EĞİRDİR'İN İHTİŞAMI
Liselere giriş sınavına hazırlanıyorduk. 8. sınıfın son haftasındaydık. Bir mayıs ayının sıcak günleriydi. O senenin yoğun çalışma temposunun ardından bir geziyi hak etmiştik.
Ben o güne kadar doğup büyüdüğüm şehir olan Uşak dışına hiç çıkmamıştım. Hocam ve gruptaki arkadaşlarımla Isparta’ya gidecektik. Ekonomik olarak çok fazla bir masrafı olmasa da ailem bunu bahane ederek beni yollamak istemiyordu. Ama hocam da çok ısrar ediyordu. Ben de annemi biraz daha zorlayıp izin almayı başarmıştım. Gidecektim. Bu benim için çok önemli bir olaydı. İlk defa farklı memleketler görecektim.
Geziye gideceğimizden bir gün öncesinde tüm arkadaşlar ve iki tane de üniversiteli ağabeyimle birlikte kolejin yurdunda kalmıştık. O zamana kadar sürekli Pisagorlarla, Newton’larla uğraşan biz o gün kolejin bahçesinde doyasıya oyun oynamıştık. Bir ânda çocukluğumu yeniden hatırlar olmuştum. Bir ân önce sabahın olmasını istiyordum.
Sabah namazından hemen sonra bir minibüse atlayıp, o hocamın evinden mangal, et ve sebze aldık. Daha sonra sabahın bu serin ve sessiz saatinde Çivril doğrultusunda ilerliyorduk. Sabah aç çıkmıştık ve bu yüzden bazı arkadaşlarımı yol tuttu ve mecburen arada dinlenmemiz gerekti. Çivril’e teğet geçtik ve Isparta’nın yolunu tuttuk.
Ve Isparta’daydık. Isparta’ya gelirken bir şey dikkatimi çekti. Her yerde Süleyman Demirel’in adında bir şey vardı. Hava alanı, bulvar, üniversitesi… Isparta’da hiç oyalanmadan hemen onun bir ilçesi olan Eğirdir’e yol aldık. Isparta’ya yaklaşık iki buçuk saatte, Eğirdir’e de yarım saatte gelmiştik.
Eğirdir’e ilk geldiğimde dikkatimi çeken ve beni büyüleyen şey Eğirdir Gölü oldu. Bana göre devâsa büyüklükte bir göldü bu göl. Tabii bu güne kadar sadece yapmacık göletler gören birisi için büyüktü bu göl. Bir uçtan diğer ucu görünmüyordu gölün. Eğirdir merkezi de hemen gölün yanında kurulmuştu. Ve göl üzerinde bir yarım ada vardı ki burayı kent işgal etmişti.
Biz bu göle de teğet geçerken gölün çevresinde insanlar suya giriyorlardı sabah saatlerinde. İlçenin göl çevresine doğru kaydığını söyleyebiliriz. Yeni yerleşim birimleri çok fazlaydı. Neyse gölün yanındaki bir asfalt yoldan buranın bir kasabası olan Barla’ya gidecektik. Buraya ulaşmamız biraz geç oldu.
Barla ki bu kasaba biraz kuytu bir yerde dağların izin vermekte zorlandığı bir mekândaydı. Barla’ya geldiğimizde orada bir otelin bahçesine arabayı durdurmuştuk. Araçtan indiğimde içime çeke çeke bitiremeyeceğim güzellikte dağ kokusu vardı. Manzara muhteşemdi. Tam dağın bir yamacındaydı bu otel.
Otelin önünde içinde otların, yosunların ve toprağın bulunduğu boş bir açık havuz vardı. Havuzun yanına masaları kurduk ve herkesin evden getirmiş olduğu kahvaltılıkları çayla birlikte yemeye başladık.
Kahvaltı sonrası kasabanın merkezine gittik. Orada zamanın ünlü bir âliminin evi bulunmaktaydı. Kendisi bu dünyadan seneler önce göçüp gitmişti. Evine geldiğimde kapının hemen yanında iri ve çok büyük çınar ağacı, ağacın da ortasında bu zâtın ara sıra çıkıp tefekkür ettiği bir mekân bulunuyordu tahtadan. Evin hemen yanında minik bir camii bulunuyordu. Eve gelen ziyaretçiler bayağı da fazlaydı. Evin bir ya da iki bölmesi vardı. Birisinde amcalar oturmuş sohbet ediyorlardı. Biz de diğer bir odaya geçtik, soluklandık burada.
Bizimde küçük çaplı sohbetimizin sonrasında namaz ve niyazın ardından evden ayrıldık. Buradan da hemen o taraflardaki bir dağa, Çam Dağı’na, çıkacaktık. Araçla çıkarken o eşsiz manzarayı anlatamam. Yol hemen dağın eteğinden gidiyor ve hemen yanında uçurum var. Araca binip belli bir mesafeye kadar çıktık. Sonrası tabana kuvvet dedik ve yürümeye başladık.
