AİDS...!
Bu yazımda sizlere,
"Yeni üretilmiş güncel hastalıkların" dışında, güncelimizde demode olmuş, Türkçe karşılığı "Edinsel Bağışıklık Eksikliği Sendromu" (EBES) olan "Acquired Immune Deficiency Syndrome" yani AİDS hastalığından bahsetmek istiyorum.
AİDS bir virüs hastalığı olup, bu hastalığın oluşumuna yol açan virüsünün adı, bir RNA virüsü olan HIV 1’ dir.
HIV1 virüsünün hastalık yapabilmesi için gerekli olan en önemli şey, virüsün hücre içine girebilmesidir.
Bu işlemi ise, RNA "gömleğini çıkartarak" yeni bir DNA gömleği giyerek yapar.
Aksi halde işgal etmek istediği "hücre" yi ele geçirmesi olanaksızdır.
Ve
bu gömlek değişimi "görüntü" olarak kalsa bile olmazsa olmazıdır".
Bu işlemi "takkiyeci" bir enzim olan ters transkriptaz enzimi aracılığı ile yapar.
"Eski gömleğini" bir kenara bırakarak hücreleri daha kolay kandırabileceği "yeni gömleğini" giyen virüs, artık etkin pozisyonu bulmuş ve aktif hale gelmiştir.
Her hücrede bu işlemi gerçekleştirebilmesi ise mümkün değildir.
Çünkü; her hücrenin bu kandırmacanın yutturulabileceği müsait kapıları yoktur.
Bu işlemi sadece bazı hücrelerde bulunan, tutunabileceği CD4 dediğimiz " müsait kapılar" ı olan, yani CD4 ü pozitif(+) " müsait" hücrelerde yapabilir.
"CD4 ’ü olmayan yani CD4(-) olan ve vücudunu satma potansiyeli olmayan hücrelerin yakınına bile uğrayamaz."
Çünkü onlar;
Doğuştan CD4 süz yaratılmış, bir nevi Tanrı´nın korunmasında olan, "çağdaş ve aydın" hücrelerdir.
Ve bu asil hücreler asla oyuna gelmezler.
HIV1 yani AİDS virüsü, vücudunu satabilme potansiyeline sahip bu CD4(+) olan hücrelerin içerisine, "bu aldatmaca" ile girdikten sonra, hücrenin "bir ve iki numaralı" yapısı diyebileceğimiz, çekirdek ve kromozomunuda ele geçirir.
Diğer hücreleri de yavaş yavaş ve "alıştıra alıştıra" işgal eder.
Hücreleri tek tek ve kolay bir şekilde ele geçirme yolunda, önünde ciddi hiç bir enge artıkl kalmamıştır.
Zaten her türlü işgale razı, bu vücuda "hain hücreler" sonları olacak bu istila sırasında, "belli mevkilerde" konuşlandırılarak, "canlının vücut bürokrasisinde" etkin konumlara getirilirler.
Serbest konumda faaliyet gösteren, " işadamı pozisyonunda ki " hücrelerin ise,direkt önleri açılarak, vücuttaki bütün "oksijeni bol"dokularında konuşlandırıldıkları yetmezmiş gibi, birde "dönüşümsüz oksijen" kredileri ile ödüllendirilirler.
Eee.. İçinizden bu ne vurdum duymazlık!
Bu vücudun hiç mi savunma hücreleri yok, bu nasıl bir canlı imiş?
diye bir soru geçtiğini tahmin edebiliyorum.
Olmaz mı efendim hiç olmaz mı !
Var elbette !
Hemde, günümüz devletlerinde bile olmayacak kadar çeşitlilikte savunma hücreleri var.
"Askerleri var, polisleri var, özel öldürücü timleri var, tankları var, uçakları var, istihbarat birimleri var, posta teşkilatları var, iletişim olanakları var, bombaları var, kaleleri var,telsizleri var" anlayacağınız var oğlu var...
İsterseniz tüm bu benzeştirmenin tıp dilindeki karşılıklarını size sayabilirim ;
"Alyuvarlar, antikorlar, lökösitler,lenfositler,monositler, makrofajlar ve lenfoid organları sayabildiğimiz gibi, bir nevi sınır görevi yapan deri ve mukozalarda bulunan langerhans hücreleri bile var!."
Pekii... Tüm bu savunma sisteminin elemanlarının, bu işgal sırasında elleri armut mu toplamakta.?
Tabii ki hayır.
İçlerinde CD4 (+) olanların, yani yaradılıştan "hainlik kapıları açık" olanlar dışındakiler, müthiş bir mücadele vererek canlının vücudunu savunmak için bütün varlıklarını ortaya koyarlar.
