- 1305 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kepek yapıyo abi!...
Siyah-Beyaz filmlerin beyaz perdede oynadığı yıllarda;yani 78 kuşağı bizlerin çocukluğunda, çok yakından tanıdığımız pos bıyıklı bir sinema sanatçımız vardı; hani beyaz pos bıyıklarını sol eliyle sivri uçlarını burup "Hüseyin Baradan, çekilin aradan " diyen sanatçımızdan bahsediyorum....
Hatırlayanınız var mı?
İşte Türk Sineması’nın iyi kalpli kötü adamı Hüseyin Baradan şimdi aramızda yok. Yok oluş sebebini Halka ve Olaylara Tercüman Gazetesi’nde yazılan şu haberi sigara içen veya sigara içmeyen özelikle gençlerin ibretle okumasını istiyorum. Gazetede verilen haberi aynen aktarıyorum:
Yeşilçamın iyi kalpli kötü adamı Hüseyin Baradan 14 yıl önce bıraktığı sigara nedeniyle yakalandığı akciğer yetmezliğine teslim oldu. Gençlere sigaradan uzak durmayı öneren sanatçı, bugün toprağa veriliyor.
.....
Oğlu Levent Baradan, Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde gazetecilere yaptığı açıklamada, babasının gençlik yıllarında günde 2-2,5 paket sigara içtiğini ve bunun kendisinde büyük etkiler bıraktığını belirtti. Babasının, her zaman gençlere, Sigara içmeyin, beni örnek alın dediğini kaydeden Baradan " Babam 14 yıl önce sigarayı bırakmıştı. Ama bugünkü sonda bunun payı olduğunu defalarca gazeteci arkadaşlarına söylemişti. Bu akşam hastanede birden bire fenalaşarak kollarıma düştü. Doktorlar ellerinden gayreti gösterdiler. Ancak yaşama döndüremediler" dedi.
Değerli sanatçımıza Allah’tan rahmet dileyelim.
Sigara içen veya henüz yolun başında olan sigara içmeye yeni başlayan genç kardeşlerimizde bu haberden ibret aldılar mı acaba?
Eğer hâlâ ibret almadıysalar yazımı okumaya devam etsinler; eğer ibret aldıysalar ellerindeki sigarayı ve üzerinde "sağlığa zararlıdır "yazılı ceplerinde taşıdıkları paketleri hemen çöpe atsınlar; yazımın devamını okumasınlar...
Ankara’mızın ulaşım yönünden iki ana merkezi vardır; biri Ulus, diğeri de Kızılay. Başkentimizin hangi semtinden bir otobüse binerseniz binin, hem Ulus’un hem de Kızılay’ın göbeğinden geçersiniz. İş yerim Ulus semtinin kavşağına yakın bir yerde olduğundan, yirmi yıldır her sabah saat sekiz ile sekiz buçuk arası Hacı Bayram Camisi önünde dolmuştan iner, öbek öbek toplanmış kalabalık amelelerin arasından geçerek, Zincirli Camisisi’’nin kenarından Ulus kavşağına gelirim.
Her sabah memurların mesaisinin başlayacağı bu vakitlerde Ulus Kavşağı’nda insanların bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturduklarını görürsünüz. Kimin nereye gittiğini bir türlü anlayamazsınız. Genellikle bu kalabalıkların içinde gerçekten de ne tarafa gideceğini bilemeyen ellerinde beyaz bastonlu âmâ kardeşlerimiz vardır. Gerçi ara sıra benim gibi âmâ kardeşlerimi fark edipte yardımcı olanlar oluyorsa da; sabah işe yetişme telaşında olan vatandaşlarımızın çoğu beyaz bastonlu âmâ kardeşlerimizi hiç görmüyorlar.
Gördüğüm kadarıyla âmâların çoğu kavşakta beklerken insanlardan "beni karşıya geçirir misiniz?" diye yardım talebinde bulunmuyorlar, bu yüzdende kavşaklarda hisleriyle hareket ederek kendi başlarına karşıya geçmeye çalışıyorlar. Âmâ kardeşlerimiz, eğer bir vatandaş yardım talebinde bulunmadı ise yanında hissiz ve ruhsuz insanların ayak seslerini dinliyorlar; ayak sesleri harekete geçince de bir sel gibi akan insanların peşine takılıyorlar, elindeki beyaz bastonu ruhsuz ve hissiz insanların ayaklarına vura vura güçlükle karşıya geçiyorlar.
Herhalde bedensel engelli bir kızım olduğundan mı yoksa içimden gelen bir duygudan mı bilemiyorum;her sabah Ulus kavşağına geldiğimde ya da daha gelmeden önümde giden insanların arasında âmâ kardeşlerimi ararım;bulunca da koluna girer, sohbet ede ede karşıya geçirir, sonrada işime giderim. Bu vesile ile çok sayıda âmâlarla tanışmış oldum. Onlarda beni tanıdılar. Çoğu ile dost olduk. Hepsinin ayrı ayrı dertleri var; ama bu insanlarda şunu gördüm; hemen hemen hiçbiri âmâ olarak yaratılışlarından dolayı Allah’a karşı isyanda değiller; hiçbirinin ağzından "Yüce Yaradan’ımız bizi niçin böyle yarattı ? " sözlerini duymadım; aksine Allah’a karşı inançlarının çok sağlam olduklarını gördüm.
