- 491 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Secdeye Güç Yetirmek
İblis’in isyanına yol açan neden, büyüklenmesiydi. İblis’in bu büyüklenmesinin en önemli nedeni de nefsinde gizlediği enaniyetiydi…
İblis’in, Hz. Adem’e secde etme buyruğu karşısında su yüzüne çıkan enaniyeti onun sonsuz azaba mahkum olmasına neden oldu. Bu sonuç, enaniyet özelliğini içinde taşımanın kişi için ne denli büyük bir tehlike olduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir.
Kur’an’da, “Göklerde ve yerde her ne varsa -isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa- Allah’a secde eder. Sabah akşam gölgeleri de (O’na secde eder).” (Ra’d Suresi, 15) ayeti ve diğer birçok ayette tüm canlıların Allah’a boyun eğip secde ettiği bildirilir; güneş, ay, yıldızlar, dağlar, bitkiler, ağaçlar ve gölgelerin bile. Çok açıktır ki, herşey Allah’a tamamen teslim olmuştur. Ancak Rabbi karşısında aczinin bilincinde olmayan insan teslim olmakta direnir.
Kur’an’ın pek çok ayetinde namazın yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu umut ederek, huşuyla Allah’ı zikrederek, samimiyetle O’na yönelerek kılınması gerektiğini hatırlatılır.
Namaz, yaşam boyunca sürdürmesi emredilen, vakitleri belirlenmiş bir ibadettir. Kendimizi günlük olayların akışına bırakacak olursak, gaflete kapılabiliriz. Rabbimiz’in bizi tamamen sarıp kuşattığını, her an bizi gördüğünü, her sözümüzü duyduğunu, içimizdekini bildiğini ve herşeyi hayır ve hikmetle bir kader üzerine yarattığını unutabiliriz. İşte namaz, çirkin davranışlardan alıkoyduğu gibi, Allah’ın huzurunda sorguya çekileceğimizi, ölümün yakınlığını, cennetin, cehennemin varlığını ve Allah’ın sonsuz kudret sahibi olduğunu bize hatırlatır.
Rabbimiz, "Sana Kitap’tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar..." (Ankebut Suresi, 45) ’dosdoğru’ namazı emreder. Yüce Allah, namazda yalnızca O’nu anmamızı, O’nu yüceltmemizi ve bütün noksanlıklardan tenzih ederek O’nu birlememizi buyurur. Namaz Allah’a yönelip dönmemizi sağlar ve Yaratıcımız olan Allah’ın buyruklarına uygun bir yaşam sürdürmemize yardımcı olur. Namaz sırasında, Rabbimiz huzurunda O’nunla güçlü bir manevi bağ kurarız.
Namazda giderek artan bir saygı ve korku vardır. Kıyam, Allah’a karşı aczimizi hissettiğimiz ve huzuruna çıktığımız an. Rükuda Allah’ın huzurunda boyun eğeriz. Secdeyi de Allah’a secde ettiğimizin farkında olarak etmemiz gerekir.. Secde, korkumuzu en çok hissedeceğimiz andır.
Namazda huşu içinde Allah’a yönelmek imanımızda derinliği, samimiyetimizi ve Rabbimiz’e olan yakınlığımızı artırır. Allah, namaz kılıp, Kendisi’ne dua eden kullarına rahmet kapılarını açar, onları kötülüklerden arındırır ve içinde kötü düşünce barındırmayan mümini ahlaken de çok güzelleştirir. Bu insanın Kur’an ahlakına uygun olmayan davranışlar sergilemesi -Allah’ın dilemesiyle- artık mümkün değildir. İşte bu durum, namazın ayette söz edilen çirkin utanmazlıklardan ve kötülüklerden alıkoyma özelliğinin tecellisidir.
Kuran’da, müminlerin namazlarında huşu içinde oldukları “Müminler gerçekten felah bulmuştur. Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır.” (Müminun Suresi, 1-2) ayetiyle bildirilir. Huşu, Allah’a duyulan saygı dolu korku anlamındadır. İnsan namazda bu ruh halinde olmalıdır. Bilinçsizce, samimiyetle Allah’a yönelmeden, düşünmeden, yalnızca şeklen yapılan ibadetlerin Allah Katında bir değeri olmayabilir. Yaptığımız ibadet Allah’a olan yakınlığımızı, takvamızı artırıyor, tefekkürümüzü geliştiriyor, ahlakımızı güzelleştiriyor ve kötülüklerden engelliyorsa Allah’ın hoşnut olacağını umabiliriz.
Bediüzzaman da namazın önemini 4. Söz’de şöyle anlatır: "...namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyyet ile ibâdet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermaye-i ömrünü (ömür sermayesini), âhirete mal edebilir. Fâni (ölümlü) ömrünü, bir cihette ibka eder (sonsuzlaştırır).
Namaz, müminlerle münafıkları birbirlerinden ayıran önemli farklardan biridir. Samimi müminler büyük bir şevk ve istekle namaz kılarken, münafıklar namaza isteksizce gelirler. Münafıklara has olan, namaza karşı bu isteksizlik ve üşenme gibi duygulardan titizlikle kaçınmamız gerekir.
Namaz yalnızca fiili olarak yapılan bir ibadet değildir. Allah’a olan yakınlığımızın ve teslimiyetimizin kanıtı, Rabbimiz’e yakınlaşmamız için önemli bir yoldur. "Bir namazımı kılayım da geleyim" tarzında, yalnızca görev gibi namaz kılan öyle çok insan var ki. Oysa amaç, Allah’ın sonsuz gücü karşısında acizliğini kabullenmek ve O’nu yüceltmek olmalı. Namazlarımızı, tesbihlerimizi gözden geçirelim. Namazı ne için kıldığımızı düşünelim. Namazın Allah’ın huzuruna çıktığımız an olduğunu her kıyamda hatırlayalım…Şeytanın yapabileceklerini düşünüp, imanımızın artması için ülfetleri kaldırmak çok önemli. Yaşamımızdaki, kulluk ve ibadetlerimizdeki, namazımızdaki aklı örten tüm perdeleri –Allah’ın izniyle- kaldıralım.…
Çünkü ‘o gün’, dünyadayken Allah’a bile bile secde etmemiş, O’nun buyruklarını yerine getirmemiş ve O’nun tavsiye ettiği güzel ahlakı yaşamaktan kaçınmış olanlar, ne kadar isteseler de buna güç yetiremeyeceklerdir:
Ayağın üstünden (örtünün) açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler. Gözleri ’korkudan ve dehşetten düşük’, kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi. (Kalem Suresi, 42-43)
Yüce Rabbimiz o günün telafisi imkansız pişmanlığından ve yaşanacak azaptan esirgesin. Kur’an’da, “…Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah’tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir…” (Fetih Suresi, 29) ayetinde söz edilen müminler gibi, alnımızda secde izi taşımanın artık zamanıdır…