- 813 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Çalıkuşu
Çalıkuşu
Ötebilen çalı kuşgiller hakkında lingvistik araştırma
Sovyetler zamanında Moskova, Leningrad ve Tiflis olmak üzere ülkenin önde gelen üç önemli üniversitelerinde Türkçe sınıfları vardı. Ayrıca, Dış İşleri ile Dış Ticaret bakanlıkları nezdinde, eğitimi 5 yıl sürdüren «Yabancı diller yüksek okulu» da öğrencilerine gayet iyi dil bilgisini sağlıyordu. Mezunları «profesyonel tercüman» diploması sahibi olduktan sonra bakanlıkta aynı görevlere devam etmelerine rağmen memur maaşlarına %20 oranında dil bilgisi zammını alırlardı. Pek tabiidir ki, avrupai dilleri bilen masa arkadaşları onlara kıskanırlardı, çünkü kendilerinin dil bilgisi zammı ancak %10 idi.
Adalet yok diyorlardı onlar. Bak, Türkçe için devlet %20 veriyor, halbuki Türkçe ne dir? Tıpa tıp dahilli dillerimizden Azerice ya da Tatarcadır, Azeri veya Tatar asıllı vatandaşımız Türkçe’yi bir ayda söker, biz ise yıllarca dersanelerde emek veriyoruz ki İngilizce veya Almanca için %10 alabilelim!
Antitez olarak biz şöyle bir numara yapardık. Derdik ki, sevgili arkadaş, Türkçe basit olmayan bir dilin olduğunu anlıyabilmen için, haydi, «okumak» kelimesini isim hallerinden geçirir mi sin? Arkadaş başlıyor ve derhal stupora düşüyor – Rusça’da hiç bir fiilde isim vasfı olmadığı gibi onlar isim hallerinden kesinlikle değişemez. Aklı eremiyor bir Rus’un, Türkçe’deki tüm fiillerin klasik isim oluyormuş gibi isim hallerinde değiştiğini! İşte olay budur, diyorduk, biz %20 onun için alıyoruz senin İngilizce’nin %10’luk kıymetine tekabül...
Bazen daha ince arguman kullanmak zorunda kalıyorduk. Türkçe’ye karşı Rusça, Almanca, Fransızca veya İngilizce’yi göklere çıkartmağa uğraşanlara üç soru sorardık: Arkadaş, Babilon zamanından bu yana insanoğlunun ortak suni bir dilin yaratılmasına hayal kurduğunu ve asırlar boyu değişik ülkelerde ileri gelen bilim adamlarının konu üzerine büyük gayret gösterdiklerini biliyormusun? Bu güne kadar tüm çabaların bir tek başarısı kabul edilen Esperanto dili olduğunu biliyormusun? Esperanto sisteminin istisnasız olarak Türkçe sistemine eşit olduğunu biliyormusun?
Aslına bakarsak, Türkçe’nin, diğer yabancı dillerde olmayan ilginç özellikleri mevcuttur. Söz konusu özellikler ihmal edilirse, Türkçe olan metinler yabancı dillere doğru dürüst tercüme edilemez, hele edebiyat metinleri. Türk Dilinin kelime haznesinde eşya, olay, icraat gibi birçok konularında somut ve kesin anlamlı kelimeler yanısıra, genel anlamlı yada anlamları hakkında ancak fikir verici kelimeler de mevcuttur. O tip kelimelerin muadillerinin bazı yabancı dillerde bulunmaması, yapılacak tercüme kalitesi ilgili tercümanın enteli, hayat bilgisi ile öz dilindeki aktif hafızasının zenginliği ile takviye edilebilir.
Bilindiği gibi modern Türk Dilinde Arapça ve Farsça kökenli kelimeler vardır. Çoğu türkçeleştirilmiş ve görünümde bağımsız kelime olmalarına rağmen, özgeçmişi o kadar basit değildir. Mesela, Arapça kökenli mastarları Türkçe’ye kesin ve net olarak tercüme etmek zordur, onları Türkçe’den Rusça’ya devam etmek hemen hemen imkansızdır, şayet tercümanın yazar yada yazar adayı yetenekleri yoksa.
