- 2037 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Şizofrenik Bir Öykü
Vahşi doğa, terörüyle ne kadar sınır tanımazsa tanımasın, gün olur insan da, direnişinde sınır tanımaz. Bir zemheri gecesinin tam ortasında ve suratıma iğneler batırır gibi yağarak, düştüğü her yeri uyuşturup kırçıllaştıran tipi altında, çorapsız basık ayakkabı, beyaz fanilam ve pantolonumla yürüyorum rıhtımda. Kayalara çarpan dalgaların arta kalanı ağır tokatlar gibi çarpıyor yüzüme. Ben öyle şaşkın ve bilinçsiz dolaşarak içimdeki volkanı soğutuyorum aklımca.
Yollardaki incecik, beyaz bir kar bulutu, sihirli bir battaniye gibi karşıdan karşıya sürünüyor. Bereketli ve talihli bir günü ardında bırakan sarhoş balıkçılar, mum ışığı gibi titrek ışıklar saçan barakalarında rakı ve anason kokuları içinde ağza alınmaz şarkılar söylerken, sessizce geçiyorum yanlarından.
Sonra, bütün sarmaşıkları kurumuş bir kamelyanın altında pineklerken, tanıdık bir pelikan sokuluyor yanıma. Daha yaz mevsiminde, kırılan ayakları balıkçılar tarafından alçıya alınıp iyileştirilen ama çok iyi bakılıp kilo aldığı için arkadaşlarıyla birlikte sevdiklerine uçamayan bir göçmen kuş bu. Kocaman gagasını ceplerime sokuyor önce. Kendisini okşamama hiç itiraz etmiyor. Bir kadını nasıl sevdiğimi anlatıyorum ona umarsızca ve ölümüne.
Pelikanı ardımda bırakarak, iskelede saatlerce yürüdükten sonra ayaklarım salaş bir meyhaneye bırakıyor beni. Karşımda oturan kırışık bakır tenli ve yaşlı bir adama ilişiyor gözüm. Durmadan gülüyor halime. Ortada gülünecek bir mevzu yoksa şaşırıp, tam aksine sinirlenebilirsiniz elbette ama adamın eksik ve paslı dişleri onu öyle sempatik ve candan kılıyordu ki; tam ona odaklaşıp, “amca gülünecek bir durum varsa birlikte gülelim” dediğim anda, adını anımsayamayacağım ünlü bir ressamın portresine dönüşüp duvara çivileniyor aniden.
Aman tanrım bana neler oluyor dediğim sırada, hiç insanlıktan nasibini almamış iriyarı ve çıplak göğsü, keçi kılından örülmüş siyah bir kazağı andıran iri kıyım bir adam “hesap” diye dikiliyor karşıma. “Ben hiçbir şey içmedim” diyebiliyorum sadece. O, maganda kılıklı barbar eline geçirdiği paslı bir kamayla saldırıyor üzerime defalarca. Hiçbir kama darbesi acıtıp, korkutmuyor beni ama kendimi aynada izliyormuşum gibi her yanımdan kıpkırmızı kanlar fışkırdığını görüyorum. Avuçlarım kan içinde. Bu ancak bir kâbus olmalı diye düşünüyor ve manzaranın dehşetiyle uyandığımda gerçekten bir kâbus olduğunu anlıyorum.
Yatağımdan fırladığım gibi, penceremin perdelerini açıyorum. Güneş ışıkları gözümü alıyor önce. Bir Pazar sabahı ve çocuklar evin önünde bir kardan adam yapmışlar kartopu oynuyorlar.
Pantolonumu ve sırılsıklam ıslak fanilamı çıkarıp pijamalarımı giyiniyorum.
Yatağımı düzeltirken, ökçeleri basık ayakkabılarımla beyaz bir pelikan tüyü buluyorum döşeğimin üzerinde. İnanılır gibi değil ama hiç kan izi yok.
Çok mutsuz olsam da gülümsemeye çalışıyorum yeniden. Bedenimde dayanılmaz ağrılarla amansız ve zalim bir sızı hissediyorum ruhumun derinliğinde.
Üşüyorum, sızlıyorum ve ağrılarım var. Yaşadığıma hiçbir şüphem yok. Tekrar yatıp uyuyacağım ama o salaş meyhaneye gidip gitmediğimi gerçekten merak ediyorum.
Celal Çalık