- 966 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YASAK AŞK.
"Ruhuma dokunma," dedi kadın gözleri yaşlı ve tıpkı onun , hayatına girdiği gibi, sessiz bir şekilde çıktı odadan. Asansöre bindi. Yüzüne baktı. Gözyaşlarını sildi. Kaçarcasına uzaklaştı. Bir taksiye bindi. Başını geriye yasladı . Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Hemen güneş gözlüklerini taktı ve kısık bir sesle sürücüye, "Yol bitene kadar devam et," dedi.
Marmaris de eşiyle beraber şirin bir kafeleri vardı . 15 yaşında bir oğlu. 45 yaşındaydı. Mutlu muyum sorusunu kendine hiç sormamıştı. Rutin hayatının içinde ki farklı renkler, sürekli değişen yüzlerdi sadece. Yalnız kaldığında, gözleri çok uzaklara dalar birşeyleri beklerdi ne olduğunu bilmeden. Tarif edemediği bir yalnızlık duygusu ve hep birşeylerin eksikliği küçücük bedenini esir almıştı. Ama o eksikliğin adını kendine asla itiraf etmemişti. Mutsuz ve yalnızdı. O boşluğu, oradan oraya koşturarak,her işi kendi yapmaya çalışarak, iyi anne, iyi eş, iyi iş kadını olma çabası ile doldurmaya çalışıyordu. Sanki birileri bir şey anlayacak korkusuyla da dudaklarında ve yüzünde hep bir gülümseme vardı. Gözlerinin içi hüznü anlatsa da...
Bir Temmuz sabahı erkenden açtı kafeyi. İlk müşteri kapıda belirdiğinde isteksiz bir şekilde mutfaktan geldi. "Buyrun," dedi . Uzun boylu, sakallı, güneş gözlükleri takmış bu genç adam birden bire onu etkisi altına almıştı. Siparişi duymadı bile. Sessizce mutfağa doğru yürüdü. Ne olduğunu anlayamamıştı. "Kendine gel," diye kendi kendini uyararak yüzünü yıkadı ve tekrar içeri girdi. Genç adam gözlüklerini çıkartmıştı. Kumral ve yanık teninde bir çift mavi göz sevgiyle ve gülerek kendisine bakıyordu. "Sanırım erken saatte gelmem sizi rahatsız etti. Bir çay ve tost istemiştim. Arkanızı dönüp gittiniz. Açılış saatine kadar dışarda bekleyebilirim eğer isterseniz. Yeni geldim Marmaris’e. " Yoo hayır şimdi getiriyorum," deyip uzaklaştı. Vücudunu ter basmıştı. Kalbi hiç böyle atmamıştı bu güne kadar. Az sonra eşi geldi. "Marmaris’e yeni gelmiş. Tost ve çay istedi götürebilir misin lütfen," dedi usulca. Eşi, ’elbette’ diyerek servisi götürdü. Mutfaktan dışarıya çıkmamaya karar vermişti o gidene kadar. Elleri hala titriyordu.
Personel gelmeye başlayınca benim biraz işim var diyerek dışarı çıktı. Sabah 8.15 ti ve sahil bomboştu. Bir süre yürüdü. Ama bir el sürekli kalbini sıkıyordu sanki, geri döndü. Dükkandan içeri girdiğinde dondu kaldı. Eşiyle o, koyu bir sohbete dalmıştı. Eşinin "Gelsene," sesiyle masaya doğru yöneldi. Onun yüzüne hiç bakmıyordu. "Özür dilerim sizi rahatsız ettim galiba," diyerek konuşmaya başladı. Yoo hayır diyebildi sadece. Eşi elini omuzuna atarak "Birtanecik karım alışıktır. Rahatsızlık ne kelime. Şimdi size güzel bir otelde yer ayırtırız dinlenirsiniz. Akşam yemeğinde beraberiz nasıl olsa," diyerek telefonu istedi. Kendini çok kötü hissetmeye başlamıştı. Midesi bulanıyor beyni zonkluyordu. Bir bardak su içti ve izin isteyerek kalktı masadan. Hoşçakalın derken gözgöze geldiler. Elini uzattı. Bir zaman tünelinde kaybolmuş gibi hissetti kendini ve koşarak odasına çıktı. Yatağına yattı. Uyumak ve uyandığında bunların bir rüya olmasını istiyordu.
