- 916 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AİLE KURUMUNA KULLANMA KLAVUZU GEREK
Bir süre önce Avukat M. Şerif Sağıroğlu, aile kurumu ile ilgili çok çarpıcı bir araştırma yayımladı. Buna göre 1930 ile 2008 yılları arasında ülkemizde 3 milyon 4 bin 148 kişi boşanmış. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre de, 1990 yılında 25 bin 712 olan boşanma sayısı, 2004 yılında 88 bin 736’ya yükselmiş. 2006 yılı verilerine göre, boşanmada birinci sebep, aldatma. Kadınlarda % 31,9, erkeklerde % 34,8 nispetinde boşanma sebebi. Bu keyfiyette biz, ahlak, edep, haya ve namus duygularının toplum içinde büyük oranda irtifa kaybına uğradığını görmekteyiz. Bu sonuçların ortaya çıkardığı bir gerçek de, Karadeniz hariç Türkiye’nin sahil kesimlerindeki boşanma oranı, Anadolu’ya göre yedi kat daha fazla olması. Karadeniz ve Anadolu insanı ve aile yapısı, batı ve güneydeki sahil kesimlere göre daha sağlam duruyor. Evet rakamlarla sizleri fazla yormayacağım. Ancak, ülkemizde aile kurumu gittikçe dejenere olmakta ve gelinen noktada alarm sinyalleri vermektedir. Değişmeyen bir hakikat vardır. Bir milleti ayakta tutan, yücelmesine ve yükselmesine katkı sağlayan yegane kurum, ailedir. Bu kurumun sağlamlığı, o milletin istikbalinin de gayet net göstergesidir.
Yeryüzündeki varlıklara baktığımız zaman hepsinin çift yaratılmış olduğunu görürüz. Aile kurumunda nikah, günah girdabı ve erozyonlarına karşı âilenin bir paratoneri olmalıdır. Bilinmelidir ki, hanım ve erkek, nikâhın billur âvizesi içinde pırıl pırıl ışık saçan birer hayat iksiridir. Birbirlerini tamamlayan temel unsurlardır. Birinin diğerine tercihi mümkün değildir. Kadın, erkeği çalıştıran bir akümülatör gibidir. Geceyi gündüz eder. Erkek de ailenin temel direğidir. A. Muhtar Büyükçınar’ın analizine göre ise: “ Aile yuvasının temeli kadın, çatısı erkektir. Temelle çatı sağlam olursa o yuva yıkılmaz. Erkek vücut, kadın vücutta dolaşan kandır. Kansız vücut ölüdür, vücutsuz kan yok olmaya mahkumdur. Kanı koruyan vücuttur. Vücuda enerji, güç ve sıcaklık veren ve onun çalışmasını sağlayan, kandır. Kadının sevgisi erkeğin kalbini doldurur ve damarlarına yayılırsa, karı-koca ömür boyu kaynaşır mutlu yaşarlar. Erkek kadının sığınağı, kadın erkeğin güç kaynağıdır .”
Evlilik, sadece karı-koca arasında iki kişiyle değil, anne babalarla birlikte 6 kişiyle olur. Çoğu kere büyük yangınlar, küçük kıvılcımlardan çıkar. Kvılcımları, bir fincan su ile söndürmek varken, büyütüp itfaiyeyi çağıracak felaket haline getirmek elbette akıl karı değildir. Bu yangınların kıvılcımlarını bazen, kaynanalar çıkarırken, bazen de eşler ateşleyeceklerdir.
