- 1006 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRBAN, ÖZGÜRLÜKLER VE DEMOKRASİ
Yıllardır ülkemizde tam bir demokrasi karmaşası yaşanıyor. Bir yanda ömrünü demokrasi savaşımına adamış aydınlar, gazeteciler darbecilikten içerde; diğer yanda daha dün demokrasiyi ve laikliği aşağılayan dinciler ve halkını töreyle, ağalık sistemiyle sömüren aydınlanma karşıtı feodaller ve Kürt milliyetçileri demokrasi çığırtkanlığı peşinde. Elbette bu konuma gelmekte Cumhuriyet’in nimetlerinden yararlanıp Atatürk sonrası siyasal erki ele geçiren; üstelik de Atatürkçülüğü ve Kemalizm’i kullanarak palazlanan ve şimdi kazdıkları kuyuya düşerek panik yaşayan, ne ulusal olabilmiş ne de uluslararası sermayeye katılabilmiş burjuvazi ile onun güdümündeki elit bürokrasinin, siyaset ve toprak ağalarının büyük etkisi var.
Demokrasi yalnızca özgürlükler sistemi değil, aynı zamanda bütün özgürlüklerin güvencesi olan denge ve fırsat eşitliği sistemidir de. Karşıt öğreti ve özgürlüklerin güvence altına alınmadığı ortamda sağlanan tek yanlı özgürlükler çok geçmeden bütün karşıt özgürlüklerin yok edilebileceği bir dayatma ve sömürüye dönüşür.
İnanç, bilimsel bilgiye dayanma zorunluluğu olmayan, sorgulanamayan, eleştirilemeyen, yargılanamayan; öğretileri ve yaptırımları kutsal olan, özgür düşünceyle uzlaşamayan, mutlak bağlılığa dayanan bir düşünce sistemidir. Her insan belli bir din içine doğar. Her ne denli bilinçlenme aşamasında özgür seçimden söz edilse de, din de aile vb. birkaç unsur gibi seçme hakkının kullanılmadığı unsurlardan biridir ve bu, ad, soyad gibi doğar doğmaz nüfus cüzdanına eklenen haneden bellidir. Her birey, yaşamla, din ve inançlarla ilgili ilk bilgileri, ailesinden ve yakın çevresinden öykünme(taklit) ve ezber yoluyla yani koşullanmayla öğrenir. Buna kısa süre içinde mahalle, arkadaş çevresi, basın-yayın gibi çevrelerin etkisi de eklenir ve okulda aldığı resmî din dayatmasıyla da bu koşullanma doruğa ulaşır. Örneğin bir Alevi çocuğu aileden görmediği Sünni inanç bilgilerini zorunlu din dersleri aracılığı ile yani bir anlamda devletin dayatması ile okuldan alır ve asimile edilmeye çalışılır. Bunu bir oranda dengeleyebilecek olan tek unsur, ailenin ve yaşadığı toplumsal yakın çevrenin laik, demokratik, özgür ve bilimsel yoğunluğudur. Eğer bu unsur da dinsel açıdan yoğun bir unsursa cennet ve cehennem temelli korkuya dayanan ezber inanç bilgilenmesi pekişecek, sorgulayarak öğrenme yerine ezberletilenlerin doğruluğu için gerekçeler aranan bir koşullanmaya dönüşecektir. Türban gibi düşüngüsel(ideolojik), dinsel bir yaptırımın ilkokul orta okul çağındaki çocuklara giydirilmesi, bireyin özgür istencinin değil gelecekte bir koşullanmaya dönecek olan ailenin ve çevrenin baskısıdır yalnızca.
Kutsallığa dayalı inanç sistemi hiçbir zaman demokratik olmamıştır, yapısı gereği de olamaz. Dinler, mutlak ve kutsal emirlere dayalı oldukları için demokratiklikleri ancak toplumsal açıdan gerçekleştirebildikleri etki gücüyle ters orantılıdır. Yani toplumsal açıdan ne denli güçsüzse, varlığını korumak ve güçlenmek adına o denli demokratik görünecek, ne denli güçlüyse de demokrasiden o denli uzaklaşacak, ilahi temele dayalı tartışılmaz, sorgulanmaz, eleştirilmez ve yargılanmaz, mutlak boyun eğilmesi gereken yaptırımlarını yaşama sokacaktır. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, sözü bir yalan. Mutlak egemenlik Allah’ındır. Egemenlik yalnızca sandığa giderken milletindir” sözlerinin özü ve sonrasında yaşanan süreç de bunun siyasal göstergesidir.
Özgürlükleri yok etmeyi hedef almadıktan, başkalarının ve toplumun özgürlüklerini tehdit etmedikten sonra her düşüngüye (ideolojiye), inanca ve bunlara bağlı olanların yaşam biçimine saygı ve güvence, demokrasilerin olmazsa olmazıdır ve türban da bu anlamda bir sorundur; ancak özgürlükler eşit koşullarda yaşandığı sürece anlamlıdır. Mutlak, tartışılamaz, eleştirilemez, sorgulanamaz, yargılanamaz, kutsallaşmış inanç ve düşüncelerin özünde ve öğretisinde ise özgürlük söz konusu değildir. Bunların özgürlüğü siyasal ve toplumsal erki ele geçirinceye dektir. Bir başka söyleyişle takıyyedir. Buna karşın yine de çözüm yasak değildir, olmamalıdır. Bu konudaki en köklü çözüm demokrasilerde, daha bireyin doğumundan başlayarak doğrudan ya da dolaylı cennet gibi düşsel bir ödüllendirmeye ve cehennem gibi ürkütücü bir korkuya dayalı inanç dayatmasının engellenmesi, her türlü düşünsel dengenin güvence altına alınması, bireyi kişilik oluşturma çağından başlayarak ezber ve öykünme yolu ile bir inanç dünyasında yetiştirmek yerine diğer bütün öğretilerle birlikte istenç kullanabilme yaşında öğrenmesi sağlanıp, bireysel bir seçim kullanmabilme konumuna getirilmesidir. Bugün ülkemizde demokrasilerin güvencesi olan böyle bir fırsat eşitliği ve dengeden söz etmek olanaksızdır. Bir bireyin aileden ve çevreden koşullanma ile öğrendiği dinsel öğretiler dışında düşünmesi neredeyse olanaksızdır. Bunu becerenler gizlemek zorunda kalır. Dile getirme cesareti gösterenler ise dışlanır, cezalandırılır, katledilir. Dinsel öğretilerin kutsal metinlerinde karşıtı her türlü düşünceye şiddete varan tehdit ve hakaret (Tevbe 5, Bakara 193, Nisa 74 ve daha pek çok ayet) doğal bir hak olarak yer alırken bu öğretinin eleştirisi, sorgulanması inanca saygısızlık ve kutsala hakaret gerekçesi ile asla kabul edilmez ve bunu yapmaya yeltenenlerin başlarına gelenler tarih boyunca görülmüştür. Bu nedenle insanları ve kitleleri, sorgulamaksızın bu denli harekete geçirecek kutsal bir öğretinin yaptırımları, sıradan bir demokrasi ve özgürlük sorunu diye görülemez. Özgürlüklerin tehdit altında olmamaları için, devletin yalnızca yansız olması da yetmez. Yüzyıllardır doğrudan ya da dolaylı ve tek yanlı süren siyasal, hukuksal, toplumsal bir koşullandırma baskısının ortadan kaldırılması, en azından bir kuşağın laik bir güvence ile yetiştirilip fırsat eşitliğine dayalı toplumsal ve düşünsel dengenin sağlandığı gerçek bir demokratik yapının kurulması gerekir. Aksi durumda türbana istenen özgürlük kamusal alanda kara çarşafa, burkaya ve daha da ötesine