- 806 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Sana Ne Yazacağım?
Yaşamımda her şey olması gerektiği gibi olduğu zamanlarda, herşey yolunda gittiği zamanlarda bile hep bir şeyler eksikmiş gibi hissettim. Her zaman böyle oldu bu, şimdi olduğu gibi...Sayısız ölümlerin, dirilmelerin, - ölüp dirilenler çok şey bilirler- hayalkırıklıklarının, acıların, özlemlerin ardından şimdi, ne kadar istesem de ardına kadar açamıyorum kapılarımı.Hep bir adım geriden gidiyorum. Daha az anlatıyorum. Daha az dokunuyorum. Daha az bakıyorum yüzlerine insanların.
Hiç kimseyi özlemiyorum, ne garip! Burada, yaşadığım yerden, alıştığım düzenden kilometrelerce uzaktayken , kimseyi özlemiyorum. Bir tek seni...Seni son gördüğüm o yağmurlu akşamüstünü hatırlıyorum yine.- bunu ne çok kez yaptım bir bilsen! Çok kez hayalimde yeniden yaşadım o günü...ama ilk kez yazıyorum. - Yorgundun. Deniz kıyısında bir cafedeydik.Camlara vuran damlaların şiddetinden anlıyordum yağmurun çok yağdığını.Cafenin içinde tam ortada bir soba yanıyordu.Üzerine konmuş portakal kabuklarının kokusu çocukluğuma açılan bir düş penceresi gibiydi.Bizden başka kimse yoktu cafede. Çay bardağını sıkıyordum avuçlarımın arasında.İçim buz gibiydi..Sobanın yaydığı sıcağa , çayın avuçlarımda bıraktığı ılıklığa rağmen içim buz gibiydi.Daha sen bir kelime bile etmeden anlamıştım gideceğini..Buluştuğumuz iskeleden o cafeye yürürken yağmurun altında da, tek kelime etmemiştin, yanına geldiğimde ’merhaba’ demenden başka.Konuşmadan yürümüştük.Cafenin önüne gelince durup belime
dokunarak ’’Üşüdün.Hadi Çay içelim ’’ demiştin.
Duruşundan belliydi gideceğin, yutkunmandan, dudaklarını sürekli ıslatmandan, gözlerini kaçırmandan belliydi...Yanımdaydın ama gitmiştin çoktan.Seni son kez gördüğüm o gün; sen susup otururken, bana bakmazken, dışarıda deli gibi yağmur yağarken, ben, seni gördüğüm o ilk anı düşünüyordum.Gözlerine düşüşümü, sonra adını sevdiğimi, sonra gülüşünü, konuşurken kah kelebekler uçuşturacak kadar yumuşatabildiğin, kah idamlık bir insana son isteğini soran bir celladın soğukluğunda ,insanın kanını donduran buzdan kristallerle canımı acıtacak kadar sertleştirebildiğin ses tonunu....bunları düşünüyordum.Gülüşünle tüm dünyayı kucaklardın sanki.Sevmek için seni seçmiştim..özlemek için seni...onca yeryüzü insanı arasından sana aşık olmuştum.Bunlar geçerken aklımdan, seni ne çok sevdiğimi bir kere daha söylerken içimdeki kadına, gözlerin dışarıda, sanki benimle değil de bir başkasıyla konuşuyormuş gibi ’ gitmeliyim’ demiştin.
Buzdan kristaller paramparça olmuştu.Portakal kabuklarının kokusu yokolup gitmişti sanki.Gök gürüldedi.Yağmur daha bir hızlandı sanki.Seni durdurmak için yapabileceğim hiç bir şey yoktu. kalmanı sağlayacak sözleri bulamıyordum. Öyle bir söz var mıydı, bilmiyordum.Yorgundun, vazgeçiyordun.İkimiz de iyi biliyorduk birarada olamayacağımızı. Sen daha cesurdun benden, vazgeçtiğini söyleyecek kadar, gidecek kadar cesurdun. O akşamüstü anlamıştım, o çok sevdiğin bal köpüğü uzun saçlarına bir daha dokunamayacağımı, senin gülüşünle dünyayı kucaklayamayacağımı, o akşam üstü anlamıştım, gideceğin zaman anlamıştım asla kabuk bağlamayacak şekilde yaralanacağımı....
Cebinden bir uçak bileti çıkarıp uzatmıştın bana.Sadece gidiş biletiydi.Dört saat sonra bir uçağa binip, haritalarda görüp sırf adını beğendiğmiz için gitmeyi düşlediğimiz o uzak ülkeye gidecektin. Yanaklarımdan süzülen damlaları saklamak için tuvalete gitmiştim. Yüzüme soğuk suyu vururken içimden hep aynı şeyi söylüyordum.’ Gidiyor, gidiyor ve sen onu durdurmak için hiç bir şey yapamazsın..’