Kimileri örgütlü bir şekilde, kimileri ise tek başlarına bu savunmada bir savaşçı gibi yer alırlar.
Hatta inanmayacaksınız ama lenf organlarında "mitingler" bile yaparak, bizim lenf bezi dediğimiz "İzmir ve Kızılay"! meydanlarında ki gibi kalabalıklar oluşturarak, bademciğimizdekine benzer şişlikler ve kızarıklıklara neden olurlar. Vücuda uyarılar gönderip, vücut ısısının artmasına bile yol açarlar ki ! vücut bir rahatsızlığının olduğunu iyice algılasın.
Sırf olaya dikkat çekebilmek için yapmış oldukları bu sinyal ve uyarıları ise, hücrelerin çoğu dikkate bile almaz.
Günümüzde olduğu gibi.(!)
Lakin,
"HIV1 virüsü, bu savunma hücrelerinin hiç birinin tepkilerine ve göz yaşına bakmaksızın, sinsi sinsi yayılarak bütün organları işgal eder.
Ve bu işgal süresi , yani bulaşma ile hastalık başlangıcı arasında geçen zaman, genel olarak ortalama 5 ila 10 yıl olmasına karşın, ülkenin pardon(!) canlının sağlam bir genetik yapısının olup olmamasına bağlı olarak bu süre uzayıp kısalabilir."
Bazı kaynaklarda ve gözleme dayalı geçmişe dayalı araştırmalarda, "1923’ ten 2010" yılına kadar"tam 87 yıl" sürebilecek inkübasyon sürelerinin olduğunu ileri süren yayınlar bile mevcuttur.!
Bu genel bilgileri verdikten sonra gelelim asıl en önemli konulardan birine daha.
Peki,
bu AİDS virüsünün bulaşıp bulaşmadığını nasıl anlayacağız?
İsterseniz ben size,
biraz erken dönem bulgularından bahsedeyim;
Bulaşmayı izleyen haftalarda beze şişmesi(!) , ateş(!), deri döküntüleri(!) ,sinir ve sindirim bozuklukları(!) , hazımsızlık (!) ki bu "hazımsızlık" yavaş yavaş ve "hazmetmeyi öğrenerek" geçer.
Bu erken dönem belirtilerinin bir kısmı alınan sıkı tedbirlerle düzelir.
Buna rağmen, lenf şişliklerinde ise bir iyileşme görülmez . Ne zaman ve nerede yeni bir bezenin yeniden şişip şişmeyeceğini ise asla kimse bilemez.
Karışık ve anlaşılmaz bir yazı olmuyor umarım, oldukça sade bir dil ile izah etmeye çalışıyorum.
Maksat herkes anlayabilsin diye.(!)
Eveeet.
Gelelim konunun en can alıcı bölümlerinden birine daha;
Hastalandık fakat acı son nasıl olacak?
Ölecek miyiz, Kalacakmıyız, sonumuz nasıl olacak?
Tıp biliminin geldiği son noktadaki bilimsel görüş;
HIV1 virüsünün, tek başına hiç bir şey yapamayacağıdır.
Onun görevi, vücudun savunma sistemlerini çökertmek ve sıradan mikroplara, (dikkatinizi çekerim virüs değil) bu savunmasız vücudu teslim etmektir.
Asıl öldürücü olan şey de zaten budur.
Daha ilerideki dönemlerde ortaya çıkan ve " bize daha önce zayıflıklarından dolayı, dost gibi görünen "fırsatçı mikroplar" ın sebep olduğu " fırsatçı enfeksiyonlar" ortaya çıkar ki, asıl ciddi sorunda budur zaten."
Yani efendim;
AİDS virüsünün kendisi öldürmez.(!)
Fakat, daha önce hiç bir etkinlik gösteremeyen "cemaatler halinde dolaşan yeşil renkli fırsatçı mikroplar" etkin hale gelirler ve yayılarak savunmasız hale getirilmiş canlıya saldırmaya başlarlar.Direnç gösterecek kimse kalmadığı için darbeleri olduğundan binlerce kat etkili olur.
Hele bunların dışında, oldukça Pis ve Kara Kaposi sarkomu dediğimiz bir cilt kanseri türü vardır ki ! Allah düşmanımın başına vermeye.
Hızlı ve çabuk bir şekilde vücudun en uzak organlarında bile çoğalarak eylem yaparlar. Bu serbest ve desteklenmiş şartlarda önceden belli bölgelerde faaliyet gösterirken, artık her yerde ortaya çıkmaya başlarlar.
"Yakarlar!,
yıkarlar!
ve yok ederler.
Havai fişeklerinin renkleri ile saldırırlar. Henüz gelişmemiş ve hastalık kapmamış küçücük nesillerini bile feda etmekten asla kaçınmazlar."