istenecek, verilmemesi de bir çelişki yaratacaktır. Sağlık ve eğitim gibi tolumsal gereksinimlere ayrılan ödeneklerden çok daha fazlasının Diyanet gibi bir din örgütlenmesine devlet tarafından sağlandığı, cami ve çocuk yaşta kişilere verilen Kuran kurslarının okul sayısından fazla olduğu bir ülkede ise laiklikten, demokrasiden, özgür istençten söz edilemez. Dinler de diğer bütün öğretiler gibi birer düşüngü(ideoloji)dür. Diğer politik, siyasal düşüngülerden ayrımı, kutsallığa dayanmaları, yaptırımlarının kutsal, tartışılmaz, eleştirilmez olmalarıdır. Düşüngüler, belli bir bilgi birikimi isteyen öğretiler olduğu için çocuk yaşlarda dayatılmaları sakıncalıdır. Bütün düşüngülerin belli bir bilinç yaşından sonra öğretilmesine karşın (hatta özelikle inançlara karşı pek çok düşüngü yasaklanırken) dinin daha çocuk yaşta öğretilme hakkını kullanabilmesi, toplumda düşünsel denge, fırsat eşitliği ve özgür istenç kullanımını yok etmektedir. Bu açıdan, baskın düşüngülere ve düşüncelere karşı baskın olmayanlar yararına denge ve fırsat eşitliği sağlanıncaya dek pozitif ayrımcılık yapmak ya da baskın düşüngü ve düşünceler için özgürlüklerin kısıtlanması, demokrasinin gereğidir. Bir dinsel yaşam biçimi olmaktan çok belli bir inancın belli bir yorumunun simgesel göstergesi olan türban özgürlüğü de bu çerçevede düşünülmek zorundadır ve türban özgürlüğünün demokratik bir hak olabilmesi için toplumun denge ve fırsat eşitliği sağlanmış gerçek bir demokrasiye kavuşması gerekir. Bunun için:
1-İnanç ve din öğretileri de bütün diğer düşüngüler ve öğretiler gibi, bütün inanç ve öğretilere eşit bir yaklaşımla bireyin algılama ve seçim hakkını kullanabileceği bir yaştan sonra verilmelidir.
2-Zorunlu din dersleri kaldırılmalıdır. Dine bağlı olmayan gerçek laik ve bilimsel bir eğitim politikası yaşama geçirilmelidir.
3-Diyanet İşleri kapatılmalı, ibadet gereksinimleri inanç toplulukları tarafından karşılanmalı, devlet bu uygulamalar sırasında insanlık dışı yöntemlerin kullanılıp kullanılmadığını denetlemelidir.
4-Sekiz yıllık zorunlu resmî eğitimin bütün yurtta eksiksiz uygulanması sağlanmalı, İmam Hatip okulları ve Kuran Kursları gibi dinsel içerikli eğitimler devletin denetiminde dinsel topluluklara bırakılmalı, resmi devlet okulu yapısından çıkartılıp burada okuyanlar eğitimleri ve içerikleri gereği yalnızca toplulukların din adamı gereksinimini karşılamalı, bunların bütün giderleri devlet tarafından değil, topluluklar tarafından karşılanmalı.
5-Her türlü mahalle ve çevre baskısına karşı, her türlü inancın ve öğretinin dile getirilme ve yaşama özgürlüğü güvence altına alınmalıdır.
6-Partiler, seçim ve sendika yasaları demokratikleştirilmeli, dokunulmazlıklar ve seçim barajı kaldırılmalı, her alanda özgürce örgütlenme hakkı sağlanmalı, gerek mecliste gerek sivil alanda her türlü düşüncenin demokratik temsili gerçekleştirilmelidir.
Bütün bunlar sağlanmadıkça, türban mağduriyetinden söz etmek, demokrasi sömürüsünden öte bir anlam taşımaz.
Adnan ACAR
YORUMLAR
Yazı şekil yönünden şık değil.
Aralıksız ve itinasız.
Paragraflar çok uzun.
Kavgacı ve aşırı iddiacı bir üslup var. Yani daha bilimsel ya da sanatsal yazılmalıydı.
Kelime hataları çok. Gözden geçirilmemiş galiba.
Demokrasi sömürüsü?
Yazıda doğru tespitler olsa da açıklığa kavuşmamış terimler var.
Dinci?
Din alıp, din mi satıyor bu dinciler?
