- 1139 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
306- EL KEBiR
Onur BİLGE
Sanki sıfatlar kendiliğinden açıklanıyor, en kolay biçimde idrak edebilmemiz için gereken olaylar sırayla yaşattırılıyor. Allah, iyi veya kötü hangi yol tercih edilirse, o yolu açıyor, kolaylaştırıyor. Hayretler içindeyim! Daha da öte bir hal içinde… Hayret ender hayret!
Son zamanlarda aramıza Mehmet Mirza adında bir arkadaş katıldı. Virane’nin bulunduğu sokakta oturmakta olan Fevziye Hanım’ın oğlu… Oldukça karanlık bir mazisi var. Kimse saklamaya gerek görmüyor. Hatta onun bu durumuyla ailesi iftihar ediyor. Hepimiz, hiç rastlamadığımız bu duruma yabancı, gözlerimiz sonuna kadar açık ve sabit, annesini dinliyor, olanlara akıl erdiremiyoruz.
Hapishanede Gaddar Mirza lakabıyla anılan ve alıştığı bu adla anılmak istediğini söyleyen bu insan, liseden sonra hemen askere gitmiş. Orada neler yaptıysa, kendisine “Toplumsal Davranış Bozukluğu” teşhisi konarak, askerlik yapamayacağına dair alınan kararla geri gönderilmiş. Geldiğinde, başkalarından duyduğumuza göre yankesicilik ve dolandırıcılık yapmaya başlamış. Arkadaşının motosikletiyle giderken yaşlı bir kadını ezmiş. Babası, davacı olmamaları için araya aracılar koymuş ve zaten çok fakir insanlar olan oğluyla kızına, kan parası vermeyi teklif ederek anlaşma yoluna gitmiş. Kabul ettirmiş, takside bağlamış, ödemeye başlamış.
Bu arada kız kaçırmaya kalkmış. Kızın babası haber alıp karşısına dikilince kavga esnasında üzerindeki bıçağı kullanmakta tereddüt etmemiş, panik anında vuku bulduğunu ve nefs-i müdafaa olduğunu söyleseler de hâkimin kararına göre, bıçak göğsünün sol yanından girdiği için öldürme kastıyla yaralama ve haneye tecavüzden yedi yıl, dört ay hüküm giymiş; cezasını, Bursa ve Bayrampaşa Cezaevlerinde yatarak tamamlamış. Oralardan da kıza ve ailesine tehditler yağdırmaya devam etmiş. Aile, çaresiz kalınca, yerlerini yurtlarını terk ederek izlerini kaybettirmek zorunda kalmışlar. Tuzpazarı’ndaki iki katlı, bahçeli evlerini yok pahasına satarak Bursa’yı terk edip izlerini kaybettirmişler.
O cezasını çekmekteyken, büyük bir çöküntü yaşayan annesi Bursa Devlet Hastanesi, Nöroloji Servisi’nde ağır depresyon tanısıyla yatırılmış. Bir yıl boyunca ara ara aylarca tedavi gördükten sonra, sürekli ilaç kullanmak suretiyle dışarıda yaşamını sürdürebileceğine kadar verilerek son kez taburcu edilmiş.
Fevziye Hanım, Virane’ye sık sık gelir, Define’ye gözyaşlarıyla kare kare hayat hikâyesini anlatır, biricik oğluna kavuşmak için zaman saydığından, gözünün dünyayı görmediğinden bahseder, onun ne kadar gururlu ve kahraman birisi olduğunu anlata anlata bitiremezdi! Şaşar kalırdık! Bu nasıl kahramanlıksa… Tavuk keser gibi adam kesiyor… Haklı olsa, neyse! Hem adamın kızını kaçırmaya kalkıp ev basıyor hem de evladını korumaya çalıştığı için babayı bıçaklıyor! Olacak iş mi?
Kadın apayrı bir klinik vaka, oğlu evlere şenlik! Bir aile ki düşman başına!.. Baba da anneden farklı değilmiş. Bir iki defa Define’yle konuşmaya gelmiş. Dede, ona laf anlatamayınca temelli susmuş, tartışmaya girmeye gerek görmemiş, seslenmemiş, kalkıp gidinceye kadar onu dinlemiş.
Adam, küçüklüğünden beri her pazar oğlunu ava götürdüğünü, iyi bir kara ve deniz avcısı olduğunu söylüyor, insanın hayvana üstünlüğünün sadece gücünden ileri geldiğini iddia ediyor, nasıl iz sürdüklerinden, o zavallı silahsızları nasıl kıstırıp nerelerinden vurduklarından hararetle bahsediyor: “Akıl, hayvanlarda da var. Onlar da düşünüyor ve karar alıyorlar. Akıllarını kullanıp canlarını kurtarsınlar, vurulmasınlar!” diyormuş.
