- 1732 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kerbela Ve Hüseyni Dava
Bugün 10 Muharrem, bugün Aşura...
Evlad-ı Resulullah’ın Kerbela çölünde hunharca şehid edilişinin yıldönümü...
Bugün bayram değil ey gafil! Bugün, ciğerlerimizin yandığı gündür...
***
Hayır, ben size Kerbela Vakasını anlatacak değilim. Dilimin döndüğünce Hüseynî Dâvâ’yı anlatmaya çalışacağım.
***
Baskıya, zulme, adaletsizliğe, alçaklığa, kıtala, masum kanının dökülmesine karşı çıkmanın bayraktarıdır Hüseyin...
Allah’a ve O’nun sevgili Peygamberine, Kur’an-ı azim-üşşana ihanet edenlere boyun eğmeyenlerin, alçaklığa biat etmeyenlerin sancaktarıdır Hüseyin...
“Burada, yani Mekke’de de kalsam, başka bir yere de gitsem beni öldüreceklerini biliyorum. Mekke’de öldürülmem Beytullah’ın hürmetine halel getirir; buna rıza gösteremem. Onun için buradan ayrılacağım” diyerek kıyam eden ve Allah yolunda öleceğini bile bile yola çıkan şehidler serveridir Hüseyin...
Kerbela çölünde İbni Ziyad’ın ordusu tarafından muhasaraya alındığında: Kendisiyle birlikte yola çıkanlara “Bunların amacı beni öldürmektir. Karşımızda çok güçlü bir ordu var; bizim bu orduyla savaşacak ve kazanacak kadar gücümüz yoktur. Bizimle yola çıkanlardan geriye dönmek isteyenler varsa, karanlıktan faydalanarak ayrılsınlar. Allah katında onlardan asla şikâyetçi olmayacağım. Hakkımı helâl ediyorum. Onlar da bana haklarını helâl etsinler” diyerek akşam saatlerinde yanan kandillerin söndürülmesini emredecek ve gitmek isteyenlerin mahcup olmadan ayrılmalarını sağlayacak kadar büyük ve ulvî bir düşüncenin mimarıdır Hüseyin...
72 kişiyle (ki bunların bir kısmı düşman ordusunu terkederek Allah Resulü’nün torununun tarafına geçenlerdi) 2000 kişilik bir ordu karşısına dikilmenin, Allah ve Resulü adına onlara meydan okumanın, hakkı ve hakikati, ceddi Resul-ü Ekrem’in bayrağını zulme ve zillete teslim etmemenin adıdır Hüseynî dâvâ...
Kerbela çölünün kızgın kumları üzerinde kavrulan, bir damla suyun bile verilmesini yasaklayan , koca Fırat nehrinden kuzu derisinden tulumlarla su getirilmeye çalışılırken; oklarla o tulumları delik deşik eden alçaklara karşı, kafile içinde kundaktaki bebelerin kızgın güneşin altında susuzluktan çatlayan dudaklarının adıdır Hüseynî dâvâ...
Ehl-i Beyt kafilesinin sancaktarı, savaş meydanında bir kolu kesilince sancağı öbür eline alan, öbür kolu da kesilip oklarla yere düşürek şehid edilinceye kadar ağabeyinin ve Allah Resulü’nün sancağını düşmana teslim etmeyen uzun kollu Alemdâr Ebul-Fazl Abbas’ın dâvâsının adıdır Hüseynî dâvâ...
Daha yeni toy kınası yakılan ellerine kılıcını alarak düşman karşısına çıkan, Hasan-ı Müçteba’nın yadigârı şehid Kasım’ın dâvâsıdır Hüseynî dâvâ...
Bıyıkları bile terlememiş, Allah ve hakikat yolunda meydana çıkıp şehid olan Ali Akbar’ın dâvâsıdır Hüseynî dâvâ...
Kundaktaki narin bedeni oklarla delik deşik edilen Ali Asgar’ın dâvâsıdır Hüseynî dâvâ...
Oklarla parçalanmış o narin bedeni kucağına alıp ceddi Peygamber’e hitaben “Allah şahittir ki, ben bu olanların hiçbirinden şikâyetçi değilim. Biz, Allah ve senin yolunda şehid olmayı seçtik. Huzuruna yüzü kara gelmeyeceğim” diyen Hüseyin’in dâvâsıdır Hüseynî dâvâ...