Tuveletten çıkıp masaya döndüğümde yoktun! Büyük cam kapıya koştum....dışarı baktım ..yoktun.Cafenin sahibi ’’ Beyefendi hesabı ödedi’’ diye seslendi, sanki o an tek derdim buymuş gibi....Ne yapacağımı bilemedim.Kapının önünde durdum bir süre.Ayaklarım beni taşımayacak gibiydi.Titriyordum.Üç dört adımda masaya dönüp sandalyeye yığılır gibi oturdum.Gözyaşlarımı saklamayı isteyeceğim kimse yoktu artık, hıçkırmaya başladım.Masada bir not vardı küçük mavi bir kağıda yazılmış...’’ Sana ne yazacağım o uzak ülkeden? Ama herşeyi iki kişilik yaşayacağım..’’
Gidişinden sonra günlerce eve kapanıp ağladım. Her uyandığımda posta kutusuna baktım umutla.Senden hiç haber gelmedi....Herkesten, unuttuğum, artık ortak hiç bir anımızı anımsamadığım insanlardan bile kartlar mektuplar geldi ama sen hiç yazmadın. Bunca yıldır, aradan geçen onca zamana , yaşanmışlıklara rağmen , merak ettiğim tek bir şey var- arada sırada da olsa beni düşündün mü?
Sormaksızın sana sarılabildiğim o eşsiz zamanların üzerinden asırlar geçti gibi....Şimdi yanımda olsaydın, bu sahil kasabasında kumlara oturup beraber seyretseydik güneşin batışını, o zaman hiç olmazsa bir anlamı olurdu günün doğuşunun...Ellerini hissetseydim gene, gözlerine baksaydım.Vedaları hiç yaşamadık seninle.’Sana hoşçakal demeyi sevmiyorum ’ derdin.Yine sabahlara kadar konuşabilsek, ya da sussak arasıra yaptığımız gibi. Sana sahip olduğum herşeyi vermek istiyordum.Benden sana düşen payını yaşamanı istiyordum.Geriye bakınca ’’Böyle bir şey yaşamıştım’’ demek yerine, gözlerinin içine bakarak ’’ Bak, neler yaşamışız’’ demeyi isterdim....
Yalnızlık uzun sürünce, garip oyunlar oynamaya başlıyor insana.Bazen mutfaktayken, yemek yaparken tezgahın önünde gelip arkamdan sarılıyorsun bana. Saçlarımı ellerinle itip boynumu tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarıyorsun.Öpüyorsun boynumdan. Yumuşak, ıslak, baştan çıkarıcı..Sana dönüyorum yüzümü.sımsıkı sarılıyorum.Küçüçük kalıyorum kollarının arasında.Halının üzerinde şarap içiyoruz, her yerde mumular yanıyor.Ellerimden tutup ayağa kaldırıyorsun beni, geceye yayılan müzik bizi dansa çağırıyor. Saçlarına dokunuyorum gerçek olduğuna inanmak istercesine.Şiirler okuyorsun, o ince alevde yüzün bir belirip bir kayboluyor.Sen şiirleri gerçek yaşamla buluştururken, sözcükleri nasıl böyle yumuşatabildiğine şaşırıyorum bir kez daha.....sonra ya telefon çalıyor ya elimdeki bardağı düşürüyorum.Anlıyorum düşüncelerimin tamamen hayal ürünü olduğunu. Dokunulamayan, giden sevgilinin ardında kalan, yaşamı yıllar öncesinde yaşayan bu kadını unutmak istiyorum.Ama biliyorum, insan kendini unutarak yaşayamıyor...
Unutmak geceyi örten kocaman bir yorgan gibi...altına süpürüyorsun unutmak istediğin ne varsa...Ama gün geliyor, hiç ummadığın bir yerde, bir bakış , bir duruş, bir koku, bir saç kıvrımı belki, ya da biri - çok ciddiye aldığın ya da varlığına aldırmadığın biri- gelip kaldırıverir yorganın ucunu.Yaşananlar küçük köpek yavruları gibi dolaşmaya başlar ortalıkta.Ayaklarının altında koşturur onunla yaşanmış akşamüstleri, onun gülüşünün gölgesi....
Bunları sana yine o büyük camları olan cafede, çay içerken anlatmak isterdim .Hiç böyle düşlememiştim yeniden buluşmamızı. Sana yazdığım tüm mektupları yanımda getirdim.Yıllarca sana bunları yollayabileceğim bir adres aradım durdum...Mektupları buraya tam da kalbinin olduğunu düşündüğüm yere gömeceğim..Biliyorum duyuyorsun beni...biliyorum..sana yazdığım her kelimeyi hissedeceksin .....Hiç bir şey değişmedi sevgilim, ben seni hala çok seviyorum......
15.aralık.2009.