RÜYÂDAKİ GÜNBATIMI
Günlerden Pazar. Çok güzel bir gün, hava da bir o kadar güzel ve o kadar renkli. Arkadaşlarla kahvaltı yapmak bu kadar zevkli olmamıştı. Kuşlar cıvıl cıvıl ötüşüyor, güneş tüm ihtişamıyla bize tebessüm ediyordu. Her şey çok güzeldi bugün, ama yine de neden mutlu olamıyordum. İçimde bir sıkıntı vardı ki beni, bedenimi, gönlümü çürütüyordu.
Bir ara radyoda çalan bir sanatçının ezgisine kulak verdim. Slovdu ve beni çok cezbetmişti bu ezgi. Yüreğim kaynar kazanlar gibi olmuş, yanardağın patlaması gibi patlayacaktı neredeyse. Ezgide gün batımından bahsediyordu. Bu sesten sonra hemen gözlerim duvarda asılı duran gün batımı manzarasının resmine çevrilmişti. Ne kadar da güzeldi. Çok güzel bir manzaraydı.
Biliyorum o yoktu. Beni terk etmişti çok önceden. Ama ben hâlâ seviyordum onu. Bir an aklımdan çıkaramıyordum. Aklıma bir fikir gelmişti. Arkadaşımı da alıp sahile gidip o günün, o manzarasını yaşamak içime çekmek istiyordum.
– Hayat ne kadar da güzel değil mi?
– Hayırdır Murat, yine felsefe mi yapacağız?
– Yok ağabey ya, sen de hep böyle diyorsun. Hayatın güzel olduğunu söylüyorum. Bir yanda içimde, yüreğimde bitmez tükenmez bir vuslat ateşi var ki sönmüyor, diğer yandan da hâlâ arıyorum onu, güzeli, en güzeli...
– Bak sen şuna...
– Evet ağabey, sevdalıyım. İçimde yanıyor bir kor, hâr hâr. Ama doğanın, hayatın neşvesi içinde buz etkisi yaratıyor bir nebze. Acı çeken şu yüreğimi biraz olsun soğutuyor, dinlendiriyor, ruhuma can katıyor sanki.
– Lafı gevelemeyi bırak, sadede gel Murat’çığım.
– Ağabey, ya diyorum da akşamüzeri, ikindi namazından sonra deniz kıyısına gitsek, biraz gezsek olur mu?
– Tabii ki Murat’ım. Yalnız biraz işim var, onları halledeyim ben çarşıda; halledince gideriz.
Yüreğim Aşk’ı çeyrek geçiyordu. Gözlerim dalmış uzaklara bakıyorum. Kapı çalınsa da Fuat Ağabey’im gelse ve ben yüreğimdeki Ben’le buluşmaya gitsem bir an önce. Ah ne güzel olacaktı!
***
Güneş çoktan guruptaki yerini almıştı. Ne iyi ettik de geldik bu cennet âsa beldeye. Bir belde ki Gizli Bir El’in güzelliği tüm çıplaklığıyla tecelli ediyordu. Yanında sevdiğim yoktu. O yoktu. Özlemiştim onu.
– Fuat Ağabey, sevgi nedir sence?
– Sevgi, insana insan olma özelliklerini hatırlatan, hayatta zevk almasını ve hayata renkli bakabilmesini sağlayan, mahlûkata şefkatini artıran, Rahman’ın beşer içine, kalbine dercetmiş olduğu, kutsî bir hazine, ilâhi bir tılsımdır.
– Bir kişiye onu sevdiğini söylemek ne kadar güzel bir şey olsa gerek.
Bu muhabbetlerle birlikte yanımızda termostaki çayı yudumluyorduk. Birden gökyüzünde bulutlar cem etmeye durdu. O kadar güzel ve pembeye kaçan renkleri vardı ki ruhumu okşuyordu benim. Yavaş yavaş pembe bulutlar kararmaya başlamıştı. Sanki rahmet yağacak gibiydi. Yani yağmur... Her yağmur tanesini yeryüzüne bir melek indirirmiş. Ve Allah-u Teâlâ’ya, bu meleklerin bol olduğu zamanda ve mekânda yapılan dualar makbul olurmuş. Bu yüzden yağmur yağarken insanlar rahmet yağıyor derlermiş.