Misal olarak, menşeisi yalnışlıkla Rusça Dili olarak sanılan (ki Rusya’da yaygın erkek ismidir) MAKSİM kelimesini inceleyelim. Baştaki «ma» - etken çatı mastarın unsuru, sonundaki «ksm» - «somut birşeyin parçası» anlamını taşıyan kelime kökü, ortadaki «i» ise - ses servisi görevinde olan seslidir.
Bilindiği gibi, Arapça mastarların türemesi sabit formüller üzerine oluşmaktadır – fiili isim, sonra etken çatı ismi, ve nihayet edilgen çatı ismi. Esas Arapça’da 30’a kadar formül çeşidi varken, Türkçe’de onlardan ancak 10 tip formül rastlanmakta. İşte, Türk Dilinde 1. tip formüllü «maKSiM» ismini baz alınarak, 2.tip formüllü olan «taKSiM» kelimesini lütfen tercüme edin Rusça’ya! Yada 5.tip - «taKaSSuM», yada 8.tip - «iKtiSaM»!? Pek tabiidir ki, yaşadığımız dönemde tüm formüller kullanılmamakta amma, gerektiği zaman ilgili kelime hazır formülden derhal türetilir ve kullandırılır. Diğer yabancı dillerde yeni bir kelime yaratıp, onu kamu oyuna alıştırmak için yıllar geçer.
Türkçe’nin başka önemli özelliği kelime yapısında saklanmaktadır. Kelime temeline (köküne) ard arda gramer veya derivasyon yükünü taşıyan ekler eklenmektedir. Böylece en tassarruflu biçimde, son derece kolay ve sayısız kombinasyon imkanları ile yeni kelime, yeni anlam ve yeni fikirler türenmektedir. Esperanto onun için Türkçe gibi aglütinatif platformda kurulmuştur. Mesela, 19 harfli 2 kelimeli «evinizdekilere selam» cumlesini Rusça olarak en az toplam 38 harf ve 6 kelime ile ifade edebilirsiniz! Genel olarak, Türkçe’den Rusça’ya tercüme edilen herhangi bir metin orijinalinden yaklaşık 1,5 kat daha uzundur.
Türkiye Türkçesinde özne-yüklem uyumu ve cumle içinde yerleşimi de büyük önem taşımaktadır, hele insanlar arası komunikasyon esnasında. O da konuşma kültürünün ve dialog tarzının temelidir. Bilindiği gibi, olağan cumle yapısında en fazla anlam yükünü taşıyan özne-yüklem çifti cumlenin en son yerindedir. Yani, karşı tarafın lafını yarıda keserseniz, ne demek istediğini anlamayabilirsiniz. Onun için kültürlü insanlar kendi aralarında konuşurken, karşı tarafını dikkatle ve cumle bitimine kadar dinlerler. Cumle ise gayet uzun olabilir, tarihi kitaplarda birkaç sayfalık cumleler de rastlanır!
İşte bir tercümanın kullandığı yabancı dilin ince özelliklerinin bilmemesi filolojik kazus ve fıkralara sebep olabilir. Bunun ötesinde kalitesiz tercümeler meşhur edebiyat eserlerine büyük zarar getirmektedir. Farzedelim ki, bir Rus Üniversite mezunu orijinali Türk Dilinde olan tarihi bir romanı Rusça’ya tercüme etmeğe kalksın. Türkiye’ye ve Türk diline karşı duyduğu sevgi şöyle dursun, eseri bozmağa hakkı yok ki! Osmalı tarihini, eski Türk dilini bilmeden o işi nasıl becerir teşebbüsçüsü? Her halde, romanın ince anlamlı uzunca olan cumlelerini parçalayarak, nüanslara inmeksizin kısa ve keskin Rusça ifadeleri ile eserin ancak ana yolundan bizi sürükleyecek....
