44
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3787
Okunma
ÖLÜM
Ölümden korkmayan canlı yoktur. Yoktur ama her canlı ister istemez ölür.
Çeşit çeşit ölüm şekilleri vardır. Sonuçta ölüm yok olmaktır. Bazı ölüm şekilleri çok acı vericidir.
Ateşin dereceleri gibi ölümün de şekline göre acı derecesi vardır. En fazla acıyı verene 100 ve en hafifine de 1 dersek uygun olur.
Birinci derecedeki en hafif ölüm hiç hissedilemeyen ve yavaş yavaş gelen bir son olmalıdır. Yaşlanarak ölmek gibi.
Doğduğumuz andan itibaren yaş almaya başlarız aslında. Doğumla ölümümüz başlar. Ölüme doğru gittiğimizi geç anlarız meşgalelerimiz yüzünden. Çeşitli acı ve meşakkate katlanarak uzun bir ölüm süreci yaşarız. Yanlış yaşadığımız ve ziyan ettiğimiz bir ömrün pişmanlığı ile kavruluruz. Yapamadıklarımıza ve sonraya bırakıp vazgeçtiklerimize yanarız.
İşte böyle yavaş yavaş ölmek en hafif ölümdür.
Ölüm’ün derecelerini bir dairenin etrafına sıralasak; bir ila yüz yan yana gelir. Ve ben inanırım ki; Bir ile yüz eşittir.
Ve ben doğumumdan beri fark edemediğim, yavaş, sinsi gelen ölümü 45 yaşında hissettim. Yavaş yavaş üfleyerek öldürüyor beni. Her saat ve her geçen gün ilerliyor ölüm hastalığım. Hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını bile bile ben nasıl eski ben olayım?
Ölen yalan söylemez derler. En azından ben yalan demiyorum. Kendime güvenim yok. Değişmekteyim hızla. Bana güvenmeyin. Kötü bilin, az sevin. Sevmeyin.
Ben de ziyan ettiğim ömrüme yanmaktayım. Kıymet bilmezliğe üzülmekteyim. Bana bu saatten sonra hiç ama hiçbir şey Anormal gelmiyor.
Boşa yaşamışım sanki. Benimle birlikte her şey ölüyor ve ölecek. Yaşamaksa yaşadığım, senle ilgili anılarım ölmesin isterdim.
Dün zamanın, yarın senin. Sadece bu gün benim ve yanımda sadece ölüm var. Beni kucaklayan sadece ölüm. Mutsuzum. Yanımda olup bana sarılmanı tercih ederdim ölümle olmaya. Mutsuzum o yüzden. Aslında mutluyum sanmışım. Ben hep mutsuz olmuşum. Niye mi? “ Bir vefasız yavaş yavaş öldürüyor.”
KENDİMİ DİNLEDİM BUGÜN
Nafile çalışmaya son verip, kendimi dinledim bugün. Dinledim de ne oldu? Hep bir şeylerin peşinde ziyan edilen dakikalardan başka ne vardı elde? Kazansak da kaybetsek de zarardaydık. Her şeyin belirli bir süresi vardı bizde kalmaları için. Kazanımlardan artılar da kalıyordu tek tük. Pekiyi onlar kalıcı mıydı? Elbette kalıcı değildiler. Farz edelin bizden uzun ömürlü bir apartman dairesi aldık. Her hangi bir sebepten satmaz ya da elden çıkarmazsak eğer ölene kadar bizim olabilirdi. Demekki ölümle onu da kaybediyorduk.
Hiçbir şeyin bize ait olmadığı dünyada neden birçok şeyin gölgesinde yaşamak zorundaydık?
Neden bir dayatmaya diretemiyorduk?
Özgür irademiz neredeydi?
Her şeyi sistem mi belirliyordu?
Hani özgürdük?
İnsan hakları neredeydi?
Belki de İnsan’ın hiçbir hakkı yoktu ve her şey kandırmacaydı.
Çizilmeyeni çizmek, yazılmayanı yazmak, görülmeyeni görmek ne kadar zordu. Pekiyi izin verilmeyeni konuşmak veya yapmak daha mı kolaydı?
Aslında sadece sürü düzenine ve sürü kurallarına göre yaşama hakkın vardı. Ayranımız bu gerisi suydu. İyi bir işçi ve sermayenin maharetli, uysal kölesi olmak zorundaydın. Hak, adalet ve para söylemlerini ağzına almamalıydın. Pahalılıktan yakınmamalıydın. İş beğenemezlik yapmamalıydın.
Sefalet sınırında olanlar içindi bütün işler. Karın tokluğuna gel çalış deniyordu. Köpekçe bir yaşam için yetecek para verilirdi elemana. Kilit noktalara liyakatsiz şerefsizler oturmuştu her daim. Sendika ve devlet dahi onlardan yanaydı. İşçinin avukatı işçiyi kazıklardı.
Zaman sorunları çözmüyor, artırıyordu. Her düşünceden bir an sıyrıldığım çay molasında da zorlu nefsim damlıyordu içime. Zehir gibi acıtarak yayılıyordu kanıma.
Gölgesiz kalamıyordum karanlıklarda bile.
Kendimi dinledim bu gün. Her sıkıntı bir yana seni düşünüyordum ve seni istiyordu gönül. Sen sen diye atıyordu kalbim.
Bende biraz var herhalde?
Tepilmez fırsatları tepip imkânsızı neden istersin?
Sadistmiyim ben ki, kendime işkenceden zevk alıyorum?
Tek korkağın ben olduğumu düşünmüyorum.
Fakat eminim ki çoğu kayıplar korku yüzünden kendimize koyduğumuz engellerden kaynaklanıyor.
Şu an uzak bile olsa belirli bir süre sonra zaten öleceğiz.
Daha neden korkarız?
Yaşamakta olduğumuz dakikalar korktuklarımızdan değersiz mi?
Kendi sorularımıza kendimiz cevap verebiliriz ama eğer başkasının cevap vermesi gerekli olduğu halde yine kendimiz cevap verirsek çok yanılırız. Kendimizi kendimize engel kılarız.
İmkânlıyı da imkânsız ederiz.
Kendimizi dinlemekten daha da iyi belki de karşımızdakini ya da muhatabı dinlemek. Ya da fazla bir şey dinlememek gerek.