Tüm bu mikroplara karşı koymaya çalışan az sayıda kalabilmiş savunma hücreleri ise, sizin de malum olduğunuz üzere, başkaca yollar ile engellenirler.
Bir nevi Silivri... pardon sivrileşmiş dokular da hapis edilirler.
Tüm bu olanlardan sonra ise;
Vücut için sonuç ,
"ya kesin bir ölüm olacak, yada geniş bir cerrahi operasyon ile, bu hücreler ile birlikte sağlam doku ve organlarında kaybı göze alınarak, kanserli kısmın geniş bir şekilde kesilip atılması olacaktır."
Bu iki alternatiften başkaca tedavi yöntemi ise yoktur.
Ya ölüm ya da parça kaybı.
Seçip seçip beğenelim.
Ve nihayet sonunda, bütün her yeri işgal eden bu fırsatçılar, işgal edecek başkaca bir yer bulamadıkları için, eninde sonunda barsaklara yerleşecekler, gerçekten hak ettikleri yere varacaklardır.
Bu son istilaları ise emin olun kendilerinin bile hoşuna gitmeyecektir. Oldukça sulu ve kokulu olan bu ortam, kendini düzelmeyen ishaller ile gösterecek, virüslerin bile dış ortama kaçışmalarına sebep olacaktır.
Ömrünün son günlerini yaşayan canlı ise, bu son döneminde iyice zayıflayacaktır.
Altı bezlenecek, ortalığı perişan eden ishaller başlayacaktır. Bu durum yakın çevresinin bile kendisinden uzaklaşmasına sebep olacak ve canlı yapayanlız kalacaktır.
Virüs ise kendisine kokmayan bir konağı çoktan bulmuştur bile.
Tüm bu olaylar ise yepyeni konakçılar da sürüp gidecektir.
İşte bu hastalığın adı Aids tir.
Tüm yukarıdaki yazılanlardan sonra;
Birileri sakın ola,
tamamen bilimin ışığında tıbbi bir dil kullanılarak yazılmış olan bu makaleyi;
"Emperyalist oyunların vahşi senaryolarına,
bir ülkeye,
bir zihniyete,
bir rejim değiştirme mücadelesine,
terörist örgütlere,
ordulara,
polis teşkilatına,
hainlere,
gericilere,
işbirlikçilere,
yobazlara,
vatan severlere,
ergenekona,
açlık eylemlerine,
ve bayraklı mitinglere benzetmeye çalışmasın.! "
Darılırım.(!)
Yukarıdaki yazı tamamen AİDS hastalığı yani, "Acquired Immune Deficiency Syndrome" ve bu hastalığa sebep olan HIV1 virüsünün, siz değerli okuyuculara izahını içeren bilimsel bir makaledir.
Haa... Bu arada "enseyi karartanlar " da olabilir.
O zaman son bilgileri de vermeden yazıya son vermeyeyim de, içiniz o kadar da kararmasın.
Merak etmeyin bu HIV1 virüsü bulaşmış olsa bile, her bedende AİDS hastalığı ortaya çıkmıyor.
Virüsü kapanların bir kısmında canlı sadece taşıyıcı olarak kalıp, hastalık belirtileri bile göstermiyor.
Fakat, ne yazık ki ömür boy bulaştırıcılıkları sürüyor.
Tamamen şifa ise günümüz şartlarında mümkün değil.
İleride belki.!
Şayet Tıp bilimi, bu hastalığın ilacını ve kesin tedavisini bulununcaya kadar başınıza böyle bir illet tebelleş olur ise,
en azından hastalığın, ölümünüze sebep vermemesi ve çevrenizdeki sevdiklerinize de bulaşmaması için;
"Sağlam kalan "CD4 (-) savunma hücrelerinize" sahip çıkın.
Bol bol meyve ve sebze tüketin.
Gecelik ilişkiler kurmayın.
Herkese sınırlarınızı açmayın.
Tanımadığınız ülkeler.. pardon insanların vücut ifrazatlarından ve salgılarından uzak durun.
Dostunuzu düşmanınızı "iyi bilin"
ve "iyi seçin".
Direncinizi artırın.
Öyle kolay teslim olmayın.
Genetiğinize ve size o genetik mirası bırakan "Ata" larınıza GÜVENİN VE SAHİP ÇIKIN.(!)
Böyle bir virüsün çok yakınlarınız da var olduğu, hatta vücudunuz da dolaştığı ihtimalini de asla aklınızdan çıkartmayın.(!)
Geleceğinize sahip çıkma ve kendi sağlığınızı koruma adına elinizden geleni yapmaktan kaçınmayın.(!)
Sağlığınıza dikkat edin efendim...
Sevgilerimle uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.