Gurbetten Hasretliğe
Tren garları hep garip gelmiştir bana. Farklı bir havası, farklı bir kokusu vardır. Buram buram özlem kokar bir yandan, bir yandan da özlemin en derin yaralarını saklar. Demir rayların üzerinde kayarak giden özgürlük kuşları gibi yaklaşır trenler garlara.
O kulak tırmalayan sesi duyduktan sonra insanın içine bir huzur, bir rahatlama iner. Tıpkı bende olduğu gibi… Gurbetimin ilk yılı bu sene… Ana hasretiyle parçalanmış, sevdalı özlemiyle yıkılmış bir yürek taşıyorum. Gara girdiğim ilk anda o rutubetli koku bana bir nahoş geliyor, biraz garipsiyor biraz da benimsiyorum sanki.
Hasretliğe götüren özgürlük kuşum yavaş yavaş yaklaşıyor rayları ezip geçerek. Küçük eski bir kapı, gıcırtılı bir sesle beni sanki mapusluk hayatımdan koparıp özgürlüğüme bırakıyor. İçimde hafif bir burukluk… O da gurbetliğe zamanla oluşan sevgimden olsa gerek. Küçük bir tebessüm gamze aralarımda ve suratımda tebessümün getirdiği sıcak gerilme. Rutubet kokusunu ilk kez içime çekecek olacağımdan olsa gerek sanki bu nahoş koku beni gül bahçelerinin ortasına götürüyor.
Ağır demir kuş, hırçın haykırış ve önümde ucu bucağı belli olmayan ufuklara uzanan koca adam. Kapıları derinden gelen bir tıs sesiyle beraber aniden açılıyor. ‘’Bu ne kadar büyük bir mutluluk YARAB!!!’’ diyorum içten içe. Kendimi içine atıyorum götür beni buralardan dercesine.
Yerden biraz yukarıda fakat kısa kısa olan merdivenleri çıktığımda dışarıdaki o rutubet kokusunun yerini biraz insan, biraz demir, biraz da özgürlük kokusu alıyor. Selam veriyorum içimden en sıcak şekilde. Yerimi aramaya koyuluyorum ‘’ Ha! Şu köşedeki olacak.’’ deyip tekli sıradaki boş koltuğa oturuyorum. O sarhoş tebessümün sadece benim yüzümde değil herkesin suratına işlediğini fark ediyorum bir anda.
Hasret acı diyorlar ya. Bence değil diyorum, o güzel sırıtışları görünce. Tekrar o hırçın haykırışı duyuyor ve hareket etmeye başlıyoruz…
…
Gözlerimi ilk Ankara’da açıyorum. İlk yola çıktığımda izlediğim o karanlık yollardan pek eser kalmamışa benziyor. Burası apaydınlık. Yollar şen şakrak uğurluyor insanları. Ankara memur kenti, kravatlıların sokaklardan hiç eksik olmadığı, kırmızı plakaların ortalarda dolaştığı aydınlıkların içindeki karanlık burası. Etrafıma bakarken yavaş yavaş Ankara’nın sonuna geldiğimi anlıyor ve tekrar rüyalara dalmak için biraz sert, biraz konforsuz ama bir o kadar da şefkatli koltuğun kollarına bırakıyorum kendimi…
…
Hırçın haykırış, bu sefer son kez uykumu böldüğü bir sahnede beni müjdeyle uyandırıyor. Gurbetlik bitti, kalk hasretliğin seni bekler diyor. Birden toparlanıp iniyorum demir özgürlükten. Kısa merdivenlerin üstünden yavaş yavaş aşağıya doğru yol alırken kafamı kaldırdığımda hasretliğe anlam kazandıran iki varlık tam karşımda duruyor. Annem diye gözlerim doluyor, AŞKIM diye yaşlar boşalıyor. Hasretliği hasretlik yapanlara, kalbimdeki o iki sevdaya doğru hızlı adımlarla biraz yavaş, biraz koşar adım, biraz koşarak gidiyorum. İlk ona sarılıyorum. Kalbimdeki ilk kadına. O güzel varlığa, anneme. Boynumu öpüyor. Ben de özlediğim kokusunu içime, en derinime çekiyorum. Onun da ağladığı belli ki küçük titremelerle sarsılıyor. Uzun bir sarılış anı geçiriyoruz. Annem beni bırakmıyor, sanki Dünya’da ki diğer her şeyden korurmuş gibi sıkıca sarıyor. Ama her birleşmenin bir bitişi olduğu gibi o da son buluyor.
Kafamı yanındaki güzel kadına çeviriyorum. Benim kadınıma, hayatımın anlamına, sessiz çığlığıma, son ve en büyük sevdama… Gözlerinin içine bakıp ağlayan gözlerindeki o en derinlerdeki mutluluğu görüyorum. Ani bir hareketle boynuma atlıyor, öyle sıkı sarıyor ki sanki anneme nispet yapıyor. Sevdam diyorum kulağına doğru, o da bana ‘’HOŞGELDİN!’’ diyor. Bu kelimenin bu kadar anlam yüklü olduğunu ilk kez o an anlıyorum. Hoş geldin önceden hep basit bir kelime gibi gelirken şimdi bütün anlamların toplandığı bir ahenk bütünü oluveriyor.
Burası diğer garlara göre özlem değil, varlık kokuyor. Benim sahipliğimdeki dünyamın rahatlığıyla mermer zeminin üzerinde yürüyorum. Bir kadın köşede gözüme ilişiyor. O da hasretliğini uğurluyor, onu vatani göreve gönderiyor. Daha sonraları öğreniyorum, son izin hakkıymış, kadının o iç parçalayıcı halleri de bundan olsa gerek.
Hasretliğime bakıyorum. Buram buram karbondioksit kokan havasını hırçınca içime çekip hemen arkasına bir sigara yakıyorum, hasretliğimi hasret çekmediğim kadim dostla karşılıyorum. Hoş bulduk diye haykırıyorum içten içe tekrar ayrılana kadar hasretliğim kocaman bir hoş bulduk…
…
Devamı Hasretlikten Gurbetliğe olarak getirilecek.
Pragraf aralarında ki (...)lı bölümler doldurulmayı bekliyor ve eksik...