SEBOSTİYAN
Bir varmış bir yokmuş ,evvel zaman içinde kalbur saman içinde,develer tellak,yoo bu develer tellak haikatten, tellal değil,bildiğiniz asri hamamlarda tellaklık yapan develer,pireler de belediye encümeni,keneler müteahhit iken,ben de babamın beşiğinde yatan kardeşimi tıngır mıngır sallar iken,evet babamın beşiğini,çünkü babam işçi emeklisi ve yeni doğmuş kardeşime sıfır bir beşik alacak durumda değilken, uzak bir ülkede güzel bir prenses yaşarmış.
Kral babası hiç bir dediğini iki yapmaz,fakat prensesimiz yine mesud olamazmış. Bir gün Kral telall çıkartıp her yana haberler salmış " Ey Ahaliii..duyduk duymadık demeeen,Kralımızın biricik kızı Prensesimiz Emmanuella bir türlü mutlu olamamaktadır. Babası Kralımızın kendilerine aldığı şirketler, her nev’inden matbuat-ı medya materyalleri ve hatta küçücük gemicükler dahi hiç bir tesir yapmamıştır.Kim kiiii Kraliçemiz Emmanuella’nın mutsuzluğuna bir çare bulur, karıyı alı...Kraliçemizi alır ve sonsuza değin mutlu yaşar." Diyerek ülkeyi bir baştan bir başa tellallamışlar.
Dünya ahret yavrum olur Emmanuel...pardon ya...dünya ahret bacım olur deyecektim..Neyse..
Ülke de epeyce bir büyük olmasına rağmen tellallar şeylerinin korkusundan bir haftada telekomünükasyon işini ihale yoluyla halledip bitirmişler.
Daha doğrusu hizmet alım ihalesi yapıp kendileri yan gelip yatmış, fukara insanları karın tokluğuna çalıştırıp her yana haber salma işi ihalesiyle işi halletmişler.
Bu haber tez zamanda ülkenin her yanına ulaşmış.
Hatta Arz-ı Rum denilen beldede yaşayan fakir bir çiftçi olan Sebostiyan Dayı’nın evine kadar varmış. Sebostiyan dayı altı çocuklu,kendi halinde ,etrafında sevilen,sözü dinlenen fakat yine herkesin bildiğini yaptığı bir zatmış.Ve Arz-ı Rum ’da ona kısaca "Sebo" derlermiş. "Sebo aşağıya,Sebo yukarıya" diye çağırırmış hamamın müdavimleri o’nu.Sebo bir hamamda çalışırmış. Zira hamam iki katlıymış ve Sebo Dayi her iki kata da yetişmek zorundaymış.
Sebo dayi bu haberi duyar duymaz eve koşmuş,zira çok korkmuş.Çünkü her ne vakit bir telllal şehrinin sokaklarında çığrırsa bumuhakkak bir savaş var demektir ve kısa dönem lejyonuna köy çocukları alınmamaktadır. Bu sebeple de her tellal çığıradığında oğullarından biri "şehitler ölmez ,vatan bölünmez" bab’ından ahrete göçermiş.
Fakat bu sefer Sebo duyduğuna inanamamış, bir daha kulak vermiş,bir daha,bir daha....Her seferinde "Seni seviyorummm Sebo" duyuyormuş soğuktan köseleye dönen kulakları.Sonra işi öğrenince bir rahatlamış deme gitsin.
Hemen hanımına koşmuş durumu anlatmış ve kendisinin Prenses Emmanuella’yı mutlu edebilecek alt yapıya sahip olduğunu ve bu makus talihi yenebilmek için bu durumun bir fırsat olduğunu söylemiş.
Kadın gülerek " Ah Sebostiyan sen daha beni mutlu edemiyorsun,Prensesi mi mutlu edeceksin" demiş.
Sebo başı önünde düşünmeye başlamış. Zaten hep başı önünde olurmuş zavallının fukaralıktan Zira beslenemediğinden zayıf düşermiş gariban.He valla...
Derken Sebo’nun aklına bir fikir gelmiş. O zaman elektrik icat olmadığından beyninde kandiller yanmış. Heyecanla ayağa fırlamış bir de bakmış , başına yasladığı elinin parmakları arasında yanan tütün keyifliği (eskiden sigaraya derlermiş) kafasını yakıyor," Oyyy Ezen s...m" diyerek fırlamış söndürmüş tütün keyifliğini.