Ve...
“Hüseyin attan düştü, gökte melekler ağladı...”
Hüseyin’in kesik başının mızraklara takılarak Şam’a doğru yola çıkıldığında; kimileri çıplak develere aç ve susuz bindirilen, kimileri kızgın kumların üzerinde yalın ayak yürütülen Ehl-i Beyt mensuplarının önderliğini yapan, Şam’da dolduruldukları bir harabede göklere çıkan nâlelere, figanlara göğüs geren, yetimleri eteklerinin altında toplayan, hasta Zeynel Abidin’i kolları arasına alarak korumaya alan, ceddi Peygamber’in soyunun günümüze kadar ulaşmasını sağlayan, Cenab-ı Resulü Ekrem’e layık, Ali-yyel Mürteza ve Fatımat-ı zZehra kızı, iki cihân serverinin torunu Zeyneb’in dâvâsıdır Hüseynî dâvâ... Bahtsız bacısı Ümmü Gülsüm’ün dâvâsıdır...
Şam harabelerinde aç bi-ilaç esir tutulan Şam-ı Garibân’ın dâvâsıdır...
Sadece Müslümanların, Şiilerin, Alevilerin, Sünnilerin, Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Acemlerin değil; yeryüzünde her türlü zulme, baskıya, kıtala, zillete, alçaklığa karşı çıkan herkesin dâvâsının adıdır Hüseynî dâvâ...
***
Nasıl bilenle bilmeyen bir değilse; gerçekleri görenle görmeyen de bir değildir...
Rivayet edilir ki; Hz. Hüseyin’in kesik başı Yezid adındaki mel’unun huzuruna getirilerek yere bırakılır. Elindeki sopasıyla o mübarek başı sağa sola çevirir, sopanın ucuyla mübarek dudaklarıyla oynamaya başlar. O mecliste bulunan ve Yezid’e biat edenlerden, sahabeden yaşlı bir zat, oracıkta öldürüleceğini bile bile tahammül edemez ve “O dudaklarla oynama ey mel’un, onları Peygamber öpmüştü...” der ve anında öldürülür...
İmdi...
Başta baskı ve zulüm karşısında dirençleri kırılan ve ahde vefa göstermeyerek sözlerinden dönen Kûfe halkı olmak üzere, aynı baskı ve zulümden korkarak bir köşeye sinenlerle, hakkı ve hakikati inkâr edenlerle; hakkın ve hakikatın yanında yer alan ve şehidlik şerbetini içenler hiç bir olabilir mi?
Kerbela şehidlerinin arkasından bir kaşık helva yapma imkânı dahi yokken; tam 1370 yıldır; hor görülmelerine, kara propagandalarla dışlanmalarına, zulme ve kıtala uğramalarına rağmen:
Bu acıyı yüreğinde hissedenlerle, İslâm tarihinin bu en büyük vahşetine baş kaldıranlarla, matem edip gözyaşı dökerek Hüseyin’in dâvâsını diri tutanlarla, sinesi çapraz dağlanan Zeynep gibi sine dövenlerle, o bir kaşık helvası bile olmayan Hz. Hüseyin için her Muharrem ayında ve Aşura günlerinde hayır hasenat verenlerle...
“Biz ne yapalım! Bu zulmü Emeviler yaptılar, bizim elimizden ne gelir!” deyip bir kenara çekilenler, tarihin bu en büyük alçaklığını görmezden gelenler...
Dünyada ve ukbada ve de Allah katında hiç aynı yerde tutulabilir mi?
Böyle bir zulme karşı çıkmamak hangi İslâmî ve insanî vicdana sığar?
“Size iki emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve Ehl-i Beytim” diye buyuruyor Allah Resulü...
Emanetine hıyanet edenler, yarın mahşer gününde hangi yüzle şefâat isteyeceklerdir?
Ülkemizde başı örtülü kızlara yapılan zulümlere haklı olarak hepimiz tepki gösterirken, onların uğradıkları zulme hep beraber isyan ederken; Kerbela’dan Şam’a kızgın kumların üstünde yalın ayak yürütülen Peygamber torunu, altı yaşındaki Sakine’nin uğradığı zulme nasıl oluyor da kimileri sessiz kalabiliyor?
Esir alınan peygamber torunu kadınların ve kızların ellerine zincir vurularak ve yüzleri açılarak, şehir şehir dolaştırılıp halka teşhir ettirilmesine neden isyan edilmiyor?