Yürüyorduk dağın zirvesine doğru. Ve basınç azalmasından olsa gerek kulaklarımız yankı yapıyordu. Doruğa ulaştığımızda “ehh nihayet” diyerek izlemeye koyulduk aşağıdaki vadiyi. Burada o ünlü âlimin dinlendiği ve kitaplarını yazdığı bir ağaç da varmış ki bazı insanlar onu kesmişler. Şu ânda da o ağacın yerinde küçük bir filiz vardı.
Sonra o dağda bu Allah dostunun sâdık bir öğrencisini gördük. Ve onunla muhabbet ettik, yaşlıydı. Yani bize göre dedeydi. Ellerinden öptük o mübarek dedemin. Elleri çok temizdi, çok güzel kokuyordu.
Buradaki gezintimizin ardından minibüsümüze binmek üzere ayrıldık. Minibüsle kasabanın merkezinde bir camide abdestlerimizi tazeleyip, namaz kılmaya koyulduk. Ben ilk defa burada öğrenmiştim “seferî” namazını, Allah’ın yolculara olan bir kolaylığı olsa gerek bu.
Namazın ardından yine Barla’da bir bahçeye gittik ki oraya Cennet Bahçesi deniyormuş. Bahçeye inerken öyle çok basamak indim ki. Merdivenden inerken hiç bu kadar yorulmamıştım. “İnmesi bu kadar zorsa, çıkması nasıldır?” diyordum kendi kendime. Bahçe çok güzeldi. Pek fazla oyalanmadık, gezdik sadece. Tekrar çıktık yukarıya minibüsümüze bindik.
Şimdi de tekrar Eğirdir’e gittik. Eğirdir’de bu yarım ada dediğimiz yerin en ucunda bir piknik alanı vardı. Oraya gittik. Hocalarımız ve ağabeylerimiz mangalla uğraşırlarken bizde göle indik. Göl çok temizdi. İçindeki nesneler görünüyordu. Bir kayanın yanında yengeç gözümüze çarptı. Alıp suyun içine attık onu tekrar. Ayaklarımızı gölün o serin sularına soktuk. Yüzmeyi de bilmiyordu kimse.
Bir kısım arkadaşlarımız da parkta salıncaklara falan biniyorlardı. Sonra da top bulup orada kısa bir maç yaptık. Yorulmuştuk. Hemen yorulmuştuk ve hava da çok sıcaktı.
Mangaldan ekmek arası köfteleri afiyetle götürmüştük. Hepimizin yüzünde tatlı bir tebessüm vardı. Yemeğin ardından birkaç fotoğraf çekilip oradan Isparta’ya doğru yola çıktık. Isparta’ya geldiğimizde orada bir eve uğradık. Bu ev yine bu âlimin kalmış olduğu evlerden birisiydi. Barla’dakinin aksine çok sessizdi. Bizden başka kimse de yoktu. Orada bir amca bizimle sohbet etti. Sohbetin ardından evi gezdik. Eşyalarını ve yatağını gördük. En sonunda çıkarken de kendisine verilmiş olan ama onun kabul etmediği arabasına baktık.
Bu evden de çıkıp bir camide ikindi namazını eda etmiştik. Namazın sonunda oradaki bir kırtasiyeden hediyelik eşya ve kitaplar aldık. Ben de küçük bir kitap almıştım. Oradan bana hatıra kalsın diye.
Bu kısa alışverişin sonunda Isparta’nın tozlu caddelerinden geçerek Uşak’a yönelmiştik. Eve giderken herkeste ayrı bir mutluluk vardı. Mutluluk yorgunluklara karışmıştı ki bazı arkadaşlarımızda uykusuna yenik düşmüştü.
Bugün tam beş sene oldu bu geziye gideli. Ve hâlâ sıcak bir hâyâl olarak kaldı içimde. Herkesin muhakkak bu güzel diyârları görmesini isterim.
İlhan KAPLAN
YORUMLAR
Bende geç kalmış olmama rağmen EĞİRDİR yazısını görünce okumadan geçemedim..
Gerçekten de görmeye değer bir yer.Kıyısında balık yedik ve muhteşem gurubu izledik..
Gerçekten görmeye değer bir yer..Tavsiye ederim.Eskiden ismi EĞRİDİR di ama, sonra EĞİRDİR yaptılar..
İspartadan da Gül'ün bütün ürünlerini almıştım dönüşte..
Sayenizde teri gül kokan Efendimize salavatlar getirdim hatırlayınca.Tebrikler.Ne güzel bir anı..
Slm ve dua ile..ESRA
gencadam
Eğridir müftüsü olduğu yıllarda babam çocukluğum oralarda geçti
zaten aslen Ispartalıydık sonra ayrıldık ve eşim o civarda bir ilçeye müftü oldu
ve hafta sonlarım hep barlada geçti
çam dağı ve çınar ağacı birde cennet bahçesi o merdivenlarden inerken ve çıkarken cennet ucuz değil cehennem luzumsuz değil sözlerini tefekkür etmişimdim
ve oradaki kamelyada eniştemin risale sohbetleri ki ne haz verirdi
yukardaki oteldeki kahvaltılarda cabası
rahmetli dedem kaşıkçı Mustafa üstadın mahkemelerine delil taşımıştır
buda benden bir anekdot olsun
saygılar...