Ağaç
Sakalına bin masal yazılmış dedelerin, torunlarına olan şefkatinin, hayattaki karşılığı gibidir bazı ağaçlar. Heybetleri büyük olmalarından çok, gölgelerinde yeşertilmiş sohbetlerden gelmektedir. Gövdelerindeki her kıvrım haşmetlerini katlar, gizledikleri yeşilin her tonu bizi onlara daha da yaklaştırır. Gözlerimizi alamayız, onun olmak isteriz.
Siz hiç bir ağacın nüfusuna geçmek istediniz mi?
Doktor gölge olduğu için ağacın dibine park etti arabasını. Gövdesine doğru iyice yaklaştı ağacın. Hayranlıkla baktı yukarı doğru, güneşin gülümsediğini gördü yeşil ve sarı. Bazı öğle tatillerinde briç kulübüne gelme huyu yeni başlamıştı, daha çok akşam iş çıkışı oyun oynamaya geliyordu buraya.
‘’ Ne o doktor bu saatlerde düşmezdin sen hayırdır’’ dedi çaycı.
_Canım sıkkın biraz, bir çay ver de içeyim.
Sevdiği bir arkadaşı ile tartışmıştı. Kendini anlatamamış olmanın siniri vardı üstünde. Önemli bir konuda, çok bariz olarak gördüğü gerçekleri göremediğini düşündüğü ve aydın olarak bildiği için, daha da şaşırdığı arkadaşıyla nerdeyse kavga edecek olmaları; ülkenin içine düştüğü hoşgörüsüzlüğün aynası gibiydi.
Ne demek istiyordu ‘sen muhafazakârsın’ derken, kendini bildi bileli solcu olan, aydınlanmadan yana arkadaşına nasıl olur da böyle diyebilirdi. Neymiş sağın da solun da kendine özgü tutuculukları varmış. Bak şimdi tutucu deyince incitmiyor da muhafazakâr deyince mi sorun oluyor yani.
Aklı karışık bir halde tek şeker attığı çayı karıştırırken, nedense gözleri doldu. Setin ardındaki bankanın önüne ağaç dikenleri görünce, ‘önce bina dikmek için bahçeleri yok edin, sonra günah çıkarır gibi iki fidan dikin’ diye düşünerek, kızgın bir ifadeyle oraya doğru bakıyordu.
Aynı anda yan binanın beşinci katının balkonunda bir kız düşünüyordu:
Evdeki huzurun kaçtığı geçen yılbaşından beri, nedenini tam olarak bilemedikleri bir sürece girmişlerdi. Babasının yarattığı gergin ortam, ilk başlarda nefret ettiği cici annesine- ki nerdeyse aynı yaştaydılar- yaklaştırmıştı onu. Dışarıya çıkması yasak olduğundan, tek dertleşeceği kişiye tavır almak saçma olacaktı.
Her gece eve sarhoş gelen, eski halinden eser kalmamış bir baba onun için neyse; bin bir umutla bu tip bir evden kaçmak adına evlendiği adamın böyle insanlıktan uzak olması da, kız için oydu.
Yaşamının hiçbir anında bir tokat bile yememiş birinin, sistemli bir şekilde her gece dövülmesi nasıl bir travmadır, varın siz düşünün.
Yediği her tokadın babasının bir yerlerinde gizli kalmış, eski ve halen güzel yanında deprem etkisi yarattığını biliyordu. Onun da içi acıyordu mutlaka. Her dayak sonrası, saçından, elbisesinden çekerek odalarına sürüklediği yeni karısıyla sevişiyordu. Hoyrat yaşamının izdüşümü gibi, hayvan yanının dışavurumu gibi sesler çıkararak; gündüz düşünmediği karısını, yatakta da yalnız bırakarak, kendi nefsini kör etmek için, her şeye kör bakarak, boşalıyordu. Kızın dediğine göre de- ki en acıtıcı olanı ikisi için de budur- boşalmanın hemen ardından ağlamaya başlıyormuş. Sessiz hıçkırıklarla, iç çekerek, nefes almaktan korkan bir kaçak gibi ağlayan bu vahşi çocuğa bakarken; kızın ona olan nefreti azalıyormuş her gece.
Balkonun köşesinde, babasının kızıp sokağa fırlattığı açelyasını düşünürken, onun kadar pembe gülümseyecekti nerdeyse. Baktı balkondan aşağıya, ağaç ona gülümsedi, kaşlarını birleştirip, iyice mahzunlaştı. Anladı ki meme istiyordu, acıkmıştı.
Ana kucağının kokusu burnunda, emzirdi ağacı gözyaşlarıyla.
‘Doktor anlat hele nedir seni üzen şey’ dedi çaycı.
Dünyadaki en entelektüel çaycı sanırım oydu. İlkokul mezunu olmasına rağmen, işçi hareketi ve örgütleri sayesinde kendini geliştirmiş, kütüphaneler kadar kitap okumuş, emekli olunca da sevdiği spordan uzak kalmamak için briçe ve dostlara hizmet etmek adına, kulübün işletmeciliğine soyunmuştu.
_Muhafazakârın tanımı nedir? Sağcıların kisvesi değil midir muhafazakârlık?
‘Gelişime açık sağcı gördüğüm gibi, yeniliklere kapalı solcu da gördüm. Hatta devrim mücadelesi boyunca en çok bu tip solcularla ters düştüm. Yani muhafazakârlık dinle ilgili de değil. Ateist biri de muhafazakâr olabilir.’
_Biraz önce çok sevdiğim bir arkadaşla bu tip bir konu yüzünden kavga ettik.
Doktor dışarı bakarken o çok meşhur, derinden gelen, hani o eski filmlerdeki kötü adamların gülüşüne benzer kahkahasını patlattı.
Karşı kaldırımda uyuklayan bir köpeğin kalça kısmında bir kuş köpeğin kıllarını didikliyordu. Sanırım bitlerini ayıkladığından, köpeğin keyfi yerindeydi. Kahkahayı duyunca kuş uçup önce doktorun arabaya, oradan da üstündeki ağaca kondu. Doktorun gözünün içine bakarak ön cama pisledi.
Tam o sırada pisliğin üzerine yağmur benzeri bir iki damla düştü.
Bizim ki halen ağlamaktaydı. Cici annesi saçlarını okşamaya kalktığında kıyamet koptu. Elini tutup itti onu, tehditler savurdu, bağırmaya başladı. Tahta sandalyesinde saatlerce kıpırdamadan oturdu. Düşündükçe işin içinden çıkamayacağını anlıyordu. Yaşam dayanılmaz hal almıştı. Üstüne üstlük, gelip giden hayaller artmaya başlamıştı. Eşyalar onunla konuşmaya çalışıyor, o her seferinde kafasını başka yere çevirip hatta gözlerini kapayarak bu durumdan kurtulmaya çalışıyordu. Bu evden kurtulmalıydı. Lanetliydi bu ev. Akşam babası geldiğinde konuşmayı düşündü, cesaret edemezdi ama bunu düşünmek bile iyi geldi. İçeride ona çaktırmadan bakan kıza gülümsedi, kızın yüzünde yeşil bir fesleğen belirdi sevinçten, tüm ev fesleğen koktu.
Bu moralle babasını aradı. Dinlemedi elbette babası, biraz üsteleyince de öyle bir laf etti ki kızın yüzü düştü hemen. Annesinin ölümünün tek sebebi olduğunu söylemişti ona. Gerçekle hiçbir ilgisi olmasa da çok üzmüştü kızı bu durum.
Ağaçla konuşmaya başladı. Kollarını açmış gel diyordu ona ağaç, kendisini tek anlayanın o olduğunu fısıldadı ağaca. Ağaç utandı, hafif sallandı, bir iki tane yaprağını doktorun arabasına bıraktı.
Çaycı gülerek doktora seslendi.
‘Sen arabayı hiç oraya çekmezdin, bak kuşlar bir yandan, ağaç bir yandan ettiler içine haberin ola’
_Çıkacağım birazdan zaten sen bir çay daha versene bana.
‘Hatun bulamadın mı daha doktor kendi kafana uygun’
_Hastane ile kulüp arasında geçen hayatta nasıl bulacağım ağabeycim, gökten önüme kız düşecek hali yok ya…
Aynı gülüşten bir tane daha patlattı doktor.
Kız bu sırada ağaçla dertleşmeye devam ediyordu. Bir ses duydu aşağıdan, gel diyordu sanki. Kulağını eğdi iyice, tam duyamıyordu. Ağaca baktı uyanınca annesine bakan bebeler gibi, tam sırası dedi ağaç ona.
—Gel bana tatlı kız, bak seni kimle tanıştıracağım
Uzattı elini ağaç, kız bu sıcaklığa inandı. Güven duygusunu o kadar özlemişti ki…
Onun olmak istedi, kendi çocuğunun nüfusuna geçmek istedi.
Ağaç habersiz atlayınca tam tutamadı kızı, dallarına değerek süzüldü aşağı, arabanın camına çarptı, oradan da yere.
Doktor her zamanki soğukkanlılığıyla 112 yi aradı, ambulans çağırdı. Kızın başına gitti, yaşıyordu. Çok çabuk geldiler, onu hastaneye yetiştirdiler.
Kız kurtarmayın beni diyordu.
Doktor tesadüflerin hayatını yönlendirdiğine inanmaya başlamıştı.
Kızın kaybedecek bir şeyi yoktu.
Doktor kızın elini tuttu ve teşekkür etti. Üç yıldır aramadığı kızına telefon açtı. Sadece seni çok özledim kızım diyebildi.
Kız gülümsedi, doktor ağlamaya başladı.
Ağaç ve araba bir can kurtarmanın haklı gururu ile böbürleniyordu.
Çaycı ne mi yapıyor; tüm bu olanları bir mantık süzgecinden geçirip, anlamlı kılma çabasına girmek istediğinden, kendi kendine kızmakla meşgul…
Kasım sonu 2010
Nadir
Önemli Not: Filmlere yapılıyor da öykülere mi yapılmasın; işte bir ilk...
Alternatif Son:
Çaycı gülerek doktora seslendi.
‘Sen arabayı hiç oraya çekmezdin, bak kuşlar bir yandan, ağaç bir yandan ettiler içine haberin ola’
_Çıkacağım birazdan zaten sen bir çay daha versene bana.
‘Hatun bulamadın mı daha doktor kendi kafana uygun’
_Hastane ile kulüp arasında geçen hayatta nasıl bulacağım ağabeycim, gökten önüme kız düşecek hali yok ya…
Aynı gülüşten bir tane daha patlattı doktor.
Kız bu sırada ağaçla dertleşmeye devam ediyordu. Bir ses duydu aşağıdan, gel diyordu sanki. Kulağını eğdi iyice, tam duyamıyordu. Ağaca baktı uyanınca annesine bakan bebeler gibi, tam sırası dedi ağaç ona.
—Gel bana tatlı kız, bak seni kimle tanıştıracağım
Uzattı elini ağaç, kız bu sıcaklığa inandı. Güven duygusunu o kadar özlemişti ki…
Onun olmak istedi, kendi çocuğunun nüfusuna geçmek istedi.
Odasına gidip komodindeki resimliği aldı eline, balkona geri döndü. Babasının kucağında çekilmiş, üç yaşındaki sevecenliği vardı bu siyah beyaz fotoğrafta. Şimdi ki hallerini düşününce çılgına döndü, bağırmaya başladı, çırpınırken resimlik aşağıya düştü.
Gürültüyle birlikte arabaya yöneldi ikisinin gözleri. Doktor kırılan ön camının şaşkınlığını yan koltukta duran fotoğrafla atlattı. Küçük kız tıpkı kendi kızına benziyordu.
Üç yıldır aramadığı kızına telefon açtı. Sadece seni çok özledim kızım diyebildi.
Yukarıya doğru baktı, ağaca teşekkür eder gibi gülümsedi…
Kasım sonu 2010
Nadir