Uyandığında saat 4 tü. Eşi ve oğlu baş ucundaydı. Hayretle ona bakıyorlardı. "Bizi çok korkuttun anne. Baygın bir şekilde uyudun. Uykunda hep titredin ve terledin." Birşeyim yok sanırım ceryanda kalıp üşüttüm. Şimdi iyiyim," diyerek kalktı. Daha iyi hissediyordu kendini. Aşağıya indi. Saat 7.30 olup eşi "Karıcığım bak misafirimiz geldi" diyene kadar ..
Hep beraber masaya oturuldu. 34 yaşında ve evliydi. 2 çocuğu vardı. Mide kanseri olan babası ölmeden evlenmesini istemiş. Hemde istemediği bir kızla. 1 yıllık evliyken aynı hastalıktan annesini de kaybetmiş. Bu arada bir oğlu olmuş. Karısı hem öksüz hem yetim olduğu için boşanamamış.Çok bunaldığı için buraya gelmiş. Artık bir karar vermesi gerektiğine inandığı için.. İlerleyen saatlerde bir ara "Kadehimi sizlere kaldırıyorum. Hep böyle mutlu bir ailem olsun istedim," dedi . Hülya üzüldü. Gündüz yaşadığı gel-gitlerden ötürü utandı.
Ertesi sabah misafirleri yine onlarla birlikte kahvaltıdaydı. Şaşırdı karşısında görünce. Halbu ki 5 yıldızlı bir otelde kalıyordu. Açık büfe kahvaltı etmek varken tost ve çayı tercih etmesi Hülya’ya olduğu kadar eşine de tuhaf gelmişti. Hissetmiş gibi açıklama yaptı. "Tek başıma kahvaltı etmek keyif vermedi buraya geldim. Sıcak bir aile ortamını çok özlemişim," diyerek akıllarından geçen soruları kendiliğinden yanıtladı. Eşi kasaya kaltığında "Benden dünden beri kaçtığınızın farkındayım. Sizi rahatsız edecek bir şey yaptımsa özür dilerim. Ama karşılaştığımız andan itibaren ürkek, korkak bakışlarınızdan, sessiz, sakin , hüzünlü halinizden çok etkilendim. Eşinize saygılı davranışlarınızı, çocuğunuza anneliğinizi kıskandım. Ve izin verirseniz sizi tanımak istiyorum," dedi. Eşi döndüğünde "Neler konuştunuz bakalım?" diye sorduğunda, son derece kendinden emin bir şekilde ona, söylediklerinin bir bölümünü aynen aktardı Hülya. "Sinan Bey hüzünlü halimden çok etkilenmiş ve beni daha yakından tanımak istiyormuş, " diyerek ayağa kalktı. Eşi soğuk bir şekilde "Bir şeye ihtiyacınız olursa ararsınız," diyerek kibarca güle güle dedi Sinan’a.
Hülya o akşam her zaman olduğu gibi saat 10 da odasına çıktı. Duşunu aldı. Buz gibi bir bira istedi canı.Sigarasını, birasını alıp balkona çıktı. Her akşam bu saatlerde oğlu arkadaşlarıyla dışarda eşi de kafede olurdu. Telefon çaldı . Açtı. "GÖZLERİNİN SİYAHI RUHUMU SARDI. GÖZLERİNDE KAYBOLDUM. O GÖZLERİ GÖRMEDEN YAŞAYAMAM ARTIK." Kimsiniz demesine kalmadan kapandı telefon. Sinan dı.
1 bardak bira 3 şişe olmuştu. Duyduğu utançla baş edemiyordu. Kendisinden 15 yaş küçüktü Sinan. Her ikisi de evliydi. Onun 2 çocuğu, Hülya’nın 15 yaşında bir oğlu vardı. Etik olarak , Sinan’ın içine sürüklemeye çalıştığı ilişki, türü ne olursa olsun Hülya gibi bir kadına mutluluktan çok mutsuzluk getirecekti. Ertesi gün konuşmaya karar verdi.
Sabah erkenden kalktı. Gece uyuyamamıştı . Beyaz bir elbise giyindi. Saçları uzundu. Narin ve asil bir duruşu vardı. Yaşını hiç göstermiyordu Hülya. Ayağına düz sandaletlerini giyip çıktı evden. Kaldığı otelin resepsiyonu tanıyordu kendisini. Bir kahve söyleyip onun aşağıya inmesini bekledi. Saat 10’a doğru Sinan kahvaltı salonunun ucunda göründü. Beyaz bir gömlek, ayağında blue jean pantolon , gözünde gözlükler, dağınık ve solgun görünüyordu. Görevliler beklediğini haber verdiler. Sinan adeta koşarak geldi. Sert bir ses tonuyla Hülya’ya "Eşinin dünkü tavrından sonra buraya gelmen doğru değil. İstersen çıkalım," dedi. Hiç konuşmadan çıktılar. Sinan’ın jeep i ile koylara doğru gitmeye başladılar. Çiftlik koyu yakınlarında Sinan arabayı durdurdu."Yüzüme bak. Gözlerimin içine bak. Sana aşık oldum. Çok büyük bir kavgayla evden çıktım. Arabaya atladım ve nereye gideceğimi önceden planlamadan kendimi burada buldum. 2 gecedir uyku uyumuyorum. Hayatıma bir çok kadın girdi. Hep birşeyler eksikti. Eksik olan herşeyi gözlerinde, duruşunda, ruhunun asaletinde buldum. Ve aradığım kadın bu dedim Hülya. Yıldırım aşkıyla tutuldum sana. Senden hiç bir beklentim yok. Seni üzecek, utandıracak hiçbirşey istemiyorum senden.Sadece gözlerimin içine bak." O kadar çaresiz , o kadar sıcak, o kadar içten söylemişti ki bu cümleleri.. Hülya kararlı ve vakur bir eda ile "Hayatımızdan çek git. Seni istemiyoruz.Mutsuzluğunu bize de bulaştırma," dedi kısık bir sesle. Sinan aynı ses tonuyla "Gerçekten mutlu musun? O zaman neden her sabah tek başına uzun yürüyüşlere çıkıyor sonrada deniz kenarında tek başına uzaklara bakıyorsun? Seni çevreden araştırdım. Neden eşin elini omuzuna koyduğunda tedirgin oluyorsun? Neden gülerken bile gözlerinin içinde hüzün var? Neden Hülya? " Hülya güçlükle "Sana öyle gelmiş. Ben mutluyum," diyerek arabadan indi. Ve ağlayarak koşmaya başladı. Hıçkırıyordu artık. Yıllar sonra karşısına çıkan bir erkek, onun bu güne kadar kendine itiraf edemediği bir çok şeyi yüzüne haykırıyordu.Çılgınlar gibi koşuyordu ağaçların arasında. Gücü tükendi ve çöktü bir ağacın altına. Gözyaşlarına hakim olamıyordu. Sinan ağır adımlarla yaklaştı ve yere çömelerek iki eliyle yüzünü ellerinin arasına aldı. "Yüzüme bak lütfen. Bir kerecik olsun yüzüme bak!" Hülya bakmadı. Bakamadı. Sinan gözyaşlarını öptü Hülya’nın. "Utanmanı sevdim. Ruhunda ki fırtınalara rağmen sadakatini sevdim. Seni terk edemem Hülya. " İlk kez bakışlarını öfkeyle Sinan’a çevirdi. "Git burdan."
Bunu derken gözleri 2. kez Sinan’ın gözleriyle buluştu ve artık emindi. Bu adam onun yıllardır beklediği şeyi vermişti ona. Sevgi. Aşık olmuştu Sinan’a. Bunu kendine bile itiraf etmedi ilerleyen zamanlarda...
Kafeye döndüğünde ilk kez eşine yalan söyledi." Neredeydin Hülya?" "Tek başıma yürüyüşe çıktım." Sinan 10 gündür buradaydı. Hiç aramadı Hülya’yı. O gün yine gece 10’ da evin telefonu çaldı. Önce açmadı. Israrla 4 kez çalınca kaldırdı ahizeyi. "Yarın gidiyorum. Bu gece seni görmem lazım."Hayır diyip kapattı telefonu Hülya. Bu adamın sesini duymak bile alt üst ediyordu onu. Kendini yatağına atıp hıçkırıklara boğuldu. 1 saat sonra eşi geldi. Uyuma numarası yaptı Hülya. Eşi usulca kulağına eğilip "Biz arkadaşlarla bara gidiyoruz merak etme," diyerek çıktı. Uyuyamıyordu. Yarın gideceğini duymak tarifsiz bir acı vermişti .Zilin sesiyle irkildi. Oğlu anahtarını yine almamıştır düşüncesiyle kapıya yöneldi ve açtı. Sinan! Ani bir hareketle kapıyı kapatmaya çalıştı ama o çoktan içeri girmiş ve dudakları Hülya’nın kilerle buluşmuştu. "Seni seviyorum. Benimle gel." Taş gibiydi. Konuşamıyordu.
Yıllardır değer verdiği, önemsediği herşeyi bir anda mahvetmişti Sinan. Ona göre dudakları hatta saçının teli bile masumiyetinin birer sembolüydü. Masumiyetine dokunmuştu. Kendini aşağılanmış hissediyordu. Sinan hissetti ve sevgi dolu bir sesle "Evlen benimle Hülya. Hiçbirşey umrumda değil. İnsan hayatta gerçek aşkı bir kez yaşıyor. Ben sana aşık oldum. Sevdalandım. Lütfen benimle gel."
Heykel donukluğuyla oturduğu yerde, gözleri yerde sabit bir noktada öylece kalakalmıştı Hülya. Sinan usulca tekrar sarıldı, kokusunu içine çekti, alnından öptü. "Yarın gidiyorum.Seni bekleyeceğim."
O gittikten sonra banyoya girdi saatlerce yıkandı. Dudakları kanayana kadar yıkadı. Bir şeyler yok olmuştu içinde. İsyan fırtınaları sarmıştı tüm bedenini. Karşı koyması gerekiyordu. Duyguları mantığının önüne geçmemeliydi.
Sabah erkenden kaldığı otele gitti. Roof ’ta kahve içme bahanesiyle yukarı çıktı. Odasının önüne geldiğinde tüm vücudunu suçluluk duygusu kaplamıştı. Aceleyle çaldı kapıyı. Aynı telaşla açıldı kapı. Sinan sarılmak istedi. Hülya eliyle iterek HAYIR dedi. Sinan’ın yatağı hiç bozulmamıştı. Sehpanın üzeri boş içki şişeleriyle doluydu. Valizini hazırlamıştı. "Geliyorsun değil mi meleğim? Ömrümün sonuna kadar kadınım olacaksın değil mi?" İçinden birşeyler kopmuştu Hülya’nın. Biraz daha kalırsa yenik düşecekti kalbine. Son bir gayretle "Hayır demek için geldim buraya," diyebildi. Kapıya doğru yöneldi ve son kez geriye dönüp Sinan’a baktı. Belli belirsiz bir gülümseme belirdi yüzünde. Artık yıllardır adını koyamadığı, içindeki boşluğun ne olduğunu biliyordu. Ve bu adamda bulmuştu . Düşüncelerinden sıyrılıp "Ruhuma dokunma" diyebildi.
Onsuz bir sabaha açtı gözlerini. Ruhunda tuhaf bir sakinlik vardı. Korkmuştu birden. Oğlunun odasına girdi, yüzünü okşadı, öptü. Eşi hala uyuyordu. Duş alıp çıktı. İçi boşalmış gibiydi. Sahile bir masa çıkarttırdı. Kahvaltısını söyledi. Hiç canı istemiyordu. Kalktı yürümeye başladı. Ayakları onu Sinan’ın kaldığı otele doğru sürükledi. Otelin önünde yoğun bir kalabalık vardı. Polis arabası, polisler..
Resepsiyonda ki çocuk " Hülya Hanım," diye seslendi. "Bakarmısınız?" Bir anlam veremeden o yöne doğru yürüdü. "Efendim," size kötü bir haberimiz var. Hani sizin yer ayırttığınız bir müşterimiz vardı. Sinan Bey. "Evet ne olmuş?" Polis söze girdi. "Tanıyormusunuz kendisini?" Sadece müşterimizdi. Tanımam. "Dün gece çok alkollüymüş. Karşıdan gelen TIR ın üzerine resmen direksiyonu kırmış. Üzgünüz ama kaybettik kendisini. Çantasından çıkan otel faturasından ulaştık buraya. Resepsiyondan ev adresini alıp ailesine ulaşmaya çalışacağız. Birde şu notu bulduk herhalde eşine yazmıştı. "GÖZLERİNİN SİYAHI RUHUMU SARDI. O GÖZLERDE KAYBOLDUM. O GÖZLER OLMADAN YAŞAYAMAM ARTIK"
Nurcan Çelik Yalun