Hayatının önemli bir kısmı Türkiye’ye bağlı olan bir arkadaşım ilginç bir hikaye anlattı. Yüksek mühendis diploması sahibi olan arkadaşım sovyetler zamanında Dış Ticaret bakanlığına bağlı şirketlerde çalıştı, ismi geçen «Yabancı Diller okulu» bitiminde onları uzun yıllar Türkiye’de Dış ticaret kısmında temsil etti. Adam değil yalnız İstanbul Türkçesini, Anadolu lehçeleri ile basit halk dilini de biliyor.
Anlattığı hikaye aynen budur.
«70-li yılların ortasında haberleşme cıhazları, elektronik ve değişik laboratuvar malları üzerine ithalat-ihracat yapan bir dış ticaret devlet kuruluşunda görev aldım. Şirket müdürü ilk toplantımızda biraz İngilizce bildiğimi tespit ederek, «bizde herkes ya İngilizce ya Almanca biliyor» dedi. «İş böylece devam ederse, yakın zamanda kapıcımız bile İngilizce konuşacak. Halbuki şirketimizde Türkçe bilen hiç yoktur, Türkiye masası boş, ticaret gittikçe azalıyor. Seni «Yabancı Diller Okulunun» Türkçe grubuna yazdıralım, geleceğin parlak olur», dedi. Başüstüne dedik mi ertesi gün talebe oldum.
Hocamız Sami Efendi son derece bilgili ve tecrübeli birisi idi. Rus asıllı, fakat Bakü doğumlu hocamızın çocukluğu Azeri Türkçe ortamında geçmiş. İlk okul zamanı gelince, bozuk Rusçası gerekçesiyle bir yıllık sürgüne sevkedilmişmiş Rusya’ya. Rus teyzesi aylesinde bir yıl zarfında hakiki Rus çocuğu vasfını kazandıktan sonra Bakü’ye dönerek okula ve liseye devam edebilmiş. Askerliğini İkinci Dünya Savaşında Kavkasya’da yerleşen bir kolordunun karargahında tercüman görevinde yapmıştı. Savaş bitiminde Yabancı Diller Askeri Okulunu bitirekek, aynı okulda subay rütbesinde eğitim üyesi olarak çalışmağa başlamış. Kısa bir süre sonra Nikita Kruşçev’in ordu üzerine yaptığı reformalar esnasında milyonlarca askerler ile birlikte maaşsız olarak sokağa atıldı. Moskova Üniversitesine şans eseri olarak girebilmiş, sonradan Moskova’nın Türkçe eğitimini yapan diğer yüksek okullarında azar azar ders vermeğe başlamıştı.
Biz üçüncü sınıftayken Türkçe edebiyat kitapları üzerine ders almağa başladık. Hocamız Reşat Nuri Güntekin’in meşhur «Çalıkuşu» kitabını getirerek, romanı bize parça parça olarak tercüme ettirmeğe başladı. Roman ise son derece kıymetli bir eser. Amerikalılar için «Rüzgâr Gibi Geçti» neyse Türkler için de «Çalıkuşu» odur, derdi Hocamız.
Bir müddet sonra Hocamız bir askeri okulun kütüphanesinden «Çalıkuşu»’nun Rusça tercümesini getirdi. Tercümanı meğer kendisinin eski öğrencilerinden biriymiş, ismi Penev İgor. Daha önce yazmış olduğunuz metinlerinizi işte bu kitap ile kıyaslayın, tavsiye etti Hocamız. Doğrusunu söylemek gerekirse, Penev’in tercümesi bizimkinden yer yer daha iyi idi, başka türlü zaten olamazdı, çünkü biz hala üçüncü sınıf öğrencileriydik. Diğer taraftan, hata yakaladığımız zaman Sami Bey gerçekten mutlu olurdu. Eğitim çabaları boşuna gitmedi diye.
Bana gelince, roman ismindeki tuhafiyet dikkatimi çekti. Sayın Penev «Çalıkuşu»’nun Rusça’sını nedense «Ötücü kuş» yaptı. «Ötücü kuş» tabiri romanın hangi kısmı ile bağlantılıdır diye araştırmalara soyundum. Romanı enine boyuna inceledikten sonra, baş kahramanı Feride Hanımın herhangi bir ötücü kuş yada kuşgillerle ilgili olmadığını tespit ettim.