Tepki gelir diye mi dindar denmiyor? Yoksa bam başka bir terim mi?
Malum iddiaların desteksiz tekrarı.
İlk yazı daha sanatsal bir ihtiva taşısa güzel olurdu.
İçerik boş değil ama her cümle tartışmaya ve saldırıya, yoruma, izahata açık.
Çok daha iyi yazılabilirdi aynı yazı.
Selamlar.
Daha iyilerinde görüşmek dileğiyle.
racananda
1- Yazı şekil yönünden şık değil, aralıksız ve itinasız, demişsiniz. İtinasız demekle neyi kastettiğinizi anlamadım. bir makalenin şekil yönünden itinası nasıl olur hiç duymadım, sanırım bu da internet yazarlığının bir ürünü olsa gerek, ancak ben internet yazarı değilim. Bir makale yazarı, yazısının içeriği, biçemi, yazım yanlışları ile ilgilenir. Yazıda noktalamalar vardır, satır başları vardır. Paragraflar arasında boşluk olmaz. Bu durum, satırbaşı yapmayı beceremeyen internet sitelerinin beceriksizlğidir ve yazarın bunla ilgisi yoktur. Ne yazık ki internet, yazım kurallarımızı karma karışık etti. Siz de sanırım internet yazarısınız, yoksa böyle bir eleştirinin yayıncılıkta yeri olmadığını bilirdiniz.
2- Paragrafların uzun olmasının bir yazar için eleştiri konusu olduğunu burda gördüm. Okur paragrafların uzunluğu ile değil, yazının içeriği ile ilgilenir diye bilirim. Paragraflar, yazının içeriğine göre düzenlenir, okurun keyfine göre değil. Paragrafın uzunluğundan yakınmak yazarın yazma kusuru değil, okurun okuma tembelliği kusuru olabilir ancak.
3- Kavgacı ve aşırı iddiacı bir üslup var, sözünüzü de anlamadım. Anlayabilmem için örneklemeniz gerekirdi. Ben yazımda kavgacı değil, açıklayıcı; iddiacı değil, örnekleyici bir üslup görüyorum. Sanki içeriğine katılmadığınız bir yazıyı yıpratmak için bahaneler ararmışsınız gibi geldi.
4- Kelime hatalarından söz etmişsiniz ama örnek vermemişsiniz. Keşke örnekleseydiniz de bu hataları ben ve diğer okurlar da görseydik. Örneklenmediğinde eleştri, mesnetsiz suçlama olur. Bence başka yazıları eleştirirken buna dikkat edin.
5- Açığa kavuşmamış terimler derken de aynı hatayı yapmışsınız. Neler bunlar? Keşke yazsaydınız. Yalnızca "dinci" sözcüğü için söylemişseniz, bence hiç de açığa kavuşmamış bir terim değil. Bakın kendiniz bile açıklamışsınız içeriğini. Evet, dinciler, din alıp din satarlar. En kaba içeriği bu. Siz katılmayabilirsiniz ama bu yazı zaten size ait değil bana ait.
6- Bir siyasal yazının sanatsal ihtiva taşımasını da anlamış değilim. Bir düşünce yazısının içeriği olur, anlatım biçimi, üslubu olur, yazım kuralları olur. Sanatsal ihtivası olmaz. Sanırım bu internet denen yerin ya da sizi şahsınızın ilginç ölçütleri var. Sevgili Engin Kardeşim, bu bir siyasal düşünce yazısı, bir makale. Böyle bir yazıda sanatsal ihtiva ner ola ki! Bunca yıldır yazma işi ile uğraşırım. Yayıncıyım, dergiciyim, edebiyat benim yaşam biçimim, böyle bir beklentiyi ilk kez sizden duydum. Lütfen bana bir makalenin, bir siyasal incelemenin, bir düşünce yazısının sanatsal ihtivasını anlatın da bu yaşa dek bilmediğim neyse, sizden öğrenmiş olayım. Hatta yalnızca bana değil, belki bu yazıyı okuyan herkese yeni bir şey öğretmiş olursunuz.
