üstüne - nedense? - hangi akıla hikmetse? niyeyse? - bir kişinin 5 adet silah alma hakkı gündeme geliyor. Kör gözüm, kör parmağıma mı? Ben bilmem. Yasayı - nedense? - hangi akıla hikmetse? niyeyse? - gündeme taşıyanlar bilirler....
Kalemine sağlık sevgili Emine. Teşekkür ediyorum.
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimlesin...