- 653 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ceketin iç cebine mürekkebini akıtan kalem...
İlkokul çağında A ile eline kalem alıp,çizgileri yuvarlakları eğip bükerek Z’ye ulaşan;harflerden kelimelere,kelimelerden cümlelere,cümlelerden paragraflara terfi eden;"Okuduğumuzu anladık mı ?" tarzı sorularla o çağlarda muhatap olan ve her seferinde dönüp dönüp tekrar okuyarak cevaplayan;sonra yazdıklarındaki anlatım bozukluğunu bize buldurtmalarına imkan verecek donanıma sahip olduğumuza inanılan çocuklardık.Kalemler kurşundu,dolma oldu;kağıtlar küçük çizgili ya da kareli harita metoddu,A4 oldu.Yavaş yavaş level atladık kırtasiyede.Ayşecik’di okunan küçükken ya da Cin Ali’ydi;büyüyünce Sezai Karakoç oldu,Tolstoy oldu,İskender Pala oldu,Atilla İlhan oldu...Hep okuduk,hep okuduk ama birkaçımız yazdık ve de çok azdık.Yeterli miktar mürekkebi yaladığına kanaat getirenler pervasızdı bu konuda.Sorsan "Deneme yazıyorum." derdi.Evet,deniyorlardı.Ama o yaşta denemek,yanılmak demekti.Deneme-yanılmalarla kalemler tükendi,top yapılan müsveddeler çöp kutularında sayı oldu.Denemeyenler şiire heveslendi,ama vezne gir(e)meyen,kafiyesi yetmeyen şiir zorlamaydı,tatsızdı;yazanlarda bunun farkındaydı.Bir de şiire güç yetirenler vardı;zengin kafiyeden aşağısını kafiyeden saymayanlar,redifin yüzüne bakmayanlar vardı ama aykırıydı onlar.Ya dizeleri uç uca ekleyip düz yazı yapıyorlardı şiirleri,ya da inadına ’şiirde serbestlik’ diye kanırtıyorlardı cümleleri.Bir de naçizane ’Biz’ vardık...Hokka hokka mürekkep içse kaleme yetmediğine şartlı,"Yazsam mı,yazmasam mı ?","Beğensem mi,beğenmesem mi ?","Paylaşsam mı,paylaşmasam mı ?" ikilemlerinde zikzaklı,"Ben de yazıyorum ulan !" demenin arefesinde okunan bir Necip Fazıl’dan sonra duyulan "Sen de kim oluyorsun ulan !?" şeklindeki iç sese kulaklı kalem sahipleri...Şiire ayrı,yazıya ayrı hevesliydik.A’dan sonra I yada O yazmaya çalışan büyük ünlü uyumlu,kalın yuvarlak ya da ince dar ayrımlarını sevmeyen küçük ünlü uyumsuzduk.Pekiştirilmiş kelimeler pekişmiş cümleler demekti ve pekişen herşey ayarındaysa iyiydi.Argo en büyük silahımızdı ve bir "Ulan" yazı sokağında mekanizması bozulmuş ama görüntüsü yeten bir sustalıydı...
Kendimizce kendimizi bilirdik,realistik.Kibirli değildik yine kendimizce,övünmezdik.Ama "ehven-i şer"dik yaşıt kalem sahipleri arasında...
Okulda,derste,sokakta,evde..Herhangi bir zamanda,herhangi bir yerde..Gün batımı ya da doğumu veya bir deniz manzarası gerekmezdi..Herhangi bir zamanda,herhangi bir yerde,herhangi bir değişkenin idrakimizde açtığı kesikte uyanırdık mevzuya ve yazmaya başlardık "İlham" denilen peri kızının kollarında...
Bazen sevgiliye,bazen sevdiğine;bazen rahata,bazen sıkıntıya;bazen kendine,bazen diğerine yazılan yazılar yada şiirler...Haksızlık karşısında öfkeyle kağıda dökülen mürekkeple,aşk karşısında sevgiyle dökülen mürekkep aynıydı ama aradaki muazzam ayrımı yazan,katiyyen anlayamazdı.İşte bu yüzden gerekliydi ona göre,yazdıklarını anlaması için 2.-3. tekil şahıs yada çoğulcu şahıs olarak okuyucular.’Okuyor musun ?’ sorusuna ’Okuyorum.’ cevabını tahsil anlamında değil ’Neşriyatın hastasıyım !’ mantığında cevaplayan okuyucular...Çünkü ancak onlar olgunlaştırır yazı olmayan cümleleri,ancak onlar anlar kelimelerin kifayetsiz olduğu halleri...
’Okuyorum,öyleyse yazmalıyım...Yazıyorum,öyleyse okutmalıyım...’ şeklinde modifiye edilip bir çevrime sokulmuş olan bu cümleyi şiar ediniyorlardı ve her kalem sahibi gibi insani bir arzuyla beğenilmek istiyorlardı.Bu yüzden onlara göre bu yazı da ’İnşallah anlaşılır ve teşvik görecek derecede beğenilirim.’ şeklinde nihayete ermeliydi...
ALİ TEPEKIRAN / 1 TEMMUZ 2010 PERŞEMBE 01:55
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.