- 1242 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ACILAR
Aşkın tarifi gibi, aşk acısının da tarifi zordur… Yıllar geçer, yollar geçer hafızalarımızda tatlı ya da buruk bir acı olarak kalırlar…
Aşk acısı; yaşarken ölmek gibi bir şey… Yürüdüğünüz yollar, bıraktığınız izler, gördüğünüz yüzler, gözler; herkes, her şey çok başka gelir size…
Sanki sizi görmüyorlar, görseler de sesinizi duymuyorlardır…
Âşık olmayı istemek çok doğal, o da bir ihtiyaç. Hava gibi, su gibi… Ama ihtiyacın doğru yerde, doğru zamanda karşılanması gücünüze güç katar, diğer türlüsü sizden çok şey alır.
İnsanlar neden âşık olmak isterler ve neden âşık olmak sevdiğimizi düşünmekten, onu görmeyi istemekten, sesini duymayı istemekten, her anımızı onunla geçirmeyi istemekten ibaret?
Yaşıyoruz ama nedenlerini düşünüyor muyuz? İhtiyaç meselesi, yaşanması gereken bir olgu ama belirtileri neden bunlar?
Bazıları diyorlar ki, “Ben âşık olunca adeta mideme kadar kelebeklerin uçuştuğunu hissediyorum sanki…” Bu aşkın ilk anı, birinci devresi…
Sonra o bazıları dediğimiz kişiler aradan bir müddet geçince, aşk ilerleyince o kelebeğin hızını yitirdiğini hissediyor, kalp ritminde bir yavaşlama, hatta bazı dönemlerde de kalbinde adeta bir yumru…
Eğer bu satırları okurken âşıksanız, aşkın hangi evresinde olduğunuza dikkat edin ve sonra elinizi kalbinize götürün.
Eğer koca bir yumru gelip yerleşmişse bu acının ta kendisi demektir. Hâlâ kelebekleri hissediyorsanız içinizde, sizden mutlusu yok demektir…
Aşk acısı dünyayı azaltıp, küçültüp, eksiltip kendinizi de yok etme aşamasına getirmeniz demektir.
Karşınızda palyaço oynatsalar gülseniz bile, yüzünüzde buruk bir gülümseme adeta, “Canım acıyor…” demektedir.
Sevdiğinizi görememek üzer, başkasını seviyorsa üzer, nefesiniz kesilir, acıyla baş başa kalırsınız hiçbir şey sizi, siz yapamaz artık… Siz kendinizden çıkmış, ona doğru gidiyorsunuzdur…
Ama bilir misiniz acı çekmek insanı, insan yapar… Acı çekmek âşık olmaktan daha mükemmeldir…
Belki nefesinizin kesildiğini, duvarların üzerinize geldiğini, hiçbir şeyin size keyif vermediğini hissedersiniz ama o acı olgunlaştırır sizi…
“Geçer…” sözleriyle kendinizi avutmaya çalışırsınız ama bilirsiniz geçmeyeceğini… Aslında gerçekten bir zaman sonra geçer, zaman geçer, o acı da geçer…
“Geçer…” sözleri bahane, avuntu, bir yalan değildir aslında… O gerçeğin ta kendisidir ama size o an ağır gelir, kabul edemezsiniz, ertesi gün olur, “Hani geçmiyor ki…” deyip sitem etmeye başlarsınız…
Düşüp bir tarafınız kanadığında, yaralandığınızda merhem gerekir o yaranın kapanması için…
Derler ki, aşkın merhemi zamandır… Ama ben de derim ki, “Gideni unutmanın süresi ona verdiğiniz değer kadardır…”
Zamanı siz belirlersiniz farkında olmadan… Karşınızdaki insana ne kadar çok, ne kadar az değer vermişseniz o kadar sürede geçer acınız…
Ama kabuk bağlar… Geçen her acının, her yaranın mutlaka izi kalır. Yüreğinize dokunun bir, anlarsınız…
Ben kendimi denemek için her zaman yüreğime dokunurum eğer dokunduğumda canım yanıyorsa o zaman acı çekiyorum demektir, o an yaşarım o acıyı yaşayabildiğim kadar…
