Niçin Okuruz?
“Okumak” sözcüğünü duyduğumuzda ya da bir şekilde bir yerlerde karşılaştığımızda neler çağrıştırır. Sanırım, ilk anda herkesin aklına “ bir yazılı metne bakıp harf ve işaretleri seslendirmek ve içindeki düşünceleri bellemek “ gelir. Sonra sırayla şiir ,şarkı, türkü okumak; icrayı sanat ciheti yani. Okumanın, mecazî yönünü de düşünebiliriz yerine göre. Birinin duygu ve düşüncelerini okuruz mesela. Argo penceresinden bakanlar kızdıkları kişinin canına okur. Anadolu’da bir mutlu güne dostlar,tanıdıklar okuntu gönderilerek çağrılır.Bu da okumanın anlam zenginliği içinde bir ayrıntıdır.
Girişte, değişik örneklerde gördüğümüz anlamaları yanında her bireyin kendi iç dünyasının boyutuna göre okumadan anladığı özel bir manası da vardır. “Oku” emri ilahisi her insana aynı şeyi tedai ettirir. Yaratanın mesajlarına uymak aklı başında her insanın boynun borcudur. Okumak eylemi aynı kaynaktan esinlense de özel anlamda farklılıklar arz eder. Okuyucun tercihleri girer işin içine. Her okuyucunun ilgi alanına değişik türde kitaplar girebilir.
Kimi insan roman türünden haz alır. Kimi iyi bir öykü okurudur. Kimi şiir, kimi deneme türü kitapları benimser. İlgi alanı ne olursa olsun “kitap kurdu” diye tabir edilen insanların okur denilen insanlar arasında ayrı bir yeri vardır. Ben bunlara deli sözcüğünü sevimlileştirmek adına “kitap delisi” diyorum. Hani alçak sözcüğünü gönül sözcüğü nasıl güzelleştiriyorsa öyle bir şey.
Böyle uzun bir girizgâhtan sonra, niçin okuruz sorusuna cevap aramaya çalışalım. Okuyan insan, hurufatla haşır neşir olan insandır. Matbuat onun dünyasında zenginliklere açılan sırlı bir kapıdır. Başkalarının geçmekten korktuğu, ürperdiği sırlı kapıdan kendinden geçercesine zevk alarak girer. Kitaplar, onun en sadık dostlarıdır. Onları incitmekten çekinir. Onlarla ayrı bir ünsiyet kurar. Kitaplar da bu içtenliği karşılıksız bırakmayan vefalı dostlardır. Okurun iç dünyasını aydınlatır onlar. Gönüllerini hiçbir karşılık beklemeden açar kitaplar, kendilerini dost edinen bahtlı insanlara.
Okur, kitaplardan edindiği bilgileri paylaşma cihetini seçer zamanla. Dolan dağarcık boşalmaya muhtaçtır. Yazmanın yolu, okumak hıyabanından geçer. Ki bu hıyabanın iki tarafı kitap ağaçlarıyla tezyin edilmiştir. O yolu tercih edenler, kitapların ıtırlı dünyasındaki hoş kokudan nasiplenirler ve muhitlerine de bu baş döndüren güzelliklerden sunarlar. Aynı zamanda zarafetin ve nefasetin temsilcisi olurlar.
İşte, yukarıda ifade ettiğim güzellikleri yaşamak ve yaşatmak için harflerin ve sözcüklerin büyülü dünyasında kanat çırpmak elzemdir. O büyülü dünyanın güzelliklerini keşfetmektir okumak. Bilmek okumak hıyabanında salınan peridir. O peri, ancak okuyanlara tebessüm eder ki bî bedel bir tebessümdür. Sizce de bu tebessüm için okumaya değmez mi? Niçin okuduğumuza sarih bir cevap bulamasam da karınca kararınca bir şeyler yapabildim mi acaba…
İbrahim KİLİK
YORUMLAR
Böyle uzun bir girizgâhtan sonra, niçin okuruz sorusuna cevap aramaya çalışalım. Okuyan insan, hurufatla haşır neşir olan insandır. Matbuat onun dünyasında zenginliklere açılan sırlı bir kapıdır. Başkalarının geçmekten korktuğu, ürperdiği sırlı kapıdan kendinden geçercesine zevk alarak girer. Kitaplar, onun en sadık dostlarıdır. Onları incitmekten çekinir. Onlarla ayrı bir ünsiyet kurar. Kitaplar da bu içtenliği karşılıksız bırakmayan vefalı dostlardır. Okurun iç dünyasını aydınlatır onlar. Gönüllerini hiçbir karşılık beklemeden açar kitaplar, kendilerini dost edinen bahtlı insanlara. SAYGIMLA KUTLADIM
O K U M A K ..
Nedir okumak? Niçin Okuruz ya da ?
Cevabım: KISACA sanattır, ruhani dokunmaktır sayfalara..
Okumak;
Yazılan kelimeleri tüketmek için değil kelimelerin içinde can bulmak için sayfaya doku(n)maktır.
Okudukca insanın bulunduğu ruh halinden başka bir mevkiye terfi etmesi mümkün olmalı bence,
nefesler tutulmalı bir sonraki cümleye, sabır beslemeli erilecek tümlece.
Okumak;
basit olmamalı, iki kaş arası, tek nefeste tüketilmemeli satırlarda.
Konunun son satırından başlayıp noktayı koymadan veda etmemektir yazana.
Okumak;
yaşamaktır yazanın ruh halini, dolu ya da boş, haylaz ya da serseri..
inmektir derine denize dalar gibi, aldıkları ve öğrendikleri ile yani tuttuğu balığı gururla onu seyredenlere sunar gibi.
Okumak yeni değil hayatımızda, sevgili Peygamberimize bile "oku" emri gelmedi mi Hira dağında?
Okuyanlar bilir, okumayanlar için kısa bir hatırlatma:
"Hz. Muhammed (s.a.s.) Milâdi 610 yılının Ramazan ayında bir pazartesi gecesi yine Hira dağındaki mağaraya çekilmiş, bütün varlığı ile Allah’a yönelmişti. Bu sırada Cebrail (s.a.s.) kendisine göründü ve:
- Oku, dedi.
Hz. Muhammed (s.a.s.):
- Ben okuma bilmem, dedi.
Cebrail ikinci defa “Oku” dedi Hz. Muhammed (s.a.s.) yine “Ben okuma bilmem” dedi.
Cebrail (s.a.s.) üçüncü defa “Oku” deyince, Hz. Muhammed “Ne okuyayım” diye sordu. O zaman Cebrail (s.a.s.) Kur’an-ı Kerim’de Alâk sûresinin başında yer alan şu anlamdaki ayetleri bildirdi:
“Yaratan Rabbının adıyla oku,
O, insanı kan pıhtısından yarattı,
Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir.
Kalemle yazmayı öğreten O’dur. İnsana bitmediğini O öğretti.”
Böylece Hz. Muhammed (s.a.s.)’e ilk vahiy gelmiş, Kur’an ayetleri inmeye başlamıştı. Bundan sonra Melek kayboldu. Okunan ayetler Peygamberimizin kalbine yazılmış, gibi kendisi de bunları okumaya başladı."
Böyle başlamıştır okumak hayatımızda, hatırlatmada geçtiği gibi ..
"Kalemle yazmayı öğreten O’dur, Rabbimizdir" onun için yazıp onun için okuyan insanlarımız ne hidayetlidir bilinse, farkına varılsa ceket iliklenirdi sanırım karşısında.
Ufku acan kaleme SAYGILAR ...