Niye sustun ey İslâmî ve insanî vicdan?
***
Kadir-i Hum’u inkâr edenler; Hz.Hamza’nın ciğerlerini söküp yiyen Hind’in karnından çıkma, İslâm Peygamberi’ne (S.A.S) yaşamı boyunca düşmanlık eden Ebu Süfyan’dan olma bir mel’unun eline de koz vermiş oldular.
(Ki Ben-i Haşim ile Ben-i Umeyye uzaktan amcazâdeydiler, kan bağları vardı. Resulullah’ın vefatından sonra hilafet seçimi yapılmış, Ali Bin Abutalib’in hakkı gaspedilmişti. O gün, daha hayatta olan Ebu Süfyan, Hz. Ali’ye haber göndermiş: “Bu hak Ali’nindir. Hakkın geri alınması için savaş açmalıdır. Ben ve kabilem arkasında olacağız” demiştir. Hz. Ali, İslâm kanının dökülmesine, İslâmın içine nifak sokulmasına rıza göstermemiş ve bu teklifi reddetmiştir.)
İslâmın meşru halifesine savaş açan, yenileceğini anlayınca Kur’an sahifelerini mızrakların başına taktıran, sahte hâkem yoluyla hileleri mubah gören, Hasan-ı Mücteba’yı zehirleterek şehid eden bir mel’un ile, Peygamber evlatlarını katleden alçak ve lâinullah oğluna hazret diyecek kadar gaflet ve dalâlet içinde olanlar da, Allah katında layıklarını bulacaklardır elbette...
“Onlara lânet okunmaz. Çünkü onlar Hz. Peygamber’in yüzünü gördüler” diyen bazı gafillerin cevabını Cenab-ı Hakk, kendi Kelâmullah’ında, Tebbet suresi birinci âyetinde “Ebu Leheb’in elleri kurusun. Ve kurudu da” diyerek, lânetlediği Ebu Leheb yoluyla veriyor...
***
O gün ekilen o melânet tohumları bugün de devam etmektedir. Kendine İslâm kisvesi giydiren Yezidî zihniyet esiri kimi kâfirler, Afganistan’da, Pakistan’da, Irak’ta Allah mâbedlerine, camilere, mescidlere, evlad-ı peygamber türbelerine bombalar atmakta, mâsum müslümanların kanını akıtmaktadırlar...
***
Hangi dinden ve mezhepten olursa olsun; zulme uğrayan, haksız yere kanı dökülenlerin dâvâsı, Hüseynî dâvâya eşdeğerdir. Hüseyn-i Şah-ı Şüheda, yeryüzündeki bütün mâzlumların, bütün mâsumların bayraktarıdır...
Mâzlumların ve kanı dökülen bütün mâsumların asıl davaları, elbette ki Mâhkeme-i Kübrâ’da görülecektir.
Cenab-ı Hakk, bizleri orada dava edilenlerden kılmasın. Yüce Rabb’imin selâmı ve salâtı, sevgili peygamberinin ve evlad-ı ayâlinin ve de bütün inanan müslümanların üstüne olsun...
YORUMLAR
"...Kadir-i Hum’u inkâr edenler; Hz.Hamza’nın ciğerlerini söküp yiyen Hind’in karnından çıkma, İslâm Peygamberi’ne (S.A.S) yaşamı boyunca düşmanlık eden Ebu Süfyan’dan olma bir mel’unun eline de koz vermiş oldular.
(Ki Ben-i Haşim ile Ben-i Umeyye uzaktan amcazâdeydiler, kan bağları vardı. Resulullah’ın vefatından sonra hilafet seçimi yapılmış, Ali Bin Abutalib’in hakkı gaspedilmişti. O gün, daha hayatta olan Ebu Süfyan, Hz. Ali’ye haber göndermiş: “Bu hak Ali’nindir. Hakkın geri alınması için savaş açmalıdır. Ben ve kabilem arkasında olacağız” demiştir. Hz. Ali, İslâm kanının dökülmesine, İslâmın içine nifak sokulmasına rıza göstermemiş ve bu teklifi reddetmiştir.)
