ANLAŞMAK VE UYUŞMAK EŞİTTİR: HÜSEYİN ULUKAN
Bugün dünyanın herhangi bir yerinde/ülkesinde bir çatışma ya da savaşma varsa, bilin ki orada bir anlaşmazlık veya uyuşmazlık vardır. Uyumsuzluk, anlaşmazlık iki kişi arasında olabileceği gibi, iki aile, iki mahalle, iki toplum veya iki ülke arasında da olabilmektedir. İki kişi veya iki toplum-ülke arasındaki bu anlaşmazlık, her zaman müspet anlamda bitmeyebilir.
O yüzden çıkar bütün kargaşalar, zıtlaşmalar, savaşlar. O yüzden ölür, sakat kalır çocuklar, analar, babalar. O yüzden Per-perişan olur, aç ve açıkta kalır, insanlar, hayvanlar, yavrular… Hep bu yüzden çöker ülkelerin ekonomileri, alt yapıları, üst yapıları. Oysa şu anlaşmak ve uyuşmak fiilini bir hayata geçirebilseler insanlar, yöneticiler. Bakın görün o zaman, hayat ne kadar kolaylaşır ve güzelleşir.
Oysa koca bir yangını, daha o ilk kıvılcımda mümkündür söndürmek bir kova su ile. Ama o bir kova su bir türlü bulunmaz o ilk an(lar)da. İllâki yangın bacayı saracak, büyüyecek, o zaman gelecek itfaiyesi, yangın ordusu. Velâkin o an iş işten çoktan geçmiş olur.
Kafamda epeydir sınırı, konusu belli bir yazı yazma fikri vardı. Fakat nedense o konuya bir türlü girizgâh yapamıyordum. Ta ki, 28 Kasım akşamı İstanbul tarihi Haydarpaşa Garı’nın çatısı kül oluncaya kadar. Nasıl da bir asırlık tarihi binanın çatısı, bir anda kül oluverdi. Neymiş efendim, itfaiye yarım saat geç kalmış, helikopterle havadan su sıkmak mahzurlu imiş. Geçiniz bir kalem. El kadar arabada koca bir yangın tüpü varda, asırlık tarihi bir binanın mı yangın söndürme mekanizması yok? Böyle, insanların dolup-taştığı, geliş-gidiş yaptığı garlarda, otogarlarda ne kadar (yokluğu) belli oldu, küçük bir yangın veya ilk müdahale ekibinin olmayışı. İlla tepeden bir yangın kütlesi, bir insan kitlesinin üstüne düşecekte, ondan sonra tedbir alınacak.
Benim asıl değinmek istediğim husus, bir olumsuzluğun daha ilk aşamasında acilen müdahale edilmesidir. Bu yılın Ekim ayının son günlerinde kaybettiğim(iz) rahmetli kayınpederim Hüseyin ULUKAN’dan, bu konuda çok ama çok isabetli dersler, fikirler almışımdır. Benim açımdan, gönlümde müstesna bir yeri vardı kayınpederimin. O yerin bir daha, asla doldurulamayacağını da çok iyi biliyorum. Hemen her konuda fikir bazında yardımcım ve destekçim olmuştur. Yazımın başlığı, onun çok değer ve önem verdiği konular arasındadır. O bahisle başlık ve konu olmuştur bu yazıya, “Anlaşmak ve Uyuşmak.”
İki insanın anlaşması ve uyuşması için aynı fikirde olması gerekmiyordu onun için. Birbirlerinin fikir ve görüşlerine asgari saygı göstermek, beraberinde zaten uyum ve anlaşmayı getiriyordu. Aslında bunun diğer bir adı da demokrasi değil miydi? Ben bu yaşıma kadar demokrasi adına tüm bildiklerimi klişeleşmiş kitap bilgileri dışında ondan öğrendim. Onun kendi fikrine uysun ya da uymasın, bir başkasının fikrine (büyük-küçük fark etmez) saygı göstermesi, başka insanlarda az görülür bir olguydu. Şahsen kendi babamdan ve büyüklerimden bile böyle fikrî bir incelik, olgunluk görmemiştim. Onun için yaş meselesi, büyüklük-küçüklük önemli değildi. Bazen bir çocuğun fikrini, bir büyüğün fikrinden daha akla yakın bulurdu. Bir de her şeye olumlu, pozitif ve sabırla yaklaşırdı. Bir meselenin eksi yönünü değil, artı yönünü arar bulurdu. Artıların çoğalınca, eksilerin kendiliğinden kaybolacağına yürekten inanırdı. Yani bardağın hep dolu tarafına bakan pozitif bir insandı. Hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmazdı. Mesela ben “Bir insanın yüreğinde ümidi biteceğine, cebinde parası bitsin.” sözünü ilk ondan duydum. “Ümit h/er kişinin sermayesidir” derdi. Olumsuzluklar karşısında öyle kolayca pes etmezdi. Ben hep ona ‘ümit doktoru’ dedim. Ne zaman kendimi ümitsiz vakıa hissetsem, ondan manevi destek alırdım.
