- 1275 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Vakit cuma ...
Vakit cuma ...
Cuma, günler içerisinde Rabbimizin içerisine özel anlamlar yüklediği bir gün.
Sene içerisin de aylara, ay içerisinde de belli günlere serpiştirdiği diğer mübarek günler gibi.
Cuma bu mübarek günlerden farklı. Daha çok rastlıyor bize, haftada bir karşılıyor bizleri. Bereketini daha gelmeden Perşembe gününün akşamından salıyor üzerimize.
“Cuma gecesi”tanımlamasıyla bile manevi bir ışık huzmesi değiyor gönlümüze.
Ve sabahında erken kalkıp da arayanlara Rahman Mevla’mız ayrıcalıklı bereketler salıyor. O gün yapılan her Salih eylem ayrı bir sevapla karşılıyor sahibini. Yalnız diriler değil ölmüşlerimizin de nasiplendiği tarifsiz bir zaman dilimi.
Geçen hafta bayramın son günü, Cuma gününe denk geldi. Bu, hem bayrama hem de Cuma gününe ayrı bir hava kattı. İki güzellik bir aradaydı. Bizlere Rabbimizin hediyelerinden biriydi yine. Sanki bakıp duruyordu Rabbimiz; “kim affedilmek istiyor, kim benden olmasını istediği bir dileği için yakarıyor” diye.
Cuma namazı, günün ortasında olmasına rağmen çepeçevre kuşatıyor her anını. O gün her şey ona ayarlı. Aslında hayat gün içerisinde ki beş vakit namaza göre ayarlı değil midir? Rabbim günü beşe bölmüş ve ezan bu vakitlerin haber vericisi.
O gün, Cuma namazını üzerinde eda ettiğim seccademi de alıp tam ezan vakti girmiştim cami avlusuna. Her zamanki gibi avluyu, cumaya tam vaktinde gelen esnaf kardeşler doldurmuştu. Bir kısmı güneşin değdiği yerleri seçmiş, diğer kısmı da solda ki çınar ağacının gölgesini. Kısa bir izlemeden sonra gölge olan tarafı seçtim bende.
Geçen hafta Cuma namazını güneşte kılmış, bayağı da etkilenmiştim. Hem okuduğumuz uzman haberlerine göre kış güneşi insanı daha çok etkiliyordu. Bu haberi okumasam beklide bu kadar etkilenmeyecektim kim bilir.
Namazda aklımı çelecek hiçbir şey olmamalıydı hem de, hele de bu sıcaklığıyla huşuyu bozacak, dikine vuran güneş ışınıysa daha da bir zordu. Zaten “huşu” denilen ve yapılan ibadetin doruk noktasını temsil eden o kaygan şeyi yürekte tutmak çok zor oluyordu.
Kürsüde bir zamanlar merkez camiin de vaizlik yapmış eski bir hocamız vardı. Şimdi görev yaptığı Kars’ın bir ilçesinde ki durumdan bahsediyordu. Yetersizliklerinden… İlçe de yapılmasını düşündüğü Kur’an kurslarından. Hava iyiydi. Dışarı da yazdan kalma berrak bir gün, seccadeler üzerine düşen kurumuş çınar yaprakları ve içerde dolgun sesiyle bizleri hayra çağıran bir hatip. Bende niyetlendim, hem bayram hemde cumaya denk gelen bu seçkin zaman diliminde Kars’ın hiç görmediğim bir ilçesinde yapılacak olan Kur’an kursuna bir tuğla koymaya…
Derken bana göre, günün baş aktörü olacak müezzinin iç ezanı kapladı camii avlusunu. Tanıdık biri değildi. Yüzünü de göremiyordum bulunduğum yerden. Gereği de yoktu zaten. Ama bir yanı yol olan caminin; hasır seccadeler üzerinde diz çökmüş, kulakları vaiz de, gözleri dışarıda, yürekleri de kim bilir nerelerde gezinen cemaatini “Cuma namazı” havasına sokacak ezanı okuyuşu yetiyordu. Ezan dediğin de böyle okunmalıydı zaten. Dikkat çekmeden etrafımdaki cemaati gözledim. Acaba onlarda etkilenmişler miydi benim gibi ya da daha fazla. Hz Bilal’ın sesini duymadık ama duyanların yaşadığı lezzetlere benzer bir hali yakalamıştı içerim… Olay buydu işte… Belki bir kitap okuyarak, belki de bir ağabeyimizin sohbetini dinleyerek edinebileceğimiz güzel bir “hal”kaplamıştı içimizi. Müezzin işi bitirmişti, sağ olsundu.
Müezzin iç ