Ah.! Memleketim ( 2 )
Karyolalarımız tam karşımızda duruyor, yan yana.
Koyu renk olduğuna bakmayın, hakiki ceviz haa! Yıllara meydan okumuş.
Bizi hiç üzmemiş.
Annem, yeni havalandırmış turuncu saten yorganımın yünlerini.
Yeni işlemiş çuvaldızla baklava desenlerini, ben üstünde oyun oynarken serin serin.
Kaz tüyü yastığım.
Tam, “bir yastıkta kocamak" için yapılmış sanki, hem de çift kişilik.
"Küs" yastıklar henüz icat edilmemiş.
Lakin biz, o kanaviçe desenlerinin arasında değil, "küs" yastıklarda kocadık.
Kâh üstünde sıçramışız.
Kâh söküp kaydırak yapmışız karyolalarımızın tahtalarını.
Hem de o daracık odanın, bize göre lunaparklardan geniş sonsuzluğunda.
Bazen;
Komşu oturmalarında anlatılan, cinleri, perileri, hırsızları aramışız altında, uyumadan önce.
Bulamayınca cinleri, perileri, hırsızları.
Korkumuz gülümsemeye dönüşmüş, gözgöze bakışırken muzipçe.
Annemiz elinde sopa, kahramanımız olmuş en önde.
Cesaretimizi sınardık en öne geçerek.
En iyi yer ortadır ama, en sağlam yerdir.
Hiç karşılaşmadık kendileriyle.
Ablam bir gece çarşafla hayalet olup bizi korkutuncaya kadar.
Hepimiz o karyolalarda uyumuş, ilk rüyalarımızı görmüşüz.
Sahi, siz hiç çocukluk rüyalarınızı hatırlar mısınız?
Ben hatırlarım...
Önce annemin bize ezberlettiği uyku duasını okurduk:
“Allahume Binnur, neburi kemesur,seksen bin ayetin kürsi, etrafımda dursun. Allahım! Hayırlı sabahlar aç.”
Bu Türkçe karışık dua bizim ritüelimiz idi.
Sonra uyumaya çalışırdık. Bir odada dört kardeş.
Ablam sorardı bana “ Uyudun mu ?” diye, ben “evet” derdim… Gülüşürdük…
Annem, “uyuyun artık çocuklar” diye bize kızardı.
Bir daha hiç uyuyamadık anne !
Dördümüz , dört kardeş aynı odada…
En büyük abim zaten hiç yoktu. Doktorluk okuyormuş İstanbul´da.
Babam keza, hep geç gelirdi Hatila´dan…
Kolay mı beş çocuğu okutmak.
Ulan bari biriniz okumayın, adam bir nefes alsın!
Hepiniz üniversite bitirdiniz de ne oldu. Sanki Türkiye’yi kurtardınız..
Keşke hep konuşsaydık sabaha kadar anne !
Ah ! Keşke…
Nasılsa sende katılacaktın az daha konuşursak bize.
Genç kızlığını anlatacaktın.
Nafiye teyzemle Rahmetli Kazım ağbinin aşkını.
O ağacın kovuğuna koydukları mektupları...
At üstünde, senin gelin gidişini...
Babamın Tam üç yıl askerlik yaptığını...
Eski türkülerden söyleyecektin...
Dedemin küpteki altınlarını...
Küçük dayım Nusret´i çocuk yaşta nasıl kaybettiğinizi...
Nazım amcayı, bıraktığı yetimleri gencecik öğretmenken...
Bak! Hiç birini unutmadım anne...
Hepsini ezberledim, bizim çocuklar büyüdü de hiç anlatmadım...
Ben, senin yanına gelip, sana sarılıp ağlayacaktım hüzünlü gerçek öyküleri dinledikten sonra...
Sen niçin ağladığımı soracaktın...
Bense bu soruya hiç cevap vermeyecektim...
Niçin ağlıyordum biliyor musun anne?
Sen,
sen ölürsen ben ne yapardım!
Kemalettin Tuğcu´nun romanları gelirdi aklıma anne...
Sana bir şey olursa ben ne yapardım...
Evet anne ben , oğlun... Kendim için ağlıyordum...
Sana bir şey olursa, ben ne yapardım.?
Söz...
Sana bir şey olursa, artık sessiz ağlayacağım...
Bir tek sen duyacaksın, yıldızlardan bana bakarken...
Neyse…
Sana iyice sokulup susardım sonunda.
Uykuya dalardım, gözlerim ağlamaklı.
Uzayın sonsuzluğunda uçardım hep,
altımda parlayan yıldızlar.
Ben,
yukarıdan,
düşerdim ,
düşerdim,
düşerdim…
Gözümü açtığımda gün çoktan ağarmış olurdu.
Rüyalarım mı ?
