- 970 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NURANİ’li…
Ne desem şimdi yalan gibi gelir.. Ya da 31 kısım tekmili birden! Devamı bir varmış ta, arkası yokmuş gibi gelir..
Olsun! Tut ki Orhan Boran Ağabeyim, Siyah-beyaz televizyonun dahi çıkmadığı bir yılda “ Yuki’ ”yle söyleşir gelir.. “Doğan sinemasında, Evin sinemasında 18 matinasına cumartesi akşamları giyinip kuşanıp, Beyoğlu’na çıkar gibi papyonum olmasa da Boyunbağım, sekiz köşeli kasketim dar gelir”.. Şimdi ne anlatsam..Neresinden başlasam? Belki, okuyana zor gelir?..
.. Ve ben de..Çit sürdüm! Döven sürdüm o yıllarda..Saman çöpleri kaçardı gözüme, buğdayın kılçığı girerdi sırtımdan aşağı doğru, kaşınırdım tatlı tatlı.. Bel omzumda, su girmez, sıçan yuvalanmaz ahırlara, bostan tarlalarına evlek- evlek su taşırdım taa, nerelerden..Nice leyleği görürdüm tek ayak üstünde..Canım çekerdi Mürdüm eriklerini morarırken dallarda..Boyum küçüktü..ellerim uzanmaya yetmezdi.. Haşhaş ekerdik Amerika yasak koymadan önce..Tütün dikerdik kotalara girmeden önce.. ineklerimizin sütü süt tozuna karıştırılıp, Marşal yardımı adı altında okullara verilmeden önce bilmezdik Sam Amca’nın kim olduğunu?.O, zamanlar nahiyemiz olan Sarıbuğday’ın adı “ Türnük” dü. Köyümüzün adı “ Nurani” Aktarla’yla değiştirilmeden önce.. İki anam vardı, biri, köyde davara, mala, ahıra, tavuğa- cücüğe bakardı. Biriyse, şehirde bize bakardı.. İkisinden toplam kardeş sayımız dokuzu bulmuştu iyi mi?. Rahmetli Hacı Ahmet nereye yetişsin di.. Pancara kırağı düşer. Ekine çekirge girerdi.. Her başak bire kırk vermezdi.. Bataryalı, kulplu-çantalı radyo günlerinde güle oynaya, bazende soku taşında dibek altında dövülür gibi büyüdük işte…Çamurdandı –çaputdandı tüm oyuncaklarımız. Tükürürdük üstüne. Pat Memet; kestiği kocabaşın lastiklerine usta çakısıyla, Hanomag, Massey Ferguson, Case traktörlere, hayalinden nakışlar-kırtışlar döşerdi.. Bir mucur’luk bir çinik’lik sevincimiz çerçibaşı’nın yaylı arabasında keyif sürerdi.. Hele birde iki bisküvi arasına bir lokum soktuk mu? “Kıstırma ”yla akşamı ederdik.. Çilibiş Halil Dayı, köyün bütün ineklerini 10 ölçek arpaya güderdi.. 5 mumluk-7 mumluk isli lambalarda geceleri dert mi biterdi? Bir kopya kalemle üçüncü sınıf sarı ciltli, hamur kağıtlı defterde bir yıllık müfredat biterdi..Paranın yüzünü gören kim di?
Dönüm-dönüm tarladan çıkan mahsül, olduğu gibi veresiye ye giderdi.. Küspe taşırdık Suluca’dan. Gecenin bi yarılarında gıcır-gıcır kağnılarla..Tıkır-tıkır remorklarla. Minik ellerimiz küspe buharında giderdi..Bayramlarda buluşurdu çatlak ayaklarımız cizlavet – tor lastiklerinin o kendine özgü kokusunda. Samsun’da ilk mendirek rıhtımında bize nasıl da büyük gelen heyecan veren fabrikanın bacasında ekşimiş lastik kokusu tüterdi.. Sararmaya yüz tutarken ceviz yaprakları bilirdik ki yine birinin düğünü vardı..Köyün ortasında sin-sin ateşinde çekilen halaylara girerdik...Rahmetli İlyas Dayı’nın geniş-büyük bir samanlığı vardı.. Bayramlarda, caminin ortasına tüm köy halkından gelen keşkekleri-helvaları-çörekleri sererdik. El öpme kuyruğundan sonra bu “ ferfene” ,,, samanlığa kurulan büyük salıncakta devam eder içimiz kıyılıncaya değin “ küf” vurur, çocukluğumuzu, ellerimizle sallar, havalandırırdık ha bire…Hepimiz öyle güzel, kardeşler –arkadaşlar gibiydik..(N’oldu bize?!)
Sonra, bir yolunu bulup yalnız kaldığımızda, gizli gizli kıyıp içerdik gazete kağıdına sarıp da kuruttuğumuz tütünü. Birinci- İkinci – hatta Köylü cigaralarının dumanını, derin derin içimize çekerken bunu, büyümenin adam olmanın sanki ilk koşuluymuş gibi görür, francala şehir ekmeğine sana yağını sürmeyi lüks lambasında yanan, şehirli bir lüküs sanırdık.. Yağın ekmeğin karneye düştüğü yıllarda, utanırdık şekerin adını ağzımıza almaya.. Kararmış üzümle kırtlama çay neyimize yetmez di?!. Ama ağız dolusu küfreder ağız dolusu gülerdik… Mutluluk, dedikleri şey; tarlamızın sınırları arasında iki sarı öküzün boyunduruğunda, pulluğa yapışmış o küçük nasırlı ellerde bilmem nere giderdi?..Ve nasıl biçerdik tırpanlarla başağın en hasını..Yaz oldu mu? Ay doğdu mu süzüle- süzüle komşuların bahçesine eşelek çalmaya girerdik.. Oynaşırdı mani’lerimiz tırpanların hasat dolu türküsünde..Pancar tarlasının toprağı yolan çapa sesinde..
Oy, dağlarına kurban olduğum! İşlenmemiş cevherim. Oy, zemheri soğuklarında deresinde çimdiğim Memleketim!. Yaylasında yayık yaptığım, sütü-peynire azık kattığım, kekik kokulu amberim..Misket Elmam! Sarı İncirim!. Çeyizindeki tülbendin naftalin kokusuna asılı kaldığım!. Ayrık otlarım acımsı..Ballıbabalardan başına taç yaptığım..Meğer seni nasıl sever mişim..Yamacında divan kurduğum.. El pençe olduğum!.. Yetmez mi?!..
Yazar: Alp ALTUNDAL Tarih: 2006-11-13
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.