7- Sevgili Engin kardeşim; aynı yazı çok daha iyi yazılabilirdi, demişsiniz. Daha iyisini sizden bekliyorum.
Sevgilerimle.
"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, sözü bir yalan. Mutlak egemenlik Allah’ındır. Egemenlik yalnızca sandığa giderken milletindir” sözlerinin özü ve sonrasında yaşanan süreç de bunun siyasal göstergesidir."
Katılıyorum. Hatta "Adalet mi mülkün temelidir, mülk mü adaletin temelidir" düşüncesindeyim.
"Dinsel öğretilerin kutsal metinlerinde karşıtı her türlü düşünceye şiddete varan tehdit ve hakaret (Tevbe 5, Bakara 193, Nisa 74 ve daha pek çok ayet) doğal bir hak olarak yer alırken bu öğretinin eleştirisi, sorgulanması inanca saygısızlık ve kutsala hakaret gerekçesi ile asla kabul edilmez ve bunu yapmaya yeltenenlerin başlarına gelenler tarih boyunca görülmüştür. Bu nedenle insanları ve kitleleri, sorgulamaksızın bu denli harekete geçirecek kutsal bir öğretinin yaptırımları, sıradan bir demokrasi ve özgürlük sorunu diye görülemez. "
Hiç bir şeyden çekmedim dicilerden çektiği kadar diyerek buradaki tespitlerinize de katılıyorum.
Onun dışında bir ara iki haftalık bir röportaj için pek bilmediğim Aleviliği 20 gün boyunca araştırmış, burada bulunan ve Alevi Köyü olarak bilinen köye gitmiş, Aleviler ile görüşmüştüm. Yukarıda aktardığınız ve benim de katılmadığım cezalandırma dışlanma, yoksun bırakma, vs dedikleri olaylar "dedelik" adı altında Alevi inancı içinde de acımasızca uygulanmaktaydı. Özellikle şu an tam hatırlayamadığım bazı durumları tüylerim ürpererek dinledim. Bu bağlamda bütün inançların yoğun baskı uyguladığına inanıyorum. Bütün dünya inançlarında, kiliselerde, katedrallerde.
Bu anlamda bütün inançlara aynı uzaklıkta, aynı yakınlıkta mesafedeyim. Herkes kendi inancını karşısındakine dikte etmeye çalışıyor, baskı uyguluyor. Bu yüzden yakında inançsız olmak inaçlı olmaktan daha iyi galiba. Şırası bir gerçek ki herkes güç, iktidar, para peşinde. Başkaca da birşey değil. Selam ve sağlıcakla.
“Kanun insan haysiyetini kırmamalı diyor Gandi. Kırıyorsa kanun değil yumruktur. Peygamberlerle filozofların doğruluğunda tereddüt etmedikleri üç beş hakikatten biri şu: İnsanın haysiyeti düşüncesidir. Düşünceyi zedeleyen her kanun bir eşkiya reisinin veya bir eşkiya güruhunun emirnamesidir. Hukukla uzak yakın ilgisi yoktur. O halde namuslu adamın ilk vazifesi bu çeşit kanunları yok saymak ve tabi afetlere göğüs gerer gibi tehlikeleri kucaklamaktır. Yoksa haysiyetten nasipsizdir. “(Jurnal, cilt 1, s.353 Cemil Meriç)
Baştan son'a katılıyorum size, sadece biz şöyleyiz biz böyleyiz demekle işler yürümüyor, bizler avrupalıyız demekle de olmuyor onlar yıllar evel başardılar devlet işiyle din'i birbirinden ayırdılar, gıpta ederek baktığımız Avrupa bu engelleri aşarak biryerlere geldi ne oldu Avrupalılar dinlerinden mi soğudular kesinlikle hayır kiliseler halkın gücü ile hala dimdik ayakta duruyor. Bizlerin bir sözü vardır ( Millet ay'a biz yaya ) deriz bana göre çok doğrudur bu kafa yapısı değişmediği sürece bizler özlediğimiz o demokrasileri anca rüyalarımızda görebiliriz. Kutlarım Adnan Bey