- 1289 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AKILSIZ NE DEMEK ANNE!
Anne bak maskesi düştü dedi çocuk, o adamı göstererek.
- Öhhö! Öhhö!
- Anne genzim yanıyor
- Kaşkolu neden sardın anne, nefes alamıyorum. Öhhö! Öhö!
- Nereye kaçıyoruz anne?
- Her zaman geldiğimiz cadde, neden kaçıyoruz anne?
Çocuk sürekli soruyor,annesi nefes almadan hızla uzaklaştırıyordu
çocuğunu, kendisi ile birlikte.
Polisin sıktığı gazdan Şükran Hanım da çok etkilenmişti, uzak mesafede olmasına rağmen.
Gaz diyince aklına doğal gaz faturası geldi birden.
Kış geliyordu, faturalar kabaracaktı.
Kim bilir, dışardan gelen bu gazın vanası, kışın hangi mevsiminde, hangi ülke ile işler ters gittiğinde kapatılacaktı…
Ah! Şu diplomatlar! Bir kapışırsa onlar, dillere düşerse üstü örtülü ve de şifreli mesajlar… Yine kabak halkın başına patlar.
Neyse ki sokaktaki genizleri yakan bu gaz, doğalgaz değildi. Faturası direkt olarak yansımayacaktı Şükran Hanıma. Elle gelen düğün bayram diye düşündü…
Kimi biber gazı dedi sıkılan gaza, kimi portakal gazı dedi.
Şükran Hanım ve küçük Boran epeyce uzaklaşmışlardı olay yerinden.
Sarıldı oğluna, ağzını, yüzünü kapattığı kaşkolunu açtı, elindeki pet şişeyi uzattı, bir yudum al oğlum dedi.
Boran sudan bir yudum aldı;
- Genzim yanıyor anne, gözlerimden yaş akıyor.
- Tamam, geçti bir tanem
- Anne, neden o amcalar maske takmıştı?
- Neden ellerindeki sopalarla o ablaya vuruyorlardı?
- Neden tekmeliyorlardı?
- Hani bana televizyonda izletmediğiniz şiddet içerikli filmin seti miydi orası?
Boran, ardı ardına soruları sıralıyor, Şükran hanım ise, ne cevap vereceğine bir türlü karar veremiyordu. Gördükleri karşısında dehşete düşmüştü. Yan taraflarına baktı, sonra arkasına döndü, gelen giden, kendisini takip eden yoktu. Artık sesli de düşünebilirdi.
- Bak oğlum o maskesi düşen amca ve onun gibi giyinmiş ve elinde sopa olanlar polis amcalardı.
- Ama anne onlar bizi korur, güvenliğimizi sağlarlardı hani. Öyleyse neden o ablayı öldüresiye dövdüler.
- O abla akılsızlık yapmış oğlum.
- Ben de akılsızlık yaptığım zaman sen de beni döver misin anne?
Şükran Hanım Boran’ın saçlarını okşadı.
- Kıyamam sana yavrum, dedi.
Bir süre ana oğul yürümeye devam ettiler. Boran soru sormayı bırakmış, yolun kenarına park eden son model arabalara bakıyor, tozlu gördüklerine de küçücük parmakları ile çizikler atıyordu.
Şükran Hanımın gözlerinden, kendi öğrencilik yılları bir film şeridi gibi geçiyordu.
Kendisinin de birkaç kez eylemlere katıldığı olmuştu.
Parasız eğitim istemişlerdi, harçlar kaldırılsın demişlerdi.
Bir keresinde grevdeki işçilere destek için grev çadırlarına gitmiş, bunu duyan babası fena benzetmişti Şükran’ı…
— Sen de mi komünistlere katılacaksın kızım… Yediğin önünde yemediğin arkanda… Bir daha duyarsam kemiklerini kırarım, beni el âleme rezil mi edeceksin?
O günden sonra Şükran’ın içi başka dışı başka oldu hep. Bir türlü ifade edemedi düşündüklerini. İçinden herkese eşit ve parasız eğitim istemek neden suç olsun diye düşünür, dışından macera arıyor bu çocuklar diye söylenirdi. Hatta çoğu zaman söylenemezdi de yerin kulağı vardır diye…
Bir gün sonra, dayak yiyen bir kadın öğrencinin hamile olduğunu ve çocuğunu düşürdüğünü okudu gazetelerden. Gözleri doldu.
- Neden? Neden? Neden? Diye soruyordu kendi kendine. Bu kez kendisi sorguluyordu olan biteni, Boran’ın yerine.
Ne de olsa Nazlı Hanım bile isyan etmişti “Başbakana naçizane bir tavsiyemiz var: İtilip kakılan başörtülü kızlara gösterdiği hassasiyetin yarısını, bebeğini kaybeden kıza, ya da yerlerde sürüklenen üniversiteli gençlere göstersin” diye yazıyordu köşesinde.
Nazlı Hanım kadar da mı soru soramazdı Şükran Hanım. Hem kendi kendine soruyordu soruları;
- Hani ileri demokrasi gelecekti benim ülkeme?
- Hani farklı fikirlere tahammül gösterilmez ise bilim gelişmezdi?
- Hani AB’nin kapısını aralamışlardı, sözde demokrasi kahramanları?
Oysa müzakere başlıklarının üçte biri dahi açılmadı diye düşündü.
2008 Bir Mayısının Şişli görüntüleri geçti gözlerinin önünden. Manzara aynı manzara idi. Oysa daha üç ay önce 12 Eylülde evet demişlerdi ileri demokrasiye!
Köşe başına kiralık dükkân açan yazarlar, dükkân sahibi ile araları açılmasın diye görmezden gelseler de, köşe başındaki köşe kapmaca oyunlarını, karanlık senaryoları…
Kılıf taksalar da polisin orantısız jopuna…
Kimine göre 12 Eylül kalıntısı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa bile aykırı orantısız güç kullanan polisi, Kılıçdaroğlu’nun kışkırtmış olabileceği olasılığı düşünülebilirdi…
Evet! Evet! Bu sakıncasız fikir… Hem güç orantısızdı diyebilecekler, hem de suçu muhalefete yükleyecekler.
Dükkân sahipleri ile dalaşmamak lazım. Yani “neme lazım” ekmek-kömür parası…
Su bir dağda sabun diğer dağda, dokunacak değillerdi ya suya sabuna… Bir köpürdü mü köpükler içerisinde boğulurlar hak saklasın…
Hatta AB ile az da olsa açılan müzekkere başlıklarının bir türlü yol alamamasının müsebbibi de Kılıçdaroğlu olabilir. Zaten adam memur tipli, avam takımı ile fazla haşır neşir…
Ben böyle iktidar görmedim desem yeridir. Bulunmaz hint kumaşı… Geceli gündüzlü çalışıyor, elinden geleni yapıyor. İleri demokrasiyi getiriyor. Karşı gelene gazlı joplu dersini de veriyor. Yollar desen duble…
Daha ne yapsın?
Eş dost, dünürler akrabalar, harıl harıl sınıf atlıyor…
Şükran Hanım iyice dalmıştı. Boran’ın sesi ile irkildi ve kendine geldi.
- Anne Jop ne demek?
- Neden bizim jopumuz ve maskemiz yok.
- Komşu kızı Dilara’yı görürsem neyle vuracağım.
- Su tabancası göz yakar mı anne?
Şükran Hanım yine başını okşadı. Sen benim akıllı oğlumsun, öyle şeyler yapmazsın bir tanem…
- Kafam karıştı anne? Yerde yatan abla mı akılsız, Jop vuran polis mi akılsız.
- Akılsız ne demek anneee!