Akşam kandilin sadece silüetlerini ayan ettiği sarı esmer ışığında hanımıyla göz göze gelmiş,fakat farkedememiş. O karanlıkta nasıl gözsün göz gözü değil mi?
Zaten altı çocuk da o kandilin doğru dürüst ışık verememesinden olmuş ya.
Yatakta bir o yana bir bu yana dönen Sebo karısını da uyutmuyormuş. hanım dayanamamış " Sebooo neydirsen,ateş başan hele yat daa" demiş.Sebo " Yatamireemm" deyip sızlanmış.
Hanımı " Yatamirsen..yapamirsen...ne poğa yarirsen" demiş ya Sebo’ya çok koymuş.
Ertesi sabah kargalar Sebo’nun binbir güçlükle hazırladığı kışlık tezeklerin üzerinde konup,altını üstüne getirdiğini gören hanımı "Allah belan vere....devletimizin haciz ettiği poğlari yiyir kagralar yatişş" diye ciyyak ciyyak bağırınca yataktan fırlamış ve kargaları kovalamış,devletin poğlarini kurtarmış vatan haini kargaların elin..pardon ağzından.
Ertesi gün ,ama ne yapabilirm ki bu film gibi devamli ertesi gün olacak ki bitirebilelim. Yoksa Engin Tatlıtürk adlı kardeşimiz "Uzun oldu" diyor.
Ertesi gün ..yok bu yukardaki ertesi gün, araya laf girince tekrar ettim. Evet aynı ertesi gün Sebo ahıra girer ve hayvanlarına ot vermeye başlar.Bir de ne görsün ahırın içerisinde bir sessizlik,bir ümitsizlik.
Elindeki saman yığınını elinden yere bırakan sebo küçük büyük bir sürü gözün hayvani bir merakla kendisine baktığını görünce bir iki kelam etmeyi uygun bulur. Ve Sebo :
" Bene ne bağirsiz ola, bilmürsen bu kiral çok çalişir geyret edir,durmir gardiş,vallah da durmir,cigeriz gitlim döviz rezervimiz kaç milyar dolar oldi biliysenn,çok arti , ben o kiralin yaraani yiim (Kral’ın yüzünde bir yara varmış çok eskiden kalma o yani),he vallah işte ele" der demez hayvanlar bir neşelernir,bir coşar.
Hep bir ağızdan " beraber düzüldük biz bu ahırda,beraber süründük bu köy yolunda,şimdi inlediğin tüm tarlalarda, bene her sivri şey seni anımsatıyor" uzun havasını çığırırlar.
Sebostiyan bu çığırışla kendine gelir ve Prenses Emmanuellayı hatırlar. Koşarak eve dalar ,o sirada kuşhanada kartol pişiren hanımına " Az bi dakka kari, ben ele bi hal çarasi bulmişem ele hoş" der. Ve hanımına kendisi yerine ortanca oğlu İso’nun prensesi mutlu etmeye gidebileceğini söyler.
Bir kaç gün sonra İso takım taklavatı hazırlamış,bir heybeye koymuş, ve prenses Emmanuellanın sarayına doğru yola çıkmıştır.
Bir kaç gün sonra...(ee n’aapalım acilen başkente gidiyoruz,düşürüyoruz ki kısa olsun hikayemiz idare ediceniz artık.)
Evet bir kaç gün sonra sarayın kara kapısını tokmaklayan İso’ya nöbetçiler (evet bu Emmanuellenın babası kıçı sıkışıp "Nöbetçileeer "diye seslendiğinde koşarak gelen ve Fatihin F-dayisi Karo Murat’tan kralı kurtaran o nöbetçiler. Ben eskiden Nöbeççiler zannederdim.kadrolarında 11/1 ’i GİH Nöbetçi ve 3/1’i Teknik Nöbetçi olarak geçiyor,yani doğrusu Nöbetçi’dir) sarayın kapısını açar.
İso hayatında ilk defa gurbete gelmiştir,ilk defa na kucağından, yuvanın sıcağından, baba dayağından bu kadar uzakta hisseder kendini ve " Keşmem bu ellere gelmez olaydim..lel le le le yar, seni bu hallarda koymaz olaydim...Kirila kollarim vurmaz olaydim le ..le lle ya..Ölene dek bah mutliyem yar diyem" diye asılınca elindeki telli müzik aletine nöbetçi " De görim gardaşşşş hele sen Arz-ı Rumdanmise kimlerdensen..." der. İso kimlerden oladuğunu söyleyince nöbetçinin gözlerine yapımcı bir damlalık ile iki damla su fışkırtır ve sankim bazı önemli gün ve haflarda gördüğümüz askerler gibi ağlar nöbetçimiz. ve elini İso’ya uzatıp " hele ban seni tanirem...Sen İso değilmisen, Neydiiisen , anan neydiiir gavat baban neydiiir ? " diye sorar.İso "Eydir hepsi,işte ele neytsinler " der.
ve bu büyük binalarla dolu, her yanı darağacında sallanan insanlar olan modern şehre neden geldiğini anlatır.
Devamı Haftaya....
YORUMLAR
Erol abi bu Arz-ı Rum...bizim ora...sebo da bizim sebomi....vışş allamış pullamışsan....ne bizim melmeçeti nede telleh seboyi az gala taniyamiyacaktım...
erolabi
Arzı Rum demek hesasında gardaş "Rum S..ken" demek.Geçmişlerimiz ele dir.
Bu neçi..
Selamlar.
"keskin bıçak olman için örste çok dövülmen gerek" bu bıçağın örse ihtiyacı yok....her yazısının hecelerinde viranelerde saklanan define sandıkları var gibi....okurken keyif veren güldürürken düşündüren bir saygın kalem....gardaş....yazılarını okurken tandırdan çıkmış taze lavaşın içindeki ciğil peynirin tadını alıyorum...durma yaz bu yeti sende umman-ı derya gibi
saygılar.
erolabi
Valla sen lavaş deyince benim aklıma Erzincankapı'da Yılamz emminin çay ocağında köşedeki İspir'li hacılardan aldığımız ciğil peyniri,bal -yağ ile yaptığımız kahvaltılar, bir de lavaşa sarıp yediğimiz Hacı Baba restorantın dönerleri geliyo..
12 Mart spor kulübünün orda , Mumcu caddesine inerken arada bi yeri vardı.Sonra Postahanenin yukarısına taşınmış...
Büyük bir salon açmış.
Bir gün orda döner sıramızı beklerken elinde telsizle bi adam geldi...benden önce ona servis yapınca sakallı hacıya fena bozulup çıkıştım..
"hem müslümansın,hem benim hakkımı gasp ediyosun " diye..
Adam da Hacı da fena bozulunca ben rahatlamıştım..
Bi de bir gün Mulen Ruj denilen bi restorant vardı ...Cumhuriyet caddesinde ..Kitapsarayını geçince sağda arada..
ordaki garsona bilmiyormuş gibi " Afedersiniz biz Kavaş ekmekten istiyoruz" demiştim.
Kulağıma eğilip -yanımdaki bayan arkadaş duymasın diye- agabey..ona lavaş dirler burda..kavaş biz başka bi şye dirik da" demişti.
Hey gidi günler demeye ne çok ihtiyacım var..
Heyyyy..
Saygı ile ellerinden öperim ağabey..
erolabi
Aleykümselam dedim..
Selametle git...
Gözlerinden öperim..
Elindeki saman yığınını elinden yere bırakan sebo küçük büyük bir sürü gözün hayvani bir merakla kendisine baktığını görünce bir iki kelam etmeyi uygun bulur. Ve Sebo :
" Bene ne bağirsiz ola, bilmürsen bu kiral çok çalişir geyret edir,durmir gardiş,vallah da durmir,cigeriz gitlim döviz rezervimiz kaç milyar dolar oldi biliysenn,çok arti , ben o kiralin yaraani yiim (Kral’ın yüzünde bir yara varmış çok eskiden kalma o yani),he vallah işte ele" der demez hayvanlar bir neşelernir,bir coşar.
Hep bir ağızdan " beraber düzüldük biz bu ahırda,beraber süründük bu köy yolunda,şimdi inlediğin tüm tarlalarda, bene her sivri şey seni anımsatıyor" uzun havasını çığırırlar.
---------------------------------------------
Yazı dört dörtlük ve tarzı var.
Yukarıdaki alıntıda gülmem gerekiyordu her halde?
:)))
----------------------------------------
Krala çok atarsan seni ispiyonlarım engüzisyona haberun olsun.
fevkalade güzeldi.
KUTLUYORUM.
Selam ve sevgiler.
erolabi
"KRALIMIZ ÇOK YAŞAAA..
KRALIMIZ ÇOK YAŞAA..." diyerek.
kaç bin virde dayanmışım bi bilsen...
Sağol Engin kardeş...