Tercümanın gramer hatası mıdır acaba bir müddet tereddüt ettikten sonra Hocamıza danışarak şunu iddia ettim. Tercümanın hatası «çalı» kelimesinden kaynaklanmaktadır. Kendisi büyük ihtimalle onu çalmak fiilin kökü olarak kabul etmiş, çünkü «piyano çalmak, ıslık çalmak» gibi yaygın kullanılan tabirler vardır. Yapmak-yapı, çalmak-çalı benzetmesine dayanarak «Çalıkuşu»’nu rahatlıkla «Ötücü kuş»’a dönüştürmüş. Halbuki çalı çalıdan başka bir şey değildir, çalıkuşu ise uzun bacaklı serçe sınıfından küçük bir yaratık. Hızlı koşabilecek çalıkuşu ötücü kuş kesinlikle değildir, çıkarttığı sesler ötmeden bayağı uzak, her halde karga sesinin bülbül sesinden farkı kadar.
Kitabı «Ötücü kuş» olarak isimlendirmemek için başka bir sebeb daha vardır. Rusya’nın undergraund kültürünün bir kısmını hapis konulu sayısız şanson tip şarkılar oluşturuyor. Şarkılardan biri ise 30-lu yıllardan beri meşhur ve küfür dolusu «Ötücü kuş» şarkısıdır.
Dahası da var. «Çalıkuşu» kelimesinin tam doğru Rusça tercümesi ‘korolök’, ki «küçük kral», «kralcık» anlamına geliyor. Roman isminde onu da kullanmak sakıncalıdır, çünkü ‘korolök’ kelimesi kadında dış üretim organlarının kabaca bir anlamını ifade ediyor.
Hocamız şok yaşadı. Kendisi zaten Penev’in tercümesini beğenmezdi, ancak bu kadar ciddi kritiğini kendisinin üçüncü sınıf öğrencisi getirmiş! Pek tabiidirki söz konusu araştırmacı talebe bundan sonra sınıfın bir numarası olmuş ve eğitimini tam puanlarla bitirmiştir.
Sınıfta «Çalıkuşu» konulu bir kaç tartışma düzenledik, hatta Rusça muadili yarışmasını bile yaptık. Benim teklifim «Serçecik» oldu, arkadaşlar prensip olarak itiraz etmemişler...
O yılların Moskova’daki Türk camiası yaygın değildi. Sınıftaki tartışmalarımızın bir kısmı tercümanın kulağına ezik ulaştırılmış olması lazım ki, kıtabın sırası gelen yeni baskısı süper bir isim altında çıktı - «Korolök – ötücü kuş».
Aradan 20 sene geçti. Ankara’da görev yaptım, Moskova’ya dönüşünde bakanlıkta çalışmağa devam ettim. 90-lı yılların başında Devlet sinemacılık komitesiden gelen teklifi üzerine İstanbul bürosunda temsilcisi olarak yeni görevime başladım.
İlk yaptığım iş Rusça olan filimlerin sinopsislerini Türkçe’ye çevirerek sinema piyasasında ilgililere dağıtmak oldu. Paralelinde o piyasada kim kimdir diye kısa bir dönemde öğrenmeğe çalıştım. O zamanlar yerli sinema endüstrisi ABD menşeili filimler baskısı altındaydı. Rekabet ortamında birçok aktör, senaryocu ve filim yapımcıları sanatçılıktan filim ticaretine kollarını sıvadılar. Temsilcisi olduğum kuruluş onlar için gayet uygun bir partner idi, çünkü Sovyetler Birliği yapımı filimler son derece ucuzdu, genelde 300-500 dolar idi. Kuruluşumuz devletten daima büyük sübvansiyon alırdı, tüzüğünde ise ‘sovyet topluluğun yaşam tarzını sinemacılık yöntemi ile propaganda yapmak’ sloganı ana amacı olarak yazılıydı. Pek tabiidir ki, ‘yeniden yapılanma dönemine’ girildiği zaman kuruluşumuzun rakipleri de olmuş, mümessilleri de olmuş, ortakları da.