Sonra tekrar dokunurum, bir zaman sonra… Eğer dokunduğum yerde yalnızca bir iz kaldığını hissediyorsam o yaranın kabuk tuttuğunu anlarım, gülümserim…
Çünkü olgunlaştığım anlamına gelir bu… Hayatta her acıyı yaşar insan, bundan kaçılmaz, kaçamazsınız. Acıdan kaçmaya çalıştıkça o yakalar sizi…
Aşk acısı, yalnızlığın acısı, ölüm acısı, başarısızlıklarınızın vermiş olduğu acılar, dost kazığından doğma acılar, maddi sıkıntıların vermiş olduğu acılar…
Hangisi daha ağırdır derseniz, hepsi aynıdır aslında… Çünkü hepsi de aynı yere, yüreğinizin kıyısına vurur… Sadece yaşınızın sizi büyüttüğü kadarıyla birini diğerinden daha büyük, daha acı, daha fena görürsünüz ama hepsi aynıdır…
Sonra bir gün gelir, hepsi bir arada toplanır tekrar dokunursunuz yüreğinize artık ufacık bir yerde boşluk kalmıştır…
Oraya da inançlarınızı taşırsınız, ölmüş umutlarınızın yanında bir de inançlarınızı barındırırsınız ki, “Hayat yaşanmaya değer…” sözünü doğrulayabilmeniz için…
Yoksa ölürsünüz… Bir acı, sizi olgunlaştırıyorsa güçlenirsiniz ama bir acı sizi yaşamdan soğutuyorsa ve hiçbir inancınız da kalmamışsa, inanç ağacınızı sulamamış, onu boşlamışsanız o zaman ölürsünüz…
Acıyı acı yapan insan; insanı da insan yapan hayattır… Çocuklar da acı çekerler ama yetişkin insanlar çocukların yaşamış oldukları acıları hafife alırlar, gülerler…
Çünkü zamanında onlar da çocuk olmuşlardır ve onlar da aynı acıları, arkadaşlarıyla küskünlükleri, oyuncaklarını kaybetmenin acısını yaşamışlardır.
Etraflarındaki çocuklara gülmelerinin sebebi, o acıları yaşamış olmaları değildir aslında, zamanında onlara da gülüp geçen yetişkinlere rastlamış oldukları içindir gülmeleri…
Siz acı çekerken etrafınızda size gülen birileri oluyorsa, bir zaman sonra sizin acınızı yaşayan birine siz de gülersiniz… Ama bahanesi vardır bunun, “Ben de yaşadım, korkma geçer…” demektir bunun bahanesi ve de gülüp geçmektir…
“Ben yaşadım bana güldüler, o yaşıyor ben de ona gülmeliyim nasıl olsa yaşadığımız acılar bir… Bana da demişlerdi geçer diye, şimdi ben de ona söylemeliyim…” dersiniz…
Acılar geçer ama aslında gömülürler yüreğimize… Dedim ya, acı çekerken dokunun elinizle yüreğinize… Dokunmadan da hissedilir acılar ama o zaman onun ömrünüzün sonuna kadar içinizde iz bırakacağını düşünmeden yaşarsınız o acıyı…
Dokunduğunuzda düşmanınızın da dostunuzun da bir olduğunu anlarsınız… Acı çekmek adam gibi adam yapar insanı… Etrafınızda güçlü, yenilmez insanlar varsa bilin ki onlar bütün acıların karışımından doğma acılar çekmişlerdir…
Hangi acı daha hafif diye düşünmeyin, hepsi birdir insanın yüreğinde… Yalnız unutmayın, acılarınızın gömüldüğü yerin dışında, yüreğinizde ufacık bile olsa, boş bir yer bırakmaz, oraya inançlarınızı, yaşama sevincinizi sığdırmazsanız ölürsünüz…
Yeriniz de inançlarınızı taşıyamadığınız o boşluğun yeri olur… Acılarınızla gömülürsünüz, “Geçer…” diyeniniz bile olmaz…
Acılarımızı sevelim… Dokundum da yüreğime…
Dokundum işte… Bu da yüreğimle aramızda kalsın…
Dilara AKSOY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.