Şu bir hakikattur ki, erkekler kadınların anlattıklarının sadece yarısını dinler. Bu bilimsel bir sonuçtur. Kadınlar günde 32 bin kelimeyle konuşurken, erkeklere ise 10-12 bin kelime yeterlidir. Bu noktada aile huzuru için, eşlerin empati yaparak birbirlerini anlamak zorunluluğu vardır. Çünkü mutlu etmeden mutlu olunmaz. Bu bir genel kuraldır. Sen+ ben = biziz formülü aileye hakim olmalıdır. Dört tane 1’i alt alta yazıp toplarsanız sadece 4 edecektir. Oysa yan yana koyarsanız tam tamına 1111 edecektir. O halde kollektif olunmalı, ailede eşler ve çocuklar rakip olarak değil, ekip olarak çalışmalıdır. Problem kitabı değil, çözüm anahtarı olmak gerekir. Evlilikteki problemi çözmenin tek yolu problem çıkarmamaktır. Çünkü problem kitabının olmadığı yerde çözüm kitapçığına da gerek yoktur. Akif: “Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir? “ sorusunu sorar. Onun için tahrip kolaydır. Lakin, tamiri çok zordur. Bir sözle eşinizin gönül sarayını yıkabildiğiniz halde, bin söz sarfetseniz tamir edemezsiniz. Portekizli, “Evlenmeden evvel gözlerinizi dört açın. Evlendikten sonra yarı yarıya kapayın” derken, Sokrates de : “Mutlaka evleniniz . Eşiniz iyi huylu çıkarsa şair, kötü huylu çıkarsa filozof olursunuz” tespitini yapar. Hz. Aişe validemiz soruyor kocasına: “Bana olan sevgin nasıldır?” Allah Rasülü cevap veriyor: “Kördüğüm gibi ya Aişe.” Bu cevaba çok sevinen eş, her defasında kördüğümden ne haber sorusunu soracak ve , “ilk günkü gibi ya Aişe”cevabını alarak sevinecektir. İşte budur, eşler arsındaki sevgi ve muhabbet örneği.
Bir adam karısına arabasının kapısını tutuyorsa emin olabilirsiniz, ya arabası yenidir ya da karısı, yaklaşımına karşı, Hz. Peygamber her defasında eşini merkuba bindirirken ayaklarını dizine koyar ve vücudundan tutup kaldırır ve ona binmesi için yardımcı olurdu.
Bir genç babasına sorar; ’Baba evlenmek kaça mal olur?’ Baba cevap verir: ’Bilmiyorum oğlum, ben hálá ödüyorum.’ Bir kavgadan sonra kadın kocasına bağırır: ’Seninle evlendiğimde tam bir aptalmışım.’ Adam cevap verir: ’Evet aşıktım, bunu fark edemedim.’ Bir davette de kadın arkadaşına sorar; ’Alyansını yanlış parmağına takmıyor musun?’ Diğeri cevap verir; ’Evet yanlış adamla evliyim de ondan.’
Melih Cevdet ’evlilik nedir’ sorusuna cevaben demiş ki: “ Eskiden , kız tarafının ve oğlan tarafının ailesi biraraya gelir, yeni çiftin kuracağı yuva için beraber hazırlık yapılır, beraberce yeni ev düzülürdü. Tabi o zamanlar evler genelde bahçe içinde müstakil evlerdi. O yüzden buna ’evlenmek’ denirdi. Şimdi ise yeni evliler apartman dairelerinde yani katlarda oturuyorlar, bu yüzden artık evlilik ’katlanmaktır’.” Abdülhak Hamid, Efendim zenginlikle züğürtlüğün farkı nedir?” sorusuna şu cevabı vermiş:“ Zenginin derdi bin türlü iktisadi gâilesidir.Fakirin derdi de besleyemediği ailesidir.” Onun için aralarında bir fark yoktur.
“Deh deyince yürümezse at, bir bardak su vermezse avrat, bir de hayırsız çıkarsa evlat. Senin cenaze evinde ne işin var.Senin evin zaten cenaze evine dönmüştür.Gir ağla çık ağla. Amma bir de deh deyince yürürse at, bir bardak su verirse evlat, bir de hayırlı çıkarsa evlat, senin ne işin var düğün evinde. Senin evin zaten düğün evine dönmüştür. Gir oyna çık oyna.” Sözü ne kadar da manidardır. Üç oğlu olan baba, akşam TV başında içi yanınca, en büyük oğlundan su istemiştir. Büyük oğlu kardeşine : “Babam bir bardak su istedi kalk ver” diye bu isteği ona havale etmiştir. Lakin dakiklalar geçtiği halde su gelmediğini gören baba: “Yavrularım sizden su istemiştim ne oldu?” sorusu üzerine, en küçük kardeş ortaya atılacak ve babaya şöyle diyecektir: “Baba bu hayısızlardan sana fayda yok. En iyisi sen kalk kendi suyunu kendin iç.” Bu manzarada biz, aile içi iletişimin çok ama çok acıklı bir halini görmekteyiz.
Her anne baba çocuğunun ahlaklı, edepli, sosyal çevresiyle uyumlu ve başarılı olmasını ister. Ama çocuklar sizin istediğiniz gibi olmaz. Yetiştirdiğimniz gibi olurlar. Onlara ne verdiğimize bakalım ki, sonra onlardan isteyebilelim. Akif’in dilinde mutlu aile profili şöyledir:
"Hayât-ı aile" isminde bir ma’işet var;
Sa’âdet ancak odur... Dense hangimiz anlar?
Hayât-ı aile dünyâda en safâlı hayât,
Fakat o alemi bizler tanır mıyız heyhat!”
Evliliğin ilk yılında adam konuşur kadın dinlermiş, ikinci yılında kadın konuşur adam dinlermiş, üçüncü yılında ise, her ikisi de konuşur, komşular dinlermiş. Ardından anlaşmazlıklar, kavgalar ve nihayet art arda boşanmalar…
Biz gerek Anne Baba eğitimlerinde, gerekse bazı nişan ve düğün sohbetlerimizde çok yaygın problemlerle karşılaşıyoruz. Bir dokunsan bin ah işiten anne babalara rastlıyoruz. Hz. Ali: “Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz” diyor. Ailede eşler eğri cetvelse, o aileden hem huzur, hem de doğru çocuk çıkmayacaktır. Çocuk eğitimi, annenin karnında değil, anne annenin karnında başlıyor. Zeka ve karakterlerin, % 80 – 85 gelişimi, 6 – 7 yaşlarına kadar ailede oluşuyor. Dolayısıyla aile eğitimi, okuldan daha büyük önem arzediyor. Bir psikiyatrist’in gözlemi şudur: “Bana getirilen çocukların %80’inde hiçbir problem çıkmıyor. Problem anne babada.” Evet gerçekten çoğu anne babalar, çocuklarının davranışlarından memnun değil, şikayetçidir. İyi de anne babada da affedilmeyecek kadar suç var. Çocuğunu eğitecek anne babanın, kendilerinin de bir eğitime ihtiyacı varsa ne olacak? “Kendisi muhtaca himmet bir dede, nerde kaldı gayrıya himmet ide” sözündeki vahim durum çıkıyor ortaya. Bekamız için millet ve devlet olarak bu soruna mutlaka eğilmek zorunluluğu vardır.
Biz eve lazım olan en basit bir aleti alırken, yanında bir de kullanma klavuzu buluyor ve o aleti o klavuza göre çalıştırıyoruz. Aksi halde bilinçsiz çalıştırırsak ürün bozulabilir, ya da randıman vermez. Peki aile kurumu gibi temel bir kurumu oluştururken, o kurum nasıl çalışır? Nasıl çalışırsa verimli olur? İdeal bir eş, ya da anne baba nasıl olunur? Çocuklar nasıl eğitilir? Nasıl eğitilirse anne babaya, vatana ve millete yararlı evlatlar olur? Sorularına cevap verecek eşlere de birer aile klavuzu gerekmez mi? Elbette gerekir. Millet olarak böyle bir klavuz kullanmaya,mecbur olduğumuz kadar, mahkumuz da.
Belediyelerimize bir önerimiz var: Aile eğitimi almayan çiftlerin nikahlarını kıymayınız. Fakat onlara lazım olacak aile eğitimini de yine siz veriniz. Örneğin iki aylık gibi bir”AİLE EĞİTİMİ” semineri düzenleyerek ve priyodik olarak bu seminerleri devam ettirerek, gençlere birer sertifika veriniz ve kıyacağınız nikahlarda, böyle bir eğitim gördüğüne dair belgeyi de isteyiniz. Basına da bu faaliyetinizi duyurunuz ki, diğer tüm belediyelere de örnek olsun. Elbette bu bir kanuni zorunluluk olamaz. Lakin sosyal, kültürel ve vicdani bir hizmet olacaktır. Bu hizmetiniz hem Hak katında, hem de halk nezdinde takdire şayan görülecek, böylece büyük bir vebalden de kurtulunmuş olunacaktır. Bizden hatırlatması. Takdir kendilerinindir.… Kalın sağlıcakla…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.