- 2828 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
RÜYALARIN DİNİ VE BİLİMSEL BOYUTU
RÜYALARIN DİNİ VE BİLİMSEL BOYUTU
Halit Özdüzen
Rüya Arapça “rea”(gördü) fiilinden türetilmiş olup, aslı “rü’ya”dır. İlk çağlardan beri rüya insanlar arasında merak konusu olagelmiştir. Psikoloji ilminin gelişmesi sonucu üzerinde önemli çalışmalar yapılmış olmasına rağmen, günümüzde hala gizemini korumaktadır.
İlk çağlarda insanlar rüyalara çok önem vermişlerdir. Tek tanrı olarak Allah’a (CC) inanılan inanç kültürlerinde rüyaların Rahmani veya şeytani olabileceği bilinirken, ilkel kabile dinlerinde tanrılar tarafından kendilerine verilen armağan veya cezanın simgesi olduğuna inanılmıştır. Allah ve Peygamber inancı taşıyan toplumlarda rüyaları peygamber, veli veya bilge din uluları yorumlamış; ilkel inanç sistemlerinde yıldız bilimci (müneccim) olarak da kabul edilen kâhin ve şamanlar kendi düşünce ve inanç anlayışları içinde açıklayarak yorumlamaya çalışmışlardır.
Tarihte: Babil, Sümer, Asur ve Mısır kâhinlerinin bu konuda ünlendiği bilinmektedir. Zaman içerisinde Mısırlılar, Eski Yunanlılar, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar da rüya yorumlarıyla ilgili çeşitli kitaplar yazmışlardır. Ülkemizde çok yakından tanınan Niyazi-i Mısri, Muhiddin-i Arabî, İbn-i Haldun, İbrahim Hakkı ve Gazali gibi rüya ile ilgilenen zatların kitapları istisna tutulursa çeşitli devrelerde yazılanların pek çoğu alfabetik ve kategorik bazı bilgiler içermekte olup her derde deva, aspirin gibi reçete yorumlar sunmaktadır. Rüyalarda bazı kategorik simgeler bulunsa da, her rüya kişiye özgü bazı olumlu ya da olumsuz mesajlar içerebilmektedir.
Rüya konusuna eğilen uzmanların çoğunluğu rüyayı uyku ile ilişkilendirmiş olmakla beraber, bazı araştırmacılar kişinin uykudan bağımsız olarak sürekli rüya görmekte olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu tezle ilgili elde henüz kesin bilimsel veriler olmadığı için üzerinde durmayacağız.
Uyku sırasında gördüklerimizin bir bölümü belleğe kaydedildiği için bunları hatırlayabilmekteyiz. Uyanışta anlatılmayan veya yazıya dökülmeyen rüyalar önemli bir meşguliyet araya girince, alt belleğimizin arşivlerine gitmektedir. Bunlardan bazıları gün içinde önemli bir olayın çağrıştırması sonucu hatırlanabilmekte, hatırlanmayan rüyalar alt belleğin arşivlerinde zaman içerisinde silinebilecek şekilde depolanmaktadır.
Bilimsel araştırmalara dayanarak, beynimizin ancak altıda birini kullanabildiğimiz belirtilmektedir. Kullanamadığımız 5/6’lık bölümünün işlevi ise henüz çözülememiştir. İnsanoğlunun ilk atası Hz. Âdem itibaren yaşadığı bilgi, beceri ve deneyimlerin beyin hücrelerindeki genler tarafından bazı bölümlere depolanmış olduğu varsayılmakta “rüya, keramet, altıncı his, duru görü, tiğ-i mekân, beyin gücüyle etkileme, sezgi gibi bilimin akıl seviyesinde izah edemediği bazı metafizik ve psişik gerçeklerle ilgili beynimizde bölümler bulunduğu halde bilinip kullanıl(a)madığı” tezi de üzerinde durulmaya değer bir başka olgudur.