Zaten aramızdaki yaş ve kuşak farkı hiçte önemli değildi. Asıl olan; dış görünüşten ve davranış bozukluğundan ziyade, iç görünüşün, yürek sevgisinin, fikir güzelliğinin önemindeydi. Mesela küçüklerin, büyüklerin yanında hem davranış yönünden çok rahat etmelerini ister, hem de fikirlerini saygı çerçevesinde ve özgün şekilde ortaya koymalarını isterdi. Onun yanında kendimi oldukça rahat ve güvende hissetmemin nedeni de buydu aslında. Yani ben, çocukların da büyüklerin yanında aklıyla-fikriyle büyük olduğunu ondan öğrendim. Bu, bugün ki nesle “ne var bunda” dedirtebilir ama biz eskiden büyüklerimizin yanında, değil fikrimizi söyleyebilmek, ayağımızı uzatıp oturamazdık bile. O gün ki şartlarda ne büyük bir uyum ve anlaşma kolaylığı değil mi? O yüzden bize her fırsatta şunu söylerdi; “Evladım, çocuklarınızı kendi uydunuz olarak yetiştirmeyin. Onları kendi dünyanızın içine çekip, hapsetmeyin. Şahsi oyunlarınızın figüranları yapmayın” derdi. “Zaten ana-babanın birçok geni onlara geçiyor, bir de çoğu yanlış fikirlerinizi onlara aşılamayın. Bırakın kendi yolunu kendisi eğitimle alacağı fikirleriyle bulsun, tam adam olsun. Siz sadece doğru kılavuzluk yapın, o ona yeter.” derdi.
Buyurun, bu şimdiki okullarda, çağımız çocuklarına verilen farkındalık ve çocuk merkezli çağdaş eğitimin temeli değil mi? İşte benim kayınpederim Hüseyin ULUKAN, böyle ulu ve yüce, özgün fikirli, idealist bir büyüktü. Onun yeri asla doldurulamaz. Bilseniz ondan daha neler neler öğrendim. Aramızda kuşak ve yaş farkı önemsenmediğinden, birbirimizle arkadaş gibiydik. Kendimi onun yanında asla yalnız ve çaresiz hissetmezdim. Köy yerinde kendini ziraattan-siyasete, eğitimden-ticarete kadar her yönden eğiten başka bir insan görmedim. Yine köy yerinde benden, en son çıkan, yayınlanan bilimsel ve toplumsal kitapları isterdi. Ben şehir yerinde o kitapların ne zaman çıktığından haberim olmazken onun nasıl haberdar olduğuna şaşardım. Ona, o kitabı aldığımda ne kadar sevindiğini anlatamam. Her türlü gazeteyi-dergiyi okurdu. Hatta elinizdeki Bizim Ece’nin de tiryakisi ve abonesiydi. Memleket ve dünyada olup bitenleri yakından takip ederdi. Hele tarihi ve doğa belgesellerine bayılırdı.
Dedim ya, eğitimli ve kültürlü olmak, bilinçli olmak onun en önemli şiarıydı. Herkesin üniversiteye dek okumasını ister, iş bulamasa bile dağda-bayırda öyle, çoban olmasını isterdi. O zaman hem toplumun bilinçlenip kalkınacağına, hem de uyuşma ve anlaşmanın yani demokrasinin daha da güçleneceğine yürekten inanırdı. Hâl böyle olunca da onun kitabında “uyumsuzluk ve anlaşmazlık” asla yoktu. Uyumsuzluk ve anlaşmazlık gösterip, çatışan kişilere ya da toplumlara, hep cahilliğin, bilgisizliğin, menfaatçiliğin eseri gözüyle bakardı. Yeri, yüreğimizde ve aklımızda asla doldurulamayacak sevgili kayınpederime öbür âlemde C. Allah’tan gani gani rahmetler diliyor, Fatiha’lar gönderiyorum. Ruhu şâd olsun, kabri nur dolsun. (Âmin!)