YAHYA DEDE
Başından yaz kış eksik etmediği gülkurusu renginde el örmesi beresini gördüğümüzde yüreğimiz yumuşardı, sevinçten coşkudan değişir şımarırdık. Köyün yaşlılarından duyduğum kadarıyla Yahya dedenin gülkurusu beresi aslında kırmızıymış. Hem de ne kırmızı, kızıl kırmızıymış. Bir sevdası varmış, Yahya dedenin, çok güzel bir kızmış, çok severlermiş biribirlerini, destansı bir aşkmış onlarınki. Bu kız bizim köyün tam karşısındaki köyden birinin kızıymış. Evlerinin olduğu yamaçtan bizim köyün tarlaları, çay bahçeleri, çimenlikleri rahatça görülür. Eğer sis yoksa karşı köydeki insanları görebilirsiniz. Fakat kim olduğunu tahmin etmek zor. Bazı büyüklerimizin tahminlerindeki isabeti görünce şaşırmıştım önceleri. Sonradan karşımızdaki köydeki komşularımızı iyi tanıdıklarını ve hangi tarlanın, çay bahçesinin kime ait olduğunu bildiklerinden isabet ettirdiklerini söyleyince, işin içinde köylerde çok işlevi olan cin’lerin karışmadığına sevindim.
İşte o sevdiği kız saatlerce bizim köye doğru bakar, onlarca delikanlı gördüğü halde hangisinin Yahya dede (ki o zaman selvi bolu yakışıklı bir delikanlı) olduğunu anlayamazmış. Zira bütün gençler koyu renk kasket veya bere takarlarmış o zaman.
Kız da hasretten ne yapsın, örmüş kıpkırmızı bir bere, bulmuş bir çaşıt, vermiş eline birkaç kuruş, orman yolundan gizlice teslim ettirmiş sevdiğine o kızıl bereyi.
O günden sonra Yahya dede ne zaman karşıki köyden görünebilecek bir yere gelse, kız kırmızı başlığından o olduğunu anlar, başlarmış dertli dertli türkü söylemeye.
Yahya dede o zaman anlarmış sevdiği karşıdan ona bakıyor, o da bakarmış yeşil çay bahçelerine doğru hasretle, heyecanla.
Aradan yıllar geçmiş, Yahya dede bu arada askerliğini yapıp gelmiş. Geldiği gün ilk işi kırmızı beresini takıp köyün yamacında oturup, bir şarjör mermi boşaltmış havaya doğru.
Karşı köyden kırmızı bereyi gören kız, dalmış ormanlara, dalları kıra kıra, sulara düşerek, varmış gelmiş Yahya dedenin oturduğu yamacın aşağısına. Yahya dede onu görünce o da koşmuş gitmiş yanına, sarılmışlar.
Sadece sarılmışlar, ağızlarından bir kelime, bir harf dahi çıkmadan, saatlerce sarılmışlar.
Akşam olunca kız evine gitmek istemiş fakat Yahya dede yabani parçalar diyerek bırakmamış ve kızı evinin bahçesine kadar götürmüş.
O günden sonra kimseye fark ettirmeden ara sıra buluşmaya başlamışlar, bir çam ağacının altında
Ormanın en tenha köşelerinde buluşup saatlerce konuşur, dertleşir, ertesi gün buluşacakları saate yetecek kadar hasret kuyularını doldururlarmış saatlerce.
Yıldırımların gökyüzünü ışığa, yağmurların toprağı suya boğduğu bir akşam, Yahya fenerini alıp buluştukları yere gitmiş. Sevdasının gelmeyeceğini biliyormuş ya, olsun, onunla oturduğu yerleri, elini tutup konuştuğu çam fidanının altında hasret gidermek, içini yakan ateşi biraz olsun azaltmak istemiş.
Çam ağacın yanına vardığında sevdasını ağacın altında görünce sevinçten deliye dönmüştü. Kızın sırılsıklam olduğunu görünce aceleyle evinin kapısına kadar taşımış, kapıya vurup kaçmıştı.
Birkaç gün sonra kızın hasta olduğu haberi geldi bizim köye. Birkaç gün sonra da öldüğü haberi gelince Yahya dede birkaç ay görünmedi hiçbir yerde. Öyle ki kendini bir yerden attığı dedikodusu yayılınca, köydeki arkadaşları evine kadar gidip, sağ olduğunu görmek ihtiyacı hissetmişti.
İşte o kızın ördüğü kızıl kıpkırmızı şapka Yahya dendin başından bir daha asla çıkmadı ve gülkurusu oldu,tıpkı yüreği gibi, hayat kendisini ve başındaki beresini acılarla yıkayıp soldurdu.
Yaz tatillerinde yaylaya giden gençlerin en büyük arzusu Yahya dedenin ahşap evinde ocak başında yaptığı sohbetleri dinlemekti. Bu sohbetler sırasında ateşlikten aheste bir halde uzanıp yanan bir odun parçasını eline alır ve sigarasını tüttürürdü. Cüssesinden beklenmeyecek miktarda dumanı havaya üflediğinde zevkle seyrederdik. İşte o an ocak başını kaplayan mükemmel tütün kokusu bütün gençlerin aklını başından alırdı.
O sigarasını içerken bir yandan közlerin üzerinde kaynamakta olan çay kazanından demliğe sıcak suyu boşaltır bir yandan da eski hikâyeleri kısık sesiyle anlatırdı. Biz sadece onun hareketlerini seyreder anlattığını dinlerdik. Asla çay demlememize izin vermezdi.”Ben demledim mi daha kıvamında olur “derdi biz ısrarla yardım edelim dediğimiz her seferinde.
Sigarasını çekmeye başladı mı, her birimiz bir bahane bulur dışarıya çıkar yakardık sigaralarımızı. Fakat nerde, Yahya dedenin sigarasının ne dumanı ne de tadını tutturabiliyorduk. Onun kadar duman çıkartamadığımız gibi, onun içişinden anladığımız miktarda tatlı değildi bizim şehirli sigaralarımız. Torununu bir gece çağırıp bir çakı hediye ettim. Karşılığında “bir şey istemem” dedimse de, “dedenin sigaralarından bir tane yürüt bana getir o zaman” demek gafletini gösterdiğim için sonradan epeyce utansam da, o zevki, o sigarayı asla unutmadım. İyi ki istemişim diyorum şimdi kendime. Ya istemeseydim, içimi kemiren o merak yataklara düşürmüş, belki de ölmüş olurdum şimdiye kadar.
Torunu gece yarısı yattığımız yayla evinin kapısından içeriye başını uzatıp “ Abisi, emaneti getirdim” dediğinde, yataktan fırlamış, kimseye duyurmadan evin yakınındaki pınarın üzerindeki taşa oturmuş sigarayı bir ayin edasıyla kalan son iki kibritimle yakmıştım. Gökyüzünü baydan boya kaplayan iri yıldızlarla dolu samanyolunu seyrederek, uzaktan gelen yabani seslerini, avcıların, korucuların attığı fişek seslerini dinleyerek, ayaklarımın altına bir deniz gibi serilen bulutlara yardım eder gibi dumanı yavaş yavaş üfleyerek bitirdim o muhteşem “Birinci”sigarasını.
Ömrüm boyunca tiryakilik zamanlarımda ne o sigaradaki tada, ne dumana, ne kokuya bir daha şahit oldum, rastladım.
O yaşlı bedeniyle, sigaralarını, sohbetlerini, kısık sesini ve gülkurusu beresini alıp çekildi hayatımızdan.
Fakat bizim jenerasyon asla unutmadı Yahya dedesini,asla da unutmayacak.hafızalarımız durduğu süre anlatacağız,sevdiklerimize,çocuklarımıza,torunlarımıza.
Sigaranın zararları muhakkak var. İnsanların aptalca ölümüne sebep olduğu bir gerçek.
Ya insanların vefasızlığı, sevgisizliği.
O da insanın acı çekmesine, ölmesine sebep olmuyor mu?
Hangimiz bir Yahya dede kadar anılacak gelecekte?
Hangimizi anlatan olacak ?
Daha doğrusu hangimiz bir Yahya dede olabileceğiz bu gidişle?
Bu koşuşturmacada, bu kalabalıkta unutuyoruz her şeyimizi!
YORUMLAR
Yine çok anlamlı ve düşündüren bir yazıyı okudum sayfanızda. Tebrik ediyorum. Saygı ve selamlarımı sunuyorum.
erolabi
Ben de en derin saygı ve selamalarımı sunarım..
Yıldırımların gökyüzünü ışığa, yağmurların toprağı suya boğduğu bir akşam, Yahya fenerini alıp buluştukları yere gitmiş. Sevdasının gelmeyeceğini biliyormuş ya, olsun, onunla oturduğu yerleri, elini tutup konuştuğu çam fidanının altında hasret gidermek, içini yakan ateşi biraz olsun azaltmak istemiş.
-----------------------------------------------------------------------------
Hayattan hikayelere güçlü bir örnek.
Anlatım sade ve akıcı.
Yukarıdaki gibi ince cümleler var.
Çok duygulu.
Finalde Yahya dede ile ilgili güzel ve haklı sorular.
Dil kuralları açısından da düzgün.
Güçlü kaleme teşekkürler.
erolabi
Vefasız bir toplum olduk Engin kardeşim..
Köylrde eskiden "eğratluk" edilirdi..
Şimdi amcanızın oğlu bile "Yövmiye ne kadar?" diye soruyor...
Değerli yorumun için şükranlarımı arz ederim...
Allah'a emanet ol..
Biz insanların vefasızlığı sevgisizliği o sigaranın zehirinden daha acı daha zehirli...
Sanırım gercek bir hayat hikayesi hüzün kokan güzel kaleme alınan hikayeler elbette güzel olurda ama bu bir başka güzeldi.
Yüreğinize sağlık. Kutluyorum.
Saygılarımla
ÜZÜMKARASI tarafından 11/27/2010 10:21:01 AM zamanında düzenlenmiştir.
erolabi
Artık "Dede" kalmadı..
elini öpecek kim var ki?
öpüp de ne kazanacağız ? diye düşünüyor herkes..
artık sevgiler daha çok yaşanacağına ,daha çok yazılıyor..
aşk artık iffeti ayaklar altına alınıp,eski Türk filmlerindeki gibi sokaklara atılan duygunun adı oldu...
Aşk artık yürekleri yakan,ölüme gülerek bakan,derin ve ölümsüz bir derdin,emeğin adı değil..
Değerli yorumunuza teşekkür eder saygılar sunarım..