Mehmet Mirza, namı diğer Gaddar Mirza, annesi ve babası Define’nin arabuluculuk konusunda ne kadar usta olduğunu bildikleri için onu sıkıştırıyor, kızı alamamayı gurur meselesi addettikleri için aileyi bir tarafa bırakarak kızın gönlünü etmesi için yalvarıyorlarmış. O da olan biten onca olaydan sonra böyle bir şeyin mümkün olamayacağını, kendilerine yardım etmesinin imkânsız olduğunu söylüyor, özür diliyormuş. Birkaç defa baltayı taşa vuran Gaddar Mirza, dedeye saygısızlığa başlamış. Büyüklenmeler, kendi değimiyle hava atmalar, posta koymalar…
Define, olgun adamdır. Misafire nasıl davranılması gerektiğini iyi bilir. Böyle durumlarda susmayı tercih eder, incinmek istemez ve incitmekten korkar. Yorum yapmaz, tartışmaya girmez, nezaketen dinler. Böyle kişilere, başka yerde aynı anlayışı göstermesinin mümkün olmadığını ama kapıdan içeriye gireni saymak zorunda olduğunu söyler. Nedenini de şöyle açıklar:
“Allah rızası için… Misafir, adeta bir belâ olarak gelir. Allah tarafından gönderilir. Ev sahibi onunla denenir. Geldiği kapıdan güler yüzle çıkar giderse ne âlâ… Kalbi kırık olarak giderse, felaket!.. Çünkü Allah, iki yerde kişilerin yerine kendisini koymuş. Bunlardan birisi hasta diğeri misafirdir. Demiş ki: “Ey Âdemoğlu! Hastalandım da beni ziyarete etmedin! Onu ziyaret etmiş olsaydın, beni de yanında bulacaktın.” Ya bana da Musa A.S. a dediği gibi: “Sana geldim, bana şöyle davrandın!” derse? Aman Allah’ım!.. Bunları bile bile ne yapabilirim? Buraya kim gelirse gelsin, mesuliyetimi bilmeli, ona göre davranmalıyım. Öfkeme yenilir, boş bulunur da ileri geri bir laf ederek kalbini kırarsam, huzur-u mahşerde ne yapacağım? Ucunda kul hakkı var! Bu hakkı onlara Allah veriyor.”
“Öyle deme, dede! Tartışma faydalıdır. Fikirlerin kılıçlar gibi çarpışmasından gerçekler doğar. Kavga değil ya…” gibi şeyler diyenler olur bazen. O zaman diyeceği de bellidir:
“İslamiyet’te öfke zararlı bilinmiş, kavga yasaklanmış, tartışma dahi hoş görülmemiş. Onda da enaniyet, yani bencillik, kendini beğenmek var. Mümin, alçakgönüllü olur, haklı da olsa tartışmaya girmek istemez. İddiada, üstün gelmek arzusu ve gizli de olsa kibir vardır. Kibir, insanın helakine sebep olur! İbadetleri ve iyi amelleri yer bitirir.”
“Sende de evliya sabrı var, dede. Her şeye katlanılabilir ama saygısızlığın böylesine asla! Bırak da şuna haddini bir bildiriverelim!..” dedi Orçun, bu olayı duyunca, hırsla ayağa kalkarak.
“Bırak oğlum! Allah büyüktür. Azan, belasını bulur. Yüce Rabbim, her şeyden haberdardır. O’na bıraktım. O ki kâinata hükmediyor, kudretiyle her yarattığını idare ediyor. Olmuş olacak ne varsa, hükmü altındadır. Allah Kerim’dir. Gariplerin sığınağıdır. Bizleri himaye eder. Zayıfları, kuvvetlilerin şerlerinden korur. Mazlumların hakkını zalimlerden alır. Nefsimize aldanmayalım. Aşağıların aşağısına yuvarlananlardan olmayalım. Büyük olan Allah’tır. Mağrur olanları gururlarına esir olmuşlardır. Kibirleri, boyunlarına tasmadır.”
“Yine mi Eşrefoğlu?”
“Yine Eşrefoğlu… Daim Eşrefoğlu…”
“Hak şerleri hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Görelim Mevla’m neyler
Neylerse güzel eyler.”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 306