İslâmın meşru halifesine savaş açan, yenileceğini anlayınca Kur’an sahifelerini mızrakların başına taktıran, sahte hâkem yoluyla hileleri mubah gören, Hasan-ı Mücteba’yı zehirleterek şehid eden bir mel’un ile, Peygamber evlatlarını katleden alçak ve lâinullah oğluna hazret diyecek kadar gaflet ve dalâlet içinde olanlar da, Allah katında layıklarını bulacaklardır elbette...
“Onlara lânet okunmaz. Çünkü onlar Hz. Peygamber’in yüzünü gördüler” diyen bazı gafillerin cevabını Cenab-ı Hakk, kendi Kelâmullah’ında, Tebbet suresi birinci âyetinde “Ebu Leheb’in elleri kurusun. Ve kurudu da” diyerek, lânetlediği Ebu Leheb yoluyla veriyor..."
Güzel yazı, ama içinde kısmi çelişkileri barındırıyor, özellikle bu kısmı yeniden okuyup, daha duygusal olmasına yine duygusal olsun ama tarihsellik ve felsefemizin tutarlılığına çekmek gerekiyor diye düşünmekteyim, değerli Cahit bey..
Bir başka beklentimizde, çok değerli bilgiler verdiğiniz yazı içerisindeki olaylar ve etkileyici bölümler için, lütfen kaynak ve kaynakça eklemenizdir.
Kısacası ben yazınızı çok beğendim, sadece çelişkili bölümleri sizde var olduğunu gördüğüm birikim ile düzeltebileceğinize dair beklentimdir. Bunu ben yapıp, amacımı aşmayı da hiç uygun bulmuyorum.
Ebu Süfyan, Muaviye ve özellikle Yezid, Mervan, Leheb; Ebu Cehl adı batası zihniyete lanet olsun...
Aşkı niyazla...
Göktürkmen tarafından 12/17/2010 10:37:35 AM zamanında düzenlenmiştir.
Göktürkmen tarafından 12/17/2010 12:26:31 PM zamanında düzenlenmiştir.
Cahit KILIÇ
Yaşınızı bilmediğim ama benden daha küçük olduğunuz varsayımıyla kardeşim diye hitap ettiğim için lütfen bağışlayınız. Bendenizin yaşı 56’dır...
Yazının içinde bir çelişki mevcut değildir. Olsa olsa tarih boyunca yanlış ve yanlı ve de artniyetli bilgilerle gerçeklerden uzak tutulan bir müslüman kesimini incitmekten kaçınma vardır.
Yazı, Ehl-i Beyt sevgisiyle mücehhez her sıradan insanın bileceği bilgilerden oluşmaktadır. Yazının akışı içinde de ihtiyaç duyulan tarihi gelişmeler kısaca ve tarihi kronoloji göz önünde bulundurulmaksızın verilmiştir. Bu yazı içindeki bilgilerin hepsi hemen her müslümanın bilmesi gereken bilgilerden ibarettir.
Onun için herhangibir kaynak veya kaynakça göstermeye gerek görmedim. Zira bu bilgiler, özellikle de çocukluğumda okuduğum Fuzûlî’nin Hadikatüssüade’sinden, Ziya Şakir’in Kerbela Vakası’ından ve gene aynı yazarın Kerbela’nın İntikamı’ndan, Abdülbaki Gölpınarlı Hocamın İmam-ı Ali Buyruğu, gene Gölpınarlı Hocamızın çevirisiyla Hz. Ali Aleyhisselamın Nehc-ül Belaga’sından elli yıla yakındır hafızama kazınanlardır...
Ayrıca Ehl-i Sünnet kaynaklarından: Sünne-i Tirmizi, Zehair-ul Ukba, Kenz-ül Ümmal, Hilyet-ül Evliya, Müstedrek-üs Sahihayn ve onlarca başka kaynaklardan da bu hakikatlara ulaşmak mümkündür...
Asıl hazin olan şey: Bildiğim kadarıyla 50 binden fazla üyesi olan bir sitede, günün önemine binaen yazılan bir yazıya sadece bir kişinin yani sizin ilgi göstermenizdir...
İlginiz ve değerli yorumunuz için size müteşekkirim...
Saygılarımla.
Göktürkmen
Bunun soyut ve somut , akli nakli, ezen ve ezilen anlaşıyla ve muhakkaki öjen ve kafatasçı olmaya ven bir ulusal rengi içinde barındırabilirliği ile olmasının daha az çelişik olurluğu knusundan yaklaştım.
Bunu belirtir, çok saygıyla, esenlikler dilerim.