Aslında bedensel, zihinsel, işitme ve görme engelli insanlar ile dost olmanızı, onların acılarını paylaşmanızı isterim. Çünkü onların acılarını ve ızdıraplarını dinledikçe hayata bakış açınızın değişeceğine;kendi çektiklerinizin bu insanların çektikleri çilelerin yanında bir hiç olduğunu anlayacağınıza;"beterin beteri varmış" deyip , Yüce Yaradan’a sizin de daha fazla şükür edeceğinize inanıyorum.
İşte yine bir yaz sabahı Ulus’un Anafartalar Çarşısı önünden gazetemi koltuğumun altına aldım yavaş yavaş yürüyordum. Biraz ilerde sol elindeki beyaz bastonunu yere tık tık vurarak giden Kayserili âmâyı gördüm. Hemen koluna girdim.
-"Selamün Aleyküm" dedim. Sesimi hemen tanımıştı. Hiç tereddüt etmeden:
"Aleyküm Selam Şükrü abi" dedi.
Kayserili âmânın diğer elinde de yine her zaman ki gibi bir sigara vardı;sigarayı sağ eliyle sıkıca tutup, içine bir çekişi vardı ki sormayın.
Tam bir tiryaki idi bizim âmâ. Bugünde sigarayı içerken yakaladığımda dayanamayıp sordum.
-"Hemşehrim sigarayı sen bırakmayacaksın ama bir gün sigara seni bırakacak. " dedim, Sigara seni bırakmadan sen sigarayı bırak.
-"Olur mu Şükrü abi?" dedi, "Sigara bırakılır mı ?"
-"Niçin bırakılmasın. Sen bir çok hastalıkların sigaradan olduğunu bilmiyor musun?Akciğer kanseri, kalp hastalığı, damar sertliği, ülser daha sayayım mı? "dedim.
-"Yok yok sayma. Onların hepsini biliyorum.Bırak be Şükrü abi atın ölümü arpadan olsun" dedi.
-"Atın ölümü arpadan olsun da, sen erkenden ölüp gideceksin. Yazık değil mi? Karına çocuğuna yazık değil mi?" diyecek oldum, sonradan belki bana kırılır diye bu fikrimden vazgeçtim.
-"Günde kaç paket içiyorsun? "
-"İki paket."
-"İki paket mi?"
-"Evet iki paket."
-"Vay be sen neymişsin be abi!..."dedim. Farkında olmadan heykelin önünden Sümerbank’ın karşısına geçmiştik. Sümerbank’ın yanından Çankırı Caddesi’ni kesen kavşağa geldiğimizde durduk. Karşıda kırmızı ışık yanıyordu. Yeşilin yanmasını bekledik. Bizim âmâ hala sigarayı çekiştirip duruyordu. Duramadım tekrar sordum.
-"Kayserili hemşehrim ne sigarası içiyorsun?"
-"Malbora."
-"Malbora mı?"
-"Ya malbora" dedi. Ben sigara içmediğimden malboranın kaç lira olduğunu bilmiyordum.
-"Malbora kaç lira? " dedim.
-"Üç milyon altı yüz bin?"
-"Ne?!... Üç milyon altı yüz bin mi? İki paket yedi milyon iki yüz bin. Ayda eder iki yüz on altı milyon. Maaşının üç de biri. Bu senin için çok para değil mi?" dedim. Derin bir "oh" çekti, sigarasından son bir fırt daha çekti ve yere attı, ağzında biriktirdiği dumanını da soba borusu gibi havaya üfledi.
-"Çok para biliyorum. Elimden bir şey gelmiyor." Dedi. Ben biraz kızar gibi oldum. Sesimi yükselterek:
-"Ne demek elimden bir şey gelmiyor. Çok yazık!..Çelik-çocuğun nafakasını kendi zevkin için havaya veriyorsun bir. İçine çektiğin zehirli nikotinli dumanla da sağlığın tehlikeye giriyor iki. Daha sayayım mı?" dediğim de , hemen sözümü kesti, "Saymana gerek yok. Bu benim ikiz kardeşim;birkaç kere denedim başarılı olamadım." dedi.
-"Madem bırakamıyorsun. Sana bir teklifim var. Kabul eder misin?"
-"Söyle bakalım teklifini. Belki kabul edebilirim." Dedi. O sırada yeşil ışık yanmıştı. Tekrar koluna girdim. Karşıya yürümeye başladık.
-"Daha ucuz sigaralar var. Onları içsen olmaz mı?" dedim. Sanki beni görecekmiş gibi kafasını bana doğru çevirdi, görmeyen yumuk gözlerini gözlerime dikerek:
-"Kepek yapıyo abi" dedi......
Şükrü BİLGİLİ
Not:Bu olay 2004 yılında yaşanmıştır.