- 1075 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
sonsuzluk
Hepimiz zor zamanlardan geçmişizdir hayatlarımızın belirli dönemlerinde, ve bu durum kızamık geçiren çocuğun hastalıktan terhis olması gibi tecelli etmez ruh dünyasında. Yine o hallerden bir halde yakalanınca, yüz kızarır hayata karşı. Kilometrelerce yol yürünse gam yapmaz bedenlerde. Başına buyruk yolculuklar olur uhrevi dünyalara,’’sessizlik’’ aranır çok anlamsızca kalabalıklarda. Bir yerde son bulur, tüm bedensel eylemler, beden kaldıramaz düşünce yoğunluğunu, ellinde sıcak bir cismi taşır gibi fırlatır ilk fırsatta üzerindeki manevi husumetleri. Herkes kendine has düşüncelerin gölgesinde uzanır, manevi mabedinde, ben de kaç vakittir sonsuzluğu resmediyorum, keşmekeş düşlerimde. Yıldızlar çiziyorum ufkumun sınırlarını kaplayan, keh bir kadının sırtı, keh ayranla kirlenmiş plastik bir sürahi, ve bazen de kaşsız bir kız çocuğunun suretine girmiş şekiller uzandırıyorum, evren denen uçsuz hengâmede. Kocaman bir odam ve etrafımdaki tozlardan devasalca büyük olan bir bedenim, avucuma sığmakta zorlanan kıvrımlı bir beyinim, yerimden kalkmadan yükseltiyor beni, her şeyi an be an küçülterek, minyatür suretlerde. Yıldızlar bile pinpon topu mahiyetinde, aman Allah’ım bu ne dehşetli hadise, diye geçiriyorum içimden. Dünyanın dışında ne olup bitiyor acaba, bizim için devasal görünen dünyadan kat be kat büyük olan cisimler nasıl? bir intizamla tavaf ediyor. İşte yalnızlık, bu efkarlı anda bastırıyor, sonsuza uzanan yolda ne denli biçare olduğumuzu hissettiriyor. Uzayın sonsuzluğu aşikarlığıyla kalsın, dönüp kendimizde uzanan sonsuzluğa bir göz atalım. Milyarlarca hücreden oluşan bedenimiz kusursuz bir ahenkte, sektelerden habersiz, hayattı idame ettirmekte. Her hücrenin binlerce işçiye istihdam sağlayan bir üretim fabrikasının işleyişini göstermesi, ve bunu yaparken vücuttaki tüm hücreleri görüyormuş gibi kolektif çalışıyor olması, bir ellin dürtmesiyle uykusundan uyanmışçasına, düş aleminden sıyırıp beni, mana alemine atıyor. Eline alınacaklar listesi tutuşturulmuş çocuklar mahiyetinde, ne yapması gerektiği kodlanmış milyarları bulan zerrecikler, İçinde yapılan her iş mizanda, yürüyebilen her proteinin adımları bile hesaplı (36.5 nm). Okudukça dilim uçukluyor her yerinden, tepeden tırnağa ruhun bedenden ayrılması gibi başlıyor teslimiyet gocunmadan. Bir sarhoşun ya da keşin anlık rahatlamaları ebedileşiyor, zihin perdemde. ‘’cahil’’ diye bağırarak isyanlar yönlendirerek kendime, feryatlar çıkarmak istiyorum, sabahların sessizliğini yırtacak. Korku ve sevginin arasında ki zarı alıyorum dilimle yalayarak, boğazımda düğüm var kelimeler çıkıyor ıkınarak…
Ey muhabbete hasıl olunmuş bedbaht, gafletin maskesini çıkart at yüzünden, düşünmekle mükellef kılınmadın mı sen? Dağ taş kabul etmedi de, sen bu yüke talip olmadın mı?. Alimler, arifler ve aşıklar gönderdi, sen duymadın mı? Kitaplarda yazdı, dağlarım demedi, hiçbir yaratığını övmedi de sadece ‘’kullarım’’ dedi, okumadın mı? Kıyamet gelip çattığında ‘’nefisim’’ diye inleyen sen olacakken, peygamber(s.a.v): ümmetim, diyecekken, Allah (c.c) ‘’KULLARIM’’ diye seslenecek, bunu duyup için yanmadı mı?
Uyan ey gafil nefsim,
Ben içinden haykıran sesim,
Şeytana uyup da, aşk pınarımı kestin,
Dünya fuzuli, sende en azılı bir hevestin,
Her fani gibi sen de, ölümü hissedeceksin…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.