- 675 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Hiç işiniz yok mu?
.....Haziran ayına, yaza yakışır bir gece...balkondayım ve yaprak kımıldamıyor ( ki, bizim balkonun bir nevi şahin tepesi olduğunu düşünürsek, bu kımıltısızlık için şanslı saymalıyım kendimi, değil mi?) çay demledim..Oturmuş, dolunayın denize armağan ettiği yakamozlarla ışıltılı gemilerin dansını seyrediyorum.Dedim ki , paylaşmalıyım bu anı...Sen bilmesen de, gıyabında da olsa paylaşmalıyım...sen bilmesen de, kelimelerim ne kadar taşıyabiliyorsa bu güzelliği sana, o kadar payını alıyorsun gözlerimin penceresinden...
Sık sık bölünüyor bu ambiyans...Yoldan yeterince tır ve otobüs geçiyor homurtularıyla bu geceyi bozarak...uzun zamandır sana yazmak istiyorum , biliyorsun...Hatta sayısını anımsamadığım kadar çok yazma girişimlerim de oldu.Ama hepsi bir sayfayı tamamlayamadan yarım kaldılar....ama bu kez kararlıyım...Yine eskisi gibi, Denizli-İzmir hattında gelip giden 100 sayfalık, fasikül kılıklı mektuplarımızda olduğu gibi şiirli, şarkılı satırlar olsun istiyorum....Hani bazı yerlerini okurken gülmekten gözlerimizden yaşlar gelirdi, bazı yerlerinde de içimiz acıdığından akardı yaşlar...Yani her halükarda ıslanırdı yüzümüz....Her biraraya gelişimizde olduğu gibi....Önce vara yoğa gülerdik, sonra deli gibi ağlardık; en çok var olanlara ve yokluğuyla içimizi acıtanlara....Mektuplarımız sohbetlerimizin aynasıymış, şimdi daha iyi anlıyorum bunu....
’’Hiç işiniz yok mu? Ne buluyorsunuz bunca yazacak’’ derdi annem. Anlatamazdım..
Nasıl anlatalırdı ki, bir dostla paylaşılanların, aslında yaşamın ta kendisi olduğu, hiç işiniz yok mu sorusunun tam da bu noktada nasıl anlamsız kaldığı , nasıl anlatılırdı.... ’’Yaşıyoruz, işimiz bu...ve yaşadıklarımızı yazıyoruz desem, yeterli miydi sence?
Yine o zaman gibi gülen satırlar yazmak istiyorum ben sana.Yaşadıklarımız, canımızı yakan şeyleri es geçmek demek değil bu..Sadece o can yakan, içimizi acıtanları hafifletip, yara bandı olalım istiyorum birbirimize...Teknolojinin hiç bir biçimi kelimeler kadar dokunamıyor sanki tenimize...O yüzden hala mektubun gücüne , etkisine inanan azınlıktan değil miyiz?
Kelimelerle oynayan, yaşamını kelimelerin üzerine kurmaya çalışan biri olarak, artık bazı kelimelere yeni biçimler bulmak gerektiğini düşünmeye başladım...Duygularım çoğaldıkça, var olan anlamları yetersiz kalmaya başladı çünkü. Hissettiklerim kelimelerin içine sığmaz oldu.
Özledim demek örneğin....çok özledim diyorum, çok çok özledim diyorum, olmuyor! Hangi kelimeyi koyarsam koyayım , önüne, eksik kalıyor...Böyle tıkandığım zamanlarda işte sana güveniyorum ben. Ya diyorum Yeşim o! O beni anlar! Kelimelerin dar geldiği duygularımı o anlar!
ANLIYORSUN DEĞİL Mİ?
HOŞÇAKAL.....
YORUMLAR
.....Haziran ayına, yaza yakışır bir gece...balkondayım ve yaprak kımıldamıyor ( ki, bizim balkonun bir nevi şahin tepesi olduğunu düşünürsek, bu kımıltısızlık için şanslı saymalıyım kendimi, değil mi?) çay demledim..Oturmuş, dolunayın denize armağan ettiği yakamozlarla ışıltılı gemilerin dansını seyrediyorum.
Şu bir kaç cümlelik tasvir beni benden aldı ve ardından tırlar kamyonlar... Bir daha anlatır mısınız bu girişin devamını ama bu defa tırlar kamyonlar geçemesin. Tebrik ediyorum...