RÜYAYLA UYKUNUN BAĞLANTISI
Uyku insanoğlunda bulunduğu gibi hayvan ve bitkilerde de bulunmaktadır. Uykuyu tetikleyen çeşitli etkenler bilinmekle beraber, gerçek mahiyeti ve beynin bunu nasıl ve neye göre düzenlediği henüz tespit edilememiştir. Kuran-ı Kerim’de uyku için şöyle denilmektedir: “Gece ve gündüz uyumanız, O’nun lutfundan nasip aramanız da ayetlerindendir.” ( Rum 30/23) Bu nedenle uyku insan için sıradan bir olay değildir.
Uyku sırasında yapılan elektroensefalograf ölçümleri “bazı hayvanların rüya görmekte oldukları” görüşünü desteklemiştir. Beyin dalgaları üzerinde yapılan laboratuar çalışmalarında, sürüngenlerin uyku sırasında rüya görmedikleri, kuşların çok azının gördüğü, memelilerin tümünün gördüğü belirlenmiştir. İnsan yaşamının yaklaşık üçte birini uykuda geçirmekte bu da 20-25 seneye karşılık gelmektedir. Ömür süreci içerisinde yüzlerce, hatta binlerce rüya görülmesine rağmen, bunlardan çok azını hatırlayabilmekte, özel saydığımız bir kaçını da ömür boyu üst belleğimizde saklamaktayız.
Uyku, uzun zaman günlük çalışmalardan yorgun düşen insan bedeninin ve sinirlerinin dinlenme süreci olarak izah edilmiştir. Yalnız başına bu sav doğru olsaydı, bedeni ve zihni hiç yorulmayan bebekler günün çok azını uyuyarak geçirirdi; hâlbuki yetişkinlere nazaran günün büyük bölümünü uykuda geçirmektedirler. Ayrıca aşırı yorgun olduğumuz zamanlarda mest olup,”uykuya dalma” hali hariç, insanı “uyku tutmadığı” da göz ardı edilen bir başka gerçektir. Son yıllarda yapılan araştırmalarda uykunun “beyni geliştirerek onu yeni şeyler öğrenmeye hazırladığı” anlaşılmıştır.
Uyku sırasında bedenin yanında sinirlerin de dinlendiği bilinmektedir; ancak uykunun REM diye adlandırılan önemli bir safhasında beyin özel bir çalışma düzenine geçerek, bedenin biyolojik ve psikolojik onarımı yanında, alt ve üst belleğinde revizyondan geçirip yapılanmasını sağlayarak, insanı yeni bir güne ve yeni şeyler öğrenmeye hazırlamaktadır. İşte rüyaların %80 i uykunun bu REM denen safhasında, %20 lik bölümü de hafif uyku devresinde görülmektedir.
Uykuyu bilim adamları REM (rapid ege movoment/hızlı göz hareketleri) ve Non- REM ( REM olmayan dönem) diye iki ana safhaya, onları da kendi arasında ikişer safhaya ayırıp, dört bölümde olarak incelerken REM dönemini tek bölüm olarak incelenmişlerdir. Non-REM dönemi I- Yüzeysel uyku (a) birinci devre(hafif) b) İkici devre (orta şekerli) II- Derin uyku a) Birinci devre (orta) b) İkinci devre( çok derin) olarak yaşanmaktadır. Bünye bu devreleri geçtikten sonra REM dönemi başlamaktadır. Çeşitli nedenlerle uykunun en önemli safhası olan bu safhayı yaşayamayan bünyelerde fizyolojik ve psikolojik rahatsızlıklar oluşmaktadır. Bilim adamları denekler üzerinde yaptıkları çalışmalarda REM döneminde beyindeki fizyolojik ve elektriksel aktivitelerin, uyanıklık dönemindeki aktivitelere benzediğini, ayrıca vücudun biyolojik bazı hareketlerini önlemek için beynin vücuda uyguladığı özel bir mekanizma ile hareketsiz kalmasını sağladığı anlaşılmıştır.