Kara bulutlar bir şimşek çaktı. Gök gürültüsü de onu peşin sıra izledi. Yağmur katreleri hafif hafif arza misafir oluyordu. Toprak kucak açıyordu semâdan inen bu kutlu misafire.
– Murat, hazırlan da gidelim.
– Ağabey ben burada kalmak istiyorum. Şu eşsiz manzarayı teneffüs etmek ve temaşa etmek istiyorum izninizle.
– Ben gidiyorum öyleyse. Çok geç kalma.
Yalnızdım artık. En iyi, en vefakâr bir dosttu benim için yalnızlık. Yine gelmişti yanıma davetsiz bir misafir olarak. Yağmur damlaları toprağa düşüp hayat buldukça ben de sanki kendimi buluyordum burada. Ben’le buluşmaya gelmiştim ya zaten. Etrafı elvan elvan saran bir toprak kokusu sarmıştı. Bir ağacın altına geçerek, dalıp gittim yine dalgaların içine doğru menfez tanımadan.
Birden; ruhumu dinlendiren, bana ilham olan ve benim buralara gelmeme vesile olan şu mısraları terennüm ettim.
“Yine bir günbatımında
Gözlerim dalar uzaklara...
Kıyıya vuran dalgalar
Anlatır beni bana...”
Üfül üfül esen meltem rüzgârıyla birlikte dalgalar beni ve dertlerimi sürükleyip götürüyordu sanki. Gökyüzü aniden kızıla bürünmüştü. Bu kızıllığın altında da güneş turuncu çehresiyle bir nazar ediyordu bana doğru.
Ah bir de sen olsaydın yanımda bu karanlık duyguların bana galebe çaldığı bir zamanda. Senin sıcak yüreğin benim üşüyen ve titreyen kalbimi ısıtırdı sen olsaydın yanımda. Seni daha çok özlüyordum şimdi. Dalgalar beni benden ve doğan tüm dertlerimi alıp götürüyor bu ıssız sahilde.
Ellerim üşüyor sonra, ellerimi cebime sokup sırtımı ağacın gövdesine dayıyorum ve dinliyorum denizin muhteşem sedasını, dalgaların iniltilerini ve haykırışlarını. Güneş artık saklanmıştı benden, bu beldeden. Dağın arkasında olduğunu da ziyasından anlıyordum.
Gözlerimi kapatıp seni düşünüyorum. On dört saniye önceyi, on dört dakika önceyi... Düşünüyordum on dört hafta, ay önceyi. Ve düşünüyordum on dört yıl önceyi ve on dört yüzyıl önceyi...
Aşk sultanım nerdeydin? Sevda denizimin bahadırı nerdesin? Kuru hayaller kurdum sensiz geçen günlerde. Geleceğin ümidiyle sönük bir mum ışığında sana nağmeler yazdığım, sabahladığım ve hayata anlamsız, donuk bakışlarla baktığım gecelerde sen nerdeydin? Biliyorum geleceksin. Ben ki bunun ümidiyle yaşıyorum. Aşk iklimindeki yolculuğumda susuz kaldım, yorgun düştüm; sendeydi devâm, sendin benim tabibim. Sevgili, sevgili, sevgili... Nerdesin?
***
– Murat, Murat, Murat... Hadi ağabeyim kalk uyumuş kalmışsın pencerenin önünde.
– Nerdesin sevgili?
– Ne sevgilisi Murat? Ne diyorsun sen? Anlamadım.
– Ağabey, nerdeyim ben? Dalgalar, deniz kıyısı, güneş... Nerdeler?
– Ağabeyim sen burada evdeydin. Ben de ancak bitirebildim işimi, ama akşam oldu maalesef.
O zaman anladım saatin kaç olduğunu, hangi devirde yaşadığımı. Sevgiliyi ve ona ait beklentilerimi rüyada görmüştüm demek ki. Camın önünde Fuat Ağabey’i bekleyeceğim derken ve gün batımını izlerken uyuyup kalmıştım. Daha da gitmem artık rüyada gördüklerim bile beni mest etmişti. Buna zor dayanmıştım. Acaba gitsem kalbim dayanır mıydı ki buna. Günbatımına... Aşk’a...
İlhan KAPLAN