O hafta sinemada hangi filmi izlediysem oradaki kahraman, hangi çizgi filmi izlediysem o karakter, hangi çizgi romanı okuduysam, istediğim kişisi ben olurdum.
Bazen Kızılderili idim,
bazen Malkoçoğlu.
Bazen, Çelik Bilek, bazen Tommiks.
Bazen Viki, bazen Peter.
Kızılmaske, Tombraks, Yüzbaşı Volkan. Kunta Kinte, Falkonetti.
Ceyar bile olmuşluğum var sizin anlayacağınız.
Ceyar’ı bile özleyeniniz var mıdır?
Ben çocukluğumun hatırına özledim vallahi…
Dışarıda bir bağırtı!
Çocukluğum salya sümük ağlamaklı. Yine kafası yarılmış taşla bir mahalle kavgasında.
Akıllanmayacak bu çocuk.
İyi olmuş, hep en önde gitme sende…
Kaçınca sizinkiler, en arkada kalıyorsun.
Bu kaçıncı be oğlum?
Kafanda kırılmadık yer kalmadı.
Ayaklarında keza, yara, bere, kesik izleri…
Zaten fazladan yaşıyorsun.
Üç yaşında, Çorçiller’in evin üçüncü katından kafa üstü yere “kamikaze” dalışından beri…
Kafada on beş santim kırık, karpuz gibi.
Sağ ayak terse dönmüş, tam ortadan kırık.
Dua et ağibine, kucakta yetiştirmişti seni hastaneye, tıp talebesiymiş o sıra Önder ağbin…
Ağlamaya bile zamanın olmamıştı…
Korkma yaşayacaksın !
Şimdi doğru hastaneye, kendi dikişini kendin attır.
Yine uyuşturmayın de !
At havanı!
Akraba oldun zaten Devlet hastahanesi acil çalışanları ile...
Yakışır benim koçuma be…
Böylece sol şakağımdaki izin sebebini de yeniden hatırlattığın için sağ ol.
Hemde canlı yayın.
Kaşındaki izi biliyorum.
Süleyman Ustanın oğlu taksici Necdet, kar kürerken yanlışlıkla kürekle kırmıştı.
Necdet dedim de;
Şümşür ninenin kirazının beşinci katında kiraz yerken sen, yedinci kattan düşen bu Necdet’in hayatını kurtarmıştın.
Dal kırılmıştı hani…
Tam senin üstüne düşmüştü de, bu Necdet’in hızı kesilip bir dala tutunmuştu.
Az daha eşek cennetini sen boylayacaktın onun yerine…
Bu Necdet’ten uzak dur iyisi mi...
Çocukluğum, hastahaneye yolladıktan iki saat sonra dönüyor aramıza…
Bildik yarasına bakıyorum.
Kafasını okşuyorum.
Fındık dikiş yapmışlar.
Aferin kim dikmişse iyi dikmiş.
Gözlerim, gözlerime bakıyor. Tek fark benimkilerin etrafı kırışık biraz, birde onun kadar temiz bakamıyorum.
Yanağında ki kan lekesi tam temizlenmemiş.
Mutfaktan ekmeğin yarısını kırıyor, içine dolduruyor kaynamakta olan etli taze fasulyeden..
Doğru maça…
Resul´lerin evinin önündeki tek kale maç sahası, iki lojman arasındaki boşluğa…Yani toprak stada...
Acıktım şimdi.!
Güzel olur bu ekmek arası, benden söylemesi.Denemelisiniz bir kez olsa da. Tek şart, çok suyundan koymamaya çalışın.Onun kendi suyu yeter.
Benimde canım çekti şimdi yine eskisi gibi, özlemişim.
Anneeee!!!
"Bana da ekmek arasıne etli taze fasulye koysana!!!"
Annem beni duymuyor.
Annem beni görmüyor.
Ben yokum ki.!
Rüzgarım ben.
Sadece rüzgar.
Çocukluğuna esen bir ılık rüzgar...
O, çocukluğuma sesleniyor:
"Kamilll ! Doğru dürüst yemek yesene oğlum, hem yanağında kan lekesi var.Çabuk gel elini yüzünü adam gibi yıka oğlum"...
Annem gözlerimin önünde beni yeniden büyütüyor...
Canım ANNEM...
Ekmeğin kalan kısmını ikiye bölüp, aynısından yapıyoruz gençliğim ve ben.
Balkona çıkıyoruz...
Ne kadar lezzetli olmuş bu yemek. İlk damak tadım, o yemeğin en güzel hali.
Kedimiz, etin kokusunu aldı, ortamıza oturuyor sedirde. Pıst yapıyorum.
Aman Allahım o bizi görüyor.
Nasılsın kedi?
Beni tanıdın mı?
(Devam edecek…)