- 705 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"MİLLET BAHÇESİ" ARDAHAN ÖYKÜLERİ 148 (kitap)
Dört kapısı daima kapanmazdı.
Ardahanın göbeğindeydi.
Eski şehirlerin en varoşta yolları mecburen meydana bağlanırmış.
"Millet Bahçesi" ve Ardahan imarı eski şehir nazım planıyla yapılmıştı.
Bahçe dört parçalı sahanlardan iç yolların ayırmasıyla bölünmüştü. Yürüyüş yolu olarak kullanılırdı. Ilık havada bahçede ikili, tek başına yürüyen çok kişi görmüşüzdür.
Selam- kelam, yürüdükçe insanlar, görüştükçe sunulan ünsiyetin değerini anlardınız. Böyle bir şehir hayatına, Alla’sen kim itiraz edermiş? Herkes herkese tanıştı. Selamsız sabahsız geçilir miydi birinin yanından. Bahçede yanınızda biten birisini enerjisiyle hissederdiniz. Bedeni ışıkla karşınızda müştereken dikilirdi. Sizi sarmalamaktadır. Fazla dikkat etmeğe kalamazdınız. İnsan oğlu taşıdığı enerjiyi canlılığında gösterir. Canı ölünce bedeni geriye kalır. Can enerjidir: CAN-O CAN!
Çalışan televizyon gibi düşünün; fişi çektiniz mi? Boş kasa sehpanın üstündedir. Kaldır çöpe at!
"Gülüşlerin çınlasın saz kimi
Her tarafa yayılsın avaz kimi
Sen gülende gönül gülsün yaz kimi
Güle güle güle güle ay hanım
Güle güle güle güle al canım"
Ağaçlar bahçede her hissede kırgın kıran hışırtılar çıkarırdı. Şarkı söyleyen rüzgar, şarkı nağmeleri renkli çizgi gibi havada gezinirdi. Ortamın sükuneti akşamüstü daha artardı. Banklarda oturan insanlar kuş seslerine, kargaların gaklamasına aldırmadan:
" Uzun hayat yolculuğuna manalar zikretmekteydiler."
Bunları muhakeme edenler ise geç kalkanlardı... oturduğu banktan.
Çocukların... onların umuru olmazdı. Bir hisse de top oynardılar; top sahası yapmışlardı. İki büyük kavağın arası isabetle kale enindeydi. İkinci kaleye kavaklar elvermediğinden tek kale kıran kırana top oynardılar. Kimler mi: Zekeriya Işık’ın oğlu Nail, eczane kalfasının oğlu: Melih, Espender Dayı’nın oğlu: Zafer. Öğretmenin oğlu M. Zeki...
Hod’lu Mahmut’un Dükkanı bir köşedeydi.
Bahçeyi çeviren surların tasarımı: İki kulaç kadar demirlerin başına beton burç kule gelirdi. Burçlarda oynamak. Ok gibi demirleri saymak, bahçeye geçmek, yeşilliğe atlamak oyundu bize. Toprak kum gibiydi. Siyah kapkara toprak; avuçladığında kum yumuşaklığıyla parmaklarından akardı. Belki toprağın yumuşaklığından olsa: Parende, kartfil atlamayı burada çalışırdı çocuklar.
Bisikletçiler bisikletlerini kiralardı. Binme dersi almağa gelenler, yıkılsalar da; zeminin pamuklu oluşu kırık çıkığa mahal vermezdi.
Atatürk’ün Heykeli hükümet binasıyla karşı karşıyaydı. Dört kapının biri burdaydı iki kanatlı ve büyük demirden kapıydı. Arkasına asılır sallanırdık. Pilakaj beton yollar kaygandı.
O çeşit ağaç vardı ki. Bilen olsa da ismen saysa şey can. Benim saymam şu şekilde olacak: Uzun ağaçlar var idi... toplu geniş ağaçlar var idi... kısa bodur ağaçlar... kalın gövdeliler ve yeşil tonları başka başka idi.
Çay bahçesini Yüksel Abi çalıştırdı. Bizim Zafer ile Metin Hanoğlu... ve kimler.
Yazın herkesi görürdün. İstanbul’dan gelen tatilcileri, Almancıları.
Fışkıran havuz vardı. Avrupa’da da moda olmuş bu havuza çocuklar üstlü- başlı atlardı. Şimdiki yerinde tuvalet açıldı. Yeni Mahalle’li Lele ilgilendi ölünceye kadar çalıştı bahçede.
Karganın bed sesi: Nağme tutturmuş:
Kavağın dibinde madımaklara kaynaşmış ırgat mürgülüyor. Tırpanı, masatı ayağının ucuna koymuş. Boynu düşmüş, yorgunluğu, ağzından selik akmasına bakınca; nem halde olduğunu görürdünüz.
Karga gaklıyor:
" - HANİNNA... HA NİNNA!"
Kargaların şarkı söylediğini aha ki görüyorduk.
"- Sene ele gelmiştür." Biri de çıksa böyle deseydi.
Bahçeyi kestirme yol gibi kullanan insanlar, aşağı meydana, Kongre Caddesine giderken daha er varmakla, çimenleri çiğneyerek aşar geçerdi.
Irgat hele uyuyor kavağın dibinde. Çok yorulmuş ola bu. Dürtsek ayıp olur mu? Söverse! Neyse elleşmeyin hağın adamına..!
Yorgun Yırgatın düşünde bir adam çimenlere basarak yürüyor...
Bahçeden bir değil, kaçı; yürüyerek çimenlerin üstünden geçiyor ki...
Yorgun adamın biri pınara ağzını dayamış... comuşlar alt yanda... hep biri kana kana su içiyorlar.
Bahçenin havuzundan basınçlı su göğe fışkırmer mi?
Rüzgarın önüne kattığı damcalar bunun gözünün müjganlarına çarper.
Avazı çıkan avane çığırer:
"Sen gülende açıp gül yasemenler
Hayran olur avazın işitenler
Gören var mı senin kimi bahtıvar"
Irgat avaneye son dörtlükte eşlik etti:
" - Güle güle güle güle ay hanım..."
" HAYDİ HEP BERABER, EMİ KURBAN!" dedi yırgat avanesine:
" Güle güle güle güle al canım
Güle güle güle güle ay hanım!"
yalçıner yılmaz
19-12-2010 gebze
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.