İşte temsilcilik çevresinde ‘Tora-filim’ isimli yerli bir firma vardı. Rus kulağı için ‘Bir şey–filim’ tabiri gayet ciddi geliyor, hepimiz ‘Mos-Filim’, ‘Len-Filim’, ‘Gürcüstan-Filim’ gibi kelimelerin anlamını anne sütü ile emzirdik. Onun için yüksek makamlı memurlarımız ‘Tora-Filim’ firmasının sahibesini kabul ederken, ona, sanki «Warner Brothers»’lerden birini karşılıyormuş gibi, yüksek protokol standardını uyguladılar. Halbuki, ‘Tora-Filim’ kişi-şirketinden farklı birşey değildi. Tüzel kişi olmayan o statüs özel kişiye büyük filim stüdyosu taklidini etmek imkanını veriyordu. Neticede, Moskova’daki memurların kafalarında, «Mos-Filim» kadar büyük olmamakla birlikte «Tora-Filim» önemli bir filim stüdyosudur diye bir yanılgı vardı.
Sahibesi Ayşe Hanım daha genç iken birkaç yerli filimde başrolleri oynamış, meşhur bir aktör ve filim yapımcısı ile evlendikten sonra senaryocu bile olmuştur. Ancak tarihinde oynadığı en önemli rol cadı rolü idi, özellikle iş hayatında. Doğadan kadın güzelliği ile üstün aktris yeteneklilik vasfı cadılık kabiliyetini inanılmaz dereceye yükseltiyordu. Moskova’da, değil yalnız sinemacılık paşalarının makam kapıları, güçlenen televizyonculuk paşalarının makam kapılarını da rahatlıkla açabiliyordu.
O yıllar Türkiye’de «Çalıkuşu» romanı üzerine, baş rolünde Aydan Şener olan muhteşem bir filim çekilmiştir.
Ayşe Hanım söz konusu filmi Sovyetler Birliğine satmak için büyük gayret gösterdi. Sovyetler Birliğine satışlar sadece onun üzerinden yapılır diye telif hakları sahibini ikna ederek, adı geçen İgor Penev’in Rusça tercümesini temin etti ve Rusça dublajlı bir filim kopyasını yaptırdı. Bundan sonra «Korolök – ötücü kuş» isimli filim teklifini muhtemel alıcısı olacak Sovyetler Birliği devlet sinemacılık komitesinin İstanbul bürosuna getirdi.
Teklifini aldığım an, işte alınyazısı benim diye düşündüm. Hayatımda ikinci defa «korolök» ile «ötücü kuş» karşımdadırlar, onlarla ne yapacağım? Ta yirmi yıl önce biz, Yabancı diller okulunun erkek talebeleri olarak konuyu tartıştık ve karara bağladık. Ayşe Hanıma nasıl anlatacağım detaylarını amma? Rahatsız edici kelimelerden ve yakışıksız hissettirmekten kaçınmak süretiyle, kendisine Rus tercümanının az tecrübeli olduğunu, kitabının isminde noksanlıkların bulunduğunu anlatmağa çalıştım. Ancak Ayşe Hanım tüm söylediklerime itiraz ederek filmin ismini değiştirmeğe razı olamıyordu. Mantık dışı tavrının altında muhhakak bir şey yatıyordu.
O durumda son argumanım kalmıştır. Kendisine, «korolök» isimli bir filmin başrolünde Türkiye Güzeli Aydan Şener’i görünce olgun Rus erkekler neyin üzerine kafalarını yoracak diye anlatmam lazım. Onu da zavallı kadına anlatmak için dilim dönmiyor. Ne yapmalı? Birden bire aklıma kurtarıcı bir fikir geldi. Hani, konuyu kocasına anlatıyım. Erkekler olarak konuşur, bu işi en sağlam bir şeklinde bitiririz. Sonra ise karısına hepsini o anlatsın.
Kocası Mustafa Bey sanat işini bıraktıktan sonra İstanbul’un Beyoğlu mahallesinde kendisi gibi sinemacılık gazileri için restoran tipinde bir lokali açmıştır.
Randevumuz için titizlikle hazırlanıyordum. Karısına hassas konu üzerine tercüman hizmetini edecek Mustafa Bey yaşça benden daha büyüktü, onun için son derecede saygılı davranarak, Rusça’nın argo kısmında kadında dış üretim organlarının isimlerinden teki «cennet kapısı» olduğunu söyledim. Evet, dedi, biliyorum. Hatta diğer yabancı gavur ülkelerde benzerisi de var, mesela İngilizce «pearl gate» terimini kullanıyorlar, dedi. Peki, konu ne?
Konu budur, efendim. Bilindiği gibi, adı geçen «cennet kapısı» ile göbek arası mesafeler kadından kadına değişir, dedim. Cumlemin bitiminde Mustafa Bey az kaldı yere düşecekti bol kahkahalarından. Gözyaşları silip, nefes aldıktan sonra, beni dinlemeğe devam etti. İşte söz konusu mesafesi kısa olan kadınlara «korolök» diyorlar Rus erkekler. O demektir ki, «korolök» tip kadınlara önden yaklaşmak daha uygundur, tam tersine, ilgili mesafesi uzun olanlara ise – arkadan. O yüzden, baş rolünde Türkiye Güzeli Aydan Şener’in bulunduğu «Çalıkuşu» filmini argo Rusçası ile «Korolök» olarak isimlendirip, Rusya’ya satmak doğru değil, hele konu ile ilgili ispatımız yokken, dedim.
Diğer taraftan, çalıkuşugiller ötücü kuş sınıfından bayağı uzaktır, bu da «güvercin - operet solistidir» iddiası kadar abartmalı. Operet solisti tabirini mahsus kullandım, çünkü Mustafa Bey’in sanat hayatına başlangıcı, otuzlu yıllarında operet sahnesine çıkmasıyla gerçekleştiğini biliyordum.
Sözün kısası, son derece neşeli geçen toplantımızın sonucunda, «Çalıkuşu» filminin «Korolök - ötücü kuş» argolu Rusça ismi altında Rusya’ya satılmaması için elinden geleni yapacağına dair yemin etti Mustafa Bey. Verdiği sözünü yerine getirip getirmediğini bilmiyorum. Antropolojik ve lingvistik tarafları olan o ince konuda galiba cadısını kandıramamış. Her halde bundan sonra temsilcisi bulunduğum devlet sinemacılık komitesine o teklif gelmedi.
Birkaç sene daha geçti. «Korolök - ötücü kuş» isimli filim Rusya Televizyon Kurumu tarafından Türkiye’den satın alınmıştır ve ülke çapında televizyon ekranlarında sık sık gösteriliyor. Tercüme ve dublaj eksiklikleri, filmin görüntü güzelliği ve aktörlerin üstün oyunları ile dengeleniyor.
Ayşe Hanım Boğaziçi Piri Reis sahilinde görkemli bir villanın sahibesi olup, komşularla kavga ederek filim senaryolarının yaratılmasına devam etmektedir.
İgor Penev meşhur türkoloji uzmanı, Rusya’nın Yazarlar Birliğinin üyesi olmuştur.
«Korolök - ötücü kuş» isimli romanın 56. baskısı çıkmış, toplam kıtap sayısı 18 milyona ulaşmış durumundadır.
Romanın orijinalinde 18000 satır varken, İgor Penev’in tercümesinde ancak 9005 satır var....
2008’de Moskova’nın ‘Kitap Dünyası’ yayınevinde «Korolök - ötücü kuş» isimli romanın jubileli ve nihayet lisanslı, kaliteli baskısı çıktı. İşbu baskı için İgor Penev kendi meşhur tercümesini iyileştirmişmiş. Kitabın ilk kelimesinde, ki kapağın yazar ismi mahallesinde ‘Reşat Nuri Güntekin’ olması gerekirken, ötümlü ünsüz uyum kanununa aykırı olarak ‘Reşad Nuri Güntekin’ basıldı.»
С’est la vie!.. yapacak birşey yok, hayat işte... thats the life... so ist das leben... takova jizen...
Ömer Bgajba
2008-MOSKOVA