10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
6437
Okunma
Doğanın cömert ve şefkatli kucağında hiçbir bedel ödemeksizin, yumurta, tırtıl ve koza çağlarını kapsayan üç aşamalı evrim sonucu, güzel bir gelinin cazibesini çok daha gerilerde bırakan süzülüşüyle gözlerimin önünde kanat çırpan bir kelebek; ruhumu okşadığı gibi, düşünsel dünyamda da fırtınalar estirmeyi hep başarmıştır.
Kelebeğin evrimini insana uyarladığımda ve tırtıl şirketlerinin dünyamızı yok edip sömürdüğü, özgürlüklerimizi kısıtladığı bu çağ; henüz tırtıl çağı evresindedir ve kelebek olmak için - ki; hiç mütevazı olmayacağım - biz aydınlar; kozalarımızda daha uzun bir süre asılı kalacağız.
Okuduğu bir el kitabının veya kutsal olduğu ileri sürülen bir propagandanın tesiriyle yaşayan insanların davranış ve yargılarını; kafasına çip takılmış, kurgu-bilim filmlerdeki o kahramanlara benzetirim. Çünkü herhangi bir misyona hizmet eden adamın asla kendi misyonu yoktur. Tanrının kendisine bahşettiği o gözleri çıkarıp atan ve hayata başkalarının gözleriyle bakan bir insan sadece kör bir tırtıldır.
Ya kelebekler! Kelebek olmak kolay mı? Bir kelebek insanın göremediği binlerce rengi ve boyutu görebilir. Ne yazık ki kendi gözlerini söküp kör olmayı tercih edenler, kendi gözleriyle görenlere hiç katlanamadıkları için bizim gözlerimizi de söküp atmaya çabalamışlardır yıllarca. 1970’li yıllarda evimde okul idaresince ve kanunsuz olarak yapılan aramalarda, annemin çeyiz sandığına sakladığım Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sı yüzünden direkt olarak komünist olmakla suçlandığım ve cezalandırıldığım çileli yıllar geçiyor gözlerimin önünden. Allahtan Karl Marks’ın “Komünist manifesto”sunu bir gün önce iade etmiştim arkadaşıma. Ama dolabımda buldukları Necip Fazıl Kısakürek’in “İdeolocya Örgüsü” savunmama yardımcı olmuş ve hayatımı kurtarmıştı.
Karl Marks’ın “Komünist Manifesto”su sadece bilimsel bir analizdi ve uygulanışındaki diktatörsel hatalar; genlerindeki o müdahil ve sömürgenliği söküp atamayan insanları değişik bir tür tırtıl yapmaktan ileri gidemedi. Kemirgenlerin ekmeğine yağ sürüldü.
Kelebek olabilmek için, kendi gözlerimizin yanında, bize binlerce göz gerekli ve kozamızdan çıkmak ta şart. Bizi hapseden koza; tırtıl çağının, üzerimize çelik hatlarla ördüğü ve dünyayı bize zindan kılan bir koza olsa da fikrimizin, gönlümüzün ve sevgimizin ışığıyla yok edeceğiz bir gün.
Bir futbol sahasına en az dört kamera yerleştirmezseniz, akşam olduğunda vicdanımızı rahatlatan bir maç ta seyredemezsiniz. Dünyaya tek bir mercekle baktığınızda ezberlediklerinizin, gördüklerinizin ve seyrettiğiniz haberlerin belki sadece onda biri doğrudur. Eğer Alexandre Dumas’ın “Kamelyalı Kadın”ını okumadıysanız sakın birilerini sevmeye kalkışmayın. Hata yaparsınız.
Eğer onlarca gözünüz yoksa, savaşları, kavgaları, borsa oyunlarını, aşırı sıcakları, birden artan fiyatları, insan haklarını, etnik kavgaları, insanların sevişmelerini, ayrılıkları, hasretleri anlayamazsınız.
En azından kendinizin bir koza olduğunuzu bari kabul edemiyorsanız sakın şiir yazmaya falan da çalışmayın. Yüksek bir tepeye çıkıp olan gücünüzle bağırın. İnanın içiniz boşalacaktır ki; bugünlerde yazılar, şiirler bir ezinç içerisinde. Bazılarının da artistlik ruhu genlerine yapışmış. Sırf uç görünebilme kaygısıyla sövgüler icat ediyor. Şiir mi sövünç mü anlayamıyorum. Üstüne üstlük sözüm ona bazı çavuş-ahbap ilişkili sanatsal dergilerde, editörlerce yayımlanan seçkilere bakıyorum da; seçki mi – sıçkı mı? ikileminde kalıyorum maalesef.
İnternetin sağladığı popülizm; arabesk kültürümüzü de taşıdı şiire ve sonuç olarak, vıcık vıcık bir ajitasyon aldı başını gidiyor. Hepimizin acıları var. Doğanın cömert ve ekolojik koşulları içerisinde kurtların, kuşların ve kelebeklerin beş kuruş bile ödemediği o ekmek ve sevdalar için ne hayatlar harcadık.
Uzun lafın kısası
Ben bir kelebek olmak istiyorum dostlarım
Siz de istiyor musunuz?
C.Çalık
Kelebek resmi: httpwww.loadtr.com156052-kelebek.htm