Rüya konusunda yapılan çalışmalardan biri de Psikolog Sigmund Freud tarafından 1900’de yapılmıştır. Freud, uyku sırasında kişinin bilinçaltında düşüncelerinin özlemlerinin ya da isteklerinin bir film şeridi gibi göz önünden geçtiği varsayıldığını bunun da rüya olduğunu belirtmiştir. Ona göre ,“bilincin gizlediği, tamamen sakladığı olgular, ortaya çıkabilmek için zihinde yol aramaktadır. Bunlardan bazıları da rüyalar haline girerek kendilerini göstermektedir. Freud’un izinde yürüyen psikologlar hastalarının gördükleri rüyaları kendi metodolojileri doğrultusunda yorumlayarak tedaviye çalışmaktadırlar. Freud’un düşüncelerini Marx ve Engels’in Materyalist görüşleri doğrultusunda kaleme aldığını belirten bazı bilimsel çevrelerden tepki alırken ekolünü benimseyen çevreler tarafından, Psikolojide uzun süre “tek ve mutlak bilimsel tez “ olarak sunulmuştur.
Bilimsel çevreler bazı rüyaların “haberci”, “ikaz edici” ve “müjdeci” yönlerinin bulunduğunu; ayrıca Psiko-fizyolojik sebeplerle de rüya görülebildiğini belirterek rüyaları sadece Freud’un düşünce sistemi ile çözmeye çalışmanın yanlışlığı üzerinde durmuşlardır. Tartışmalar rüya konusunda yeni düşünce ve deneylere de öncülük ederek çeşitli teorilerin gelişmesini sağlamıştır. Bu gelişmeler sonucu günümüz psikologları (Psikoterapistler) hastalarını, sosyo-psişik çeşitli testler yanında gördükleri rüyaları da yorumlayarak tedaviye çalışmaktadırlar.
RÜYALARIN TÜRLERİ
Rüyaların psikoloji, fizyoloji ve metafizik yönleri bulunduğu gibi geçirilen travmaları beynin onarmasına yardım eden tedavi işlevi de bulunmaktadır. Rüyalar öğretir, yön verir, soruları yanıtlar, bizleri geçmişe, günümüze ve geleceğe bağlar, bazen değişik tat ve hazlar verir, duygusal denge sağlar ve yaratıcılığı teşvik eder. Bu nedenle çok önemli olgulardır.
Bazı rüyalar, gün içinde yaşanan olaylar, sıkıntılar ve neşelerin simgesel olarak açığa çıkmasına yardımcı olduğu gibi, bastırılmış duygu ve düşüncelerin de simgelere bürünerek açığa çıkmasını da sağlamaktadırlar. Bu tür rüyalar yüzeysel ve amaçsız oldukları için bunlara rüya değil düş denilmektedir. Düşler hayal gibidir; bazen insanın kendi bilinci de bunları kurgulayabilir. Bazen de kişi uyuduğu fiziki çevrenin etkisiyle dahi düş görebilmektedir. Yani kısacası bedenin uyanıkken yaşadığı hayal, uykudayken düş olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bu nedenle sabah uyandığımızda “ Hayal miydi? Düş müydü acaba ?” diye tereddüt geçiririz. Rüyaya gelince kesin bilgi ve net resimler içermekte, hatta çoğu düşler siyah-beyaz ve bulanık olduğu halde, rüyalar genelde parlak ve renkli olmaktadır.
Rüyalar kişinin inanç, felsefi ve dünya görüşüyle ilgili olduğu gibi eğitimi, sosyo-kültürel düzeyi, yaşadığı çevre ve uğraşı alanlarıyla da ilgilidir. Yukarıda da belirtildiği gibi bazı rüyalar öğretici, bazıları da geleceğe yönelik bilgi ve müjde içermektedir. Yine bazı rüyalar ruhsal ve Rahmani olduğu gibi, bazıları da nefsanî ve şeytani kaynaklıdır. Bunları birbirinden ayırmak gerekmektedir.
