TEK POZLUK BİR HİKAYE
Yıllar önceydi ve beşimi bitirmiş,altımdan gün alıyordum.
Zaman sonra elime geçen fotoğraf karesi bu hikayeyi yazmaya azmettirdi beni.Babasının duldasında, dikte edilmiş “ELİ BELİNDE” duruşlu,don bağına bakmadan fotoğrafçı amcasına efelenen aslan parçası da bendeniz oluyorum.
Şayet bir gün bir fotoğraf çektirecek olursam makinenin orta yerinde duran yuvarlak cama göz kırpmadan bakmam gerektiğini büyüklerim tembihlemişlerdir mutlaka . Ben de öyle yapmışım zaten.
Küçük birader Mustafa büyük sözü dinlemediği için gözü kapalı atlamış poza.
Poz verirken son anda “elma” denince fotoğrafın güzel çıkacağı modası da yoktu o yıllarda.
***
Yıl 1976 mevsim ilk bahar.Milletin avaralık zamanlarıydı.Agam (babam)bir ikindi vakti “ötaçe” den geldi ve müjdeli haberi verdi:
”YARIN DELİ DUYU GELİYOR,FOTURAF ÇEKECEK…HAZIRLANIN.”
Artık bizim de bir aile fotoğrafımız olacaktı.
Hasan Duyu Tufanbeyli’nin tek seyyar fotoğrafçısıydı o yıllarda .Uzunca askılığı olan makinesi ile çektiği fotoğrafları yanında bir adet negatifle birlikte on iki gün sonra teslim ederdi.
"Arap" derdik negatifin adına.
Bir de vesikalık fotoğraf çeken sabit fotoğrafçı vardı.Yenicami mahallesinde,Beşoluk manzaralı konakları pınara nazırdı. Abdi TÖR’ün adının Abdi olduğunu çokları bilmezdi. “Foto” derlerdi ona ve biz de adını Foto zannederdik.Daha sonra kızı Ferah hanım sadakat buyurdu baba mesleğine bir müddet.Ama ona foto demediler de“Foto’nun Ferah” dediler.Bundan sonra hep babasının gölgesinde öyle anılacaktı.
65’lik maaşı almak,nüfus cüzdanı çıkarmak vs gibi işlerde istenen vesikalık fotoğraflar için,en güzel gişiliklerini giyen ilçe sakinleri Ferah hanıma gelirdi.
Stüdyosu Kavlak Memmed’in damının duluğu idi.
Üzerinde sandık gibi kocaman kasası bulunan ayaklı makineyi kurar,duvara asılmış kırmızı bezden fon ile makine arasına müşteriyi yerleştirir, şalvarı andıran siyah bezin içerisine kolunu uzatır,tek gözüyle uzunca bir zaman bakardı müşterinin göğüs hizasından yukarıya.Poz veren müşteri;parmakları açık halde iki eli iki dizinde sandalye üzerinde kıpırdamadan saatlerce durmaktan boyun fıtığı,biz de akşama kadar onu izlemekten şaşı olurduk.Ferah hanımsa ana sütünce helal bozuk paralarını parmak hesabı saymaktan yorgun….
Ama hiç poz verme makamında bulunamamıştık.
Ancak kazaklarımızın kolunu fotoğraf makinesi yapıp bir birimizin fotoğrafını çekerek Ferah hanımı taklit ederdik.Sonra bir kutudaki suya batırıp kenarlarını kestiği kartların atıklarını toplayıp foturafçılık oyununa devam ederdik.
Ne iyi kadındın Ferah abla….
***
O yıllarda Hidayet Çavuşoğlu da henüz duaları bitirip cüze geçmişti.“Köyümüzü gavurlar basacak” korkusuyla,geçen uçaklara besmele çekiyor,kömbeyle portakal yiyor,çarşı ekmeğini çörekle dürüm ediyordu….Onun da hiç fotoğrafı yoktu.Üstelik ayna yerine alüminyum sehenlere baktığından şimdiki kadar net göremiyordu kendisini.
***
İşte bu fotoğrafçılardan seyyar olanı yarın bizim eve gelecek ve ailecek fotoğrafımızı çekecekti.O akşam kırk tane poz denemiştik kendi kendimize.”Şöyle mi dursam,böyle mi ….
”Sayısı üçü beşi geçmeyen bütün donlarımızı da giyip giyip çıkarmıştık.
Tam da şimdi bir kayışlı pantolonum,yakalı beyaz gömleğim ve topuklu kunduram olmalıydı.Yakalı gömlekle,kemerli pantolonu o yıl ortokula yazılan kapı komşumuz adliye mübaşiri “Hasan Baba” nın Ergen’de görebilmiştim ama,kundura’nın adını İ.Tatlıses’in türküsünde duyacaktık bundan birkaç yıl sonra.Lastik ayakkabımın ise alternatifi yoktu zaten.
Ahşap tarakla inek yalaması yaptık saçlarımızı.
AİLECEK ÇİMMİŞTİK O AKŞAM.
Sabahın erken saatlerinden itibaren nöbetleşe yolunu gözlediğimiz fotoğrafçı Duyu amca; altıgen şapkasıyla ufuktan belirdi nihayet. O sırada saatin öğle vakitlerini gösterdiğini de evimizin gölge boyundan çıkarmıştık.
(Okul saatleriyle ezan vakitlerini de hep aynı gölge boyundan ayarlardık.)
”Foturafçı geliyooooooooor!!!”
Herkesi heyecanlandırıyorum.Zaten hazır halde bekleyen ahali bir telaşla son hazırlıklarını da yapıp aharın kapısına iniyor ve yanaşık düzen alıyorlar itiş kakış.
Bu arada komşular evlerinin önünde top top yığılmış bizim fotoğraf merasimini izliyorlar.İçlerinde fotoğraf çektirme hayali kuranların çoğunlukta olduğundan eminim:
”Ben olsam şöyle dururdum…”
“Çekiyorum…..Çeeeek-tim.”
Mahallenin gündemi bizdik o gün. Gündeme oturmanın efelenmesi gün boyu üzerimizdeydi.
Çekim bittiği halde biz birkaç saniye daha pozlarımızı bozmadan öylece duruyoruz.Dağılın komutuyla dağılıyoruz ancak.
Cak Hasan’ın İsmail’in evinin önündeki yarık taşta değirmencilik oynarken; ayakkabılarımızı traktör yapıyor,değirmene un niyetine toprak taşıyor,değirmenci Ali’nin ücretini ebelik yaprağından maasız parayla ödüyor, bu arada durmadan foturaf çektirdiğimizi,foturafımızın haftaya çıkacağını anlatıyorduk görmeyenlere.
***
O fotoğrafın lezzeti bir başkaydı.Anında görüntü paylaşımı icat olalı pozların lezzeti bozuldu.Hayata objektifin yuvarlağından bakıyoruz hep.Makinelerin görüş alanı kadar görüyoruz hayatı. Eski görüntülerin adına da “Nostalji” diyoruz kısaca ve Frenkçe tabirle.
Bugünkü görüntülerin de bir zaman sonra “nostalji” olacağını hiç sanmıyorum.
Çünkü o kadar çoklar ki………