1. Rahmanî (uhrevi) rüya: Sadık rüya veya salih rüya da denilmektedir. Uykuda iken doğrudan ruh veya bir meleğin yardımıyla beyin enerjisinin harekete geçmesiyle gerçekleşmektedir. Bu türden rüyalar, peygamberler, veliler, müminler ve inançlı kişiler tarafından görülür. Bu sahih rüyalar Hz. Muhammed (S.A.S.) tarafından rüyanın “nübüvvetin 46 da bir cüzi/bölümü” olduğu bildirilmiştir. Bunlarda müjde, uyarma ve yaşanacak olayları haber verme özellikleri bulunmaktadır. İnsanlığı binlerce yıldır hayrete düşüren bu tür rüyalar, psikologlarca “prekognitif rüyalar” ya da “prekognisyon rüyaları” olarak isimlendirilmiştir. Meydana gelecek olayların önceden bilinmesini sağlayıcı, kısaca geleceğe ilişkin rüyalardır. Bir rüya ancak gerçekleştiği zaman prekognitif adını alır. Yani bir rüyanın prekognitif olup olmadığını önceden kestirmek oldukça güçtür. Bu tür rüyalar uyku sırasında beyindeki duygu ve düşüncelerin çalışmasının engellenmesi sonrasında veya genellikle istihare sonucu görülebilir. Bu rüyalar, içerisinde pozitif nesne ve simgeleri barındırmaktadır.
2. Nefsanî (Dünyevi) rüya: Nefsin telkinleri ve düşüncelerin çağrışımı sonucunda olan bu rüyaların kaynağı, kişinin bizzat kendisidir. İnsan uyanıkken neyle meşgul ise rüyasında onunla ilgili şeyler görebilmektedir. Bazı bilim adamlarının çeşitli problemleri rüyada çözdükleri ve bu yolla icat ve keşiflere ulaştıkları bilinmektedir. Aslında bugünkü modern tıp ve ilim, daha çok bu tür rüyalarla atılım yapmıştır. Bir sanat eserinin, bir icadın yapılmasını ya da yeni bir kavramın doğmasını sağlayıcı ilham veren rüyalara yaratıcı rüya adı verilmektedir. Birçok sanatkâr, eserlerini yaratıcı rüyalarda gördüklerini yaşamlarında uygulamak suretiyle meydana getirmişlerdir.
3. Şeytanî rüya: Karmakarışık, asılsız ve zihni bulandıran düşlerden ibarettir. İçinde yalan, hile, kin, öfke, kıskançlık, cimrilik, şehvet (v.s.) gibi şeytani özellik ve dürtüleri çağrıştıran rüyalar bu kategoridendir. Bu tarz rüyalardaki simgeler negatiftir; çirkin olarak değerlendirilmektedir. Bazen bu rüyalar abur cubur yemek yiyip uykuya dalındığında da görülebilir. Batıl kabul edilen bu tarz rüyalara itibar edilmez. Resulullah Efendimiz (S.A.S.) “İyi rüyanın Allah (C.C.)’tan; çirkin rüyanın şeytan’dan olduğunu” bildirmektedir. Ebu Hureyre’(R.A.)den nakledilen bir hadiste ise : ‘Rüyanın üç türü vardır; ilki doğru rüyalardır ve Allah’tandır; ikincisi, üzüntüye neden olan rüyalardır ve şeytandandır; üçüncüsü ise karışık rüyalardır ve zihinden kaynaklanmaktadır.’ Ebû Sa’îd Hudrî (r.a), Nebî (S.A.S.)’nin: "Her kim rü’yâsında beni görürse, muhakkak o hak ve gerçek olarak beni görmüştür. Çünkü şeytan benim kılığıma giremez.”dediğini nakletmiştir. Aynı şekilde şeytan ve habis mahlûklar, salih zatları rüyada temsil ederek onun kılığında görünemezler.
4. Bilinçli rüya: Literatüre lüsid rüya olarak geçmiştir. Bu rüyada kişi, rüya gördüğünün farkında ve bilincindedir. Lüsid rüyada kişi gördüklerinin ve yaşadıklarının bir rüya olduğunun farkına varmasına rağmen onlara mani olmadan akıp gitmeye devam ederler. Bazen kişi rüyanın içerisinde gördüğü rüyayı başkasına da anlatır; bazen de kendi rüyasını kendisi yorumlayabilir. Nasıl ki diğer rüya türleri sırasında yaşananlar, o anda rüya değil de gerçekmiş gibi algılanıp yaşanmaktaysa, lüsid rüyada yaşanılanlar da gerçek olarak algılanmaktadır.
5. Kâbus (karabasan): Uyurken üste çöken veya çöktüğü sanılan ağırlık. Nefes tıkanması, dilin tutulması sonucu bağırıp yardım çağıramama gibi sıkıntılı durumu beraberinde getiren düş olarak bilinmektedir. Kâbus gören kişi gördüğünün etkisinden uzun süre kurtulamamaktadır.
DİNİ KAYNAKLARA GÖRE RÜYA
Yahudiler ve Hıristiyanlarca kutsal olarak kabul edilen “ Kitabı Mukaddes/Eski Ahit” ve Hıristiyanlarca kabul edilen “Müjde İncil/ Yeni Ahit’de” rüyayla ilgili bölümler bulunmaktadır. (Yusuf , Bab 37 s. 39-41 Daniel, Bab 2, s. 839)
Hz. İsa’dan sonra Hıristiyanlığın kurucusu sayılan Tarsuslu Pavlos kendi ifadesine göre: “gördüğü bir rüya üzerine Yahudilikten Hıristiyanlığa geçmiştir. ” Ayrıca Yeni Ahit’in sonundaki, “Yuhanna’nın Vahyi” ( Türkçeye yapılan tercümelerde “Tanrıdan Yuhanna’ya gelen Esinleme” ) olarak aktarılan kısmın, Hıristiyanlarca Yuhanna tarafından “rüya yoluyla elde edildiğine” inanılmaktadır. Bu nedenle iki dinin taraftarları da rüyaya önem verdikleri gibi, birçok Batılı düşünür de rüya konusunda oldukça geniş araştırma ve yorumlar yapmıştır. Onlardan biri de Musevi düşünür Musa ibn Meymun’dur. O’na göre,” vahiy birçok peygambere rüya yoluyla gelmiştir. Peygamber "uyanık şuur hali"ne geçer geçmez mânâsını anlayarak çevresiyle paylaşmıştır. Peygamber olmayan bizler ise uyanınca rüyamızı birine anlatır ve onun yorumuna gerek duyarız. Uyku ya da trans denilen hal, cismani duyulardan arınma imkânı sağlayarak, rüya görülebilmesi için beyni hazırlamaktadır.”
Kur’an-ı Kerim’de rüya konusunda birçok ayet bulunmaktadır. Bunlardan bir bölümünün semavi Tevrat ve İncil’de de geçtiği anlaşılmaktadır. Kur’an’da geçen Hz. İbrahim’in oğlunu kurban ederken gördüğü: “Çocuk onunla koşacak yaşa gelince ‘çocuğum uykuda rüyamda görüyorum ki seni Allaha kurban ediyorum.’….”(Saffat 37/102) Hz. Yusuf’un gördüğü :“Bir vakit Yusuf babasına: ‘Babacığım, ben rüyada on bir yıldızla Güneşi ve Ayı gördüm. Gördüm ki onlar bana secde ediyorlardı.’ dedi.“ (Yusuf 12/4) ve Hz. Yusuf zindanda iken zindan arkadaşlarının gördüğü : “Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girmişti. Birisi, ‘rüyada kendimi şarap sıkarken görüyorum.’ dedi. Diğeri, ‘Ben rüyada kendimi başımın üstünde bir ekmek götürürken görüyorum kuşlar ondan yiyor. Bize bunun tabirini bildir; çünkü biz seni iyilik sevenlerden görüyoruz.’ dedi.(“Yusuf 12//36) ve Mısır hükümdarının gördüğü: “Bir gün hükümdar dedi ki ‘rüyamda yedi semiz inek görüyorum. Bunları yedi cılız inek yiyor. Yedi yeşil başakla diğer yedi de kuru başak görüyorum. Ey efendiler! Eğer rüya tabir ediyorsanız bana bu rüyamı halledin!’ dedi. “(Yusuf 12 /43) Rüyalara örnek olarak gösterilebilir.
Hz. Muhammed’in (S.A:S.) de rüyaya çok önem verdiği de bilinmektedir. Bulunduğu mecliste sahabelerden rüya gören varsa anlatmasını istediği ve bazen de kendisinin gördüğü bir rüyayı anlatarak yorumladığı çeşitli kaynaklarda zikredilmiştir. Hülefa-i Raşidin döneminde de sürdürülen bu gelenek, daha sonra İslam âlimleri ve tasavvuf uluları tarafından da uygulanmıştır.
Mekke müşriklerin elindeyken Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir grup sahabeyle Hudeybiye yolundan Hac yapmak üzere sefere çıktıklarında, şöyle bir rüya görmüşlerdi: Arkadaşları ile beraber emniyet içerisinde Mekke’ye girip, Kâbe’yi tavaf ediyorlar; kurbanlarını kesiyorlar ve bazısı saçlarını tıraş ediyordu. Bu rüyayı önemli bir müjde olarak yorumlayıp, ashabıyla paylaşmıştı. Fakat çeşitli olaylar yaşanıp Hudeybiye denilen mevkide müşriklerle yaptığı anlaşma sonrası Mekke’ye girmeyip Medine’ye geri dönmüşlerdi. Bu olaydan sonra münafıklar çeşitli dedikodular yayarak, inananların nezdinde Peygamberi yalanlamaya çabalamışlardır. Bunun üzerine inen ayetlerle Yüce Allah (C.C.) Peygamberinin rüyasını doğrulamış ve arkasındanda fethi müjdelemiştir. "Yemin olsun Allah, Resulünün o rüyasını hak olarak doğrulamıştır. Allah dilerse başlarınızı tıraş etmiş, saçlarınızı kısaltmış olarak güven içinde korku duymadan Mescidi Haram’a mutlaka gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bildi de bundan önce yakın bir fetih nasip etti." (Fetih 48/ 27) Nitekim bu olaydan birkaç yıl sonra Mekke fethedilmiş ve Hz. Peygamberin rüyasının sahih olduğu meydana çıkmıştır. Tarihe “Hudeybiye Anlaşması” olarak geçen anlaşma sonrasında gelişen olaylar çeşitli hikmetlere öncülük etmiş olmakla beraber, en önemlisi imanda sadakat noktasında olanların herkes tarafından bilinerek tanınmasını sağlamış olmasıdır.
Rüyanın peygamberlik kurumuyla ilişkisini, Hz. Muhammed ( S:A.S.)’ in vahiy tecrübesini yansıtan hadislerde yalın bir forumda bulmak mümkündür. Nitekim sahih hadis kitapları, Hz. Peygamberin ilk vahiy deneyiminin rüya yoluyla gerçekleştiği konusunda birleşmektedir. Buharî’nin nakil kaynaklarına dayanarak Hz. Aişe’den naklettiği ‘Allah elçisine ilk gelen vahiy, uykuda iken sadık rüya yolu ile olmuştur; onun gördüğü rüya, sabah aydınlığı gibi tezahür ederdi.’ sözleri ve diğer hadis kaynaklarını göz önüne alan İbn-i Haldun “Mukaddime” isimli eserinde : “Vahiy, ilk gelmeye başladığında, altı ay rüya şeklinde gelişmiştir.” tespitiyle bu konuda hadis ve nakillere dayanarak yorum yapan birçok âlimin görüşünü yansıtmıştır. Ayrıca İbn-i Haldun rüyayı “Gayba ait bir idrak ve ruhanî bir hâl olduğu” şeklinde yorumlamaktadır. “İnsanın uyanıkken dünyevî uğraşılar içinde bulunduğunda, ruhanî hâllerini düşünmediğini belirterek, birçok düşünür gibi: “Ancak uyku hâlindeyken bedenî kaygılardan uzak kalarak rüya görebileceğini” belirtmiştir.
Bazı rüyalarda yorum gerektiği gibi bazı rüyalarda da birebir aynı çıkmaktadır. Hadis kaynaklarında önemli bölümler oluşturan rüya konusunda yukarıda da belirttiğimiz gibi pek çok âlim ve düşünür, çeşitli eserler yazarak toplumları aydınlatmışlardır. Rüya konusunda Peygamber Efendimizden “İnsanlar uykudadır; ölünce uyanırlar” Hadis-i Şerifini Fusûsü’l-Hikem isimli eserinde nakleden İbn Arabî dünya yaşamını rüyaya benzeterek karşılaşılan her olay ve nesnenin birer simge olarak yoruma muhtaç olduğunu belirtmektedir.
Rüyalarla ilgili önemli tahliller yapmış bulunan bir başka âlim de İmam-ı Gazâlî’dir. “El-Munkiz-u Mineddelâl” isimli çalışmasında “Tanrı, kullarına, peygamberliğin özelliklerinden bir numune vermekle lütufta bulunmuştur. Zira uyuyan bir kimse, bazı rüyalar aracılığı ile gaipte olacakları ya açıkça ya da yorumlarla anlaşılacak bir şekilde algılamaktadır.”
SON SÖZ YERİNE
Kendi iç dünyamızla ilişkiye girebilmemiz için rüyalar önemli mesajlar içermektedir. Yapmamız gereken şey sezilerimize ve hayalimize kulak vererek, rüyayla gelen mesajları doğru okuyup algılamaktır. Rüyalar belki de bazı düşünürlerin de dediği gibi “insanoğlunun unuttuğu eski ortak bir dildir.” İçerdiği simgeler ve mecazlar açısından bakıldığında oldukça zengin bir yapıya sahip en kadim bir dil olmaktadır. O zaman akla şu soru gelebilir: Bu dili herkes öğrenebilir mi? Uzman düzeyinde olmasa da kendi rüyalarımızdaki mesajların önemli bir bölümünü algılayabilecek kadar öğrenebiliriz. Yeter ki anahtar kavramlardan bazılarını hatırlayalım.
İslam kültüründe görülen rüyalar yorumlanırken, genel olarak: Yıldırım, şimşek, dolu, karanlık gece, çamur, bataklık, heyelan, yırtıcı ve zehirli hayvanlar, zararlı parazit ve haşereler, sürüngenler, kedi, köpek eşek gibi hayvanlar, yırtıcı ve leş yiyen kuşlar, vücuda zararlı yiyecek ve nesneler, Semavi dinlerin günah, haram, mekruh ve israf saydığı yiyecek içecek ve uğraşılar negatif; gök ve cisimleri (güneş ay ve yıldızlar), beyaz bulutlar, gündüz, mehtaplı gece, yağmur ve kar temiz su, çeşme, akarsu, dere, ırmak, deniz, ağaçlar, çiçekler, balıklar (köpek balığı, pirina gibi saldırganlar hariç), karada ve havada yaşayıp et, süt yumurtasından istifade edilenler; at, deve gibi gücünden yararlanılan hayvanlar ve bunlardan elde edilen ürünler, zehirsiz sebze-meyve ve tahıllar; dini ve ahlaki sembol ve ritüeller, eğitim kurumları ve araçları pozitif mesajlar içeren simge olarak yorumlanmaktadır. Rüya dilinde renkler de önemli simgeler olarak yorumlanır. Beyaz, yeşil, sarı, mavi ve kırmızının açık tonları gibi renkler, pozitif mesaj ve simgeler içerirken; siyah, kahverengi mor, koyu kırmızı ve koyu lacivert renklerin genellikle “negatif simgeler içermekte olduğu ” şeklinde yorumlanmaktadır.
Tasavvuf literatüründe “Rahmani” rüya yorumunun ledünni ve hikmet bilgisi olduğundan bahsedilmektedir; bu nedenle arif ve âlim zatlar dışındakilerin bu tür rüyaları yorumlamaları yanlıştır. Türkçede güzel bir söz vardır: “Yarım hekim insanı candan eder, yarım âlim insanı dinden eder.“ Âlimler Rahmani rüyanın her önüne gelenle paylaşılmayıp, rüya konusunu bilen kâmil ve âlim birinin aranarak ona anlatılıp yorumunun alınmasının uygun olacağını belirtmişlerdir. Aksi konumda kişi, Hz. Yusuf’dan daha vahim duruma düşürülerek, dipsiz kuyulara atılıp, çıkmaz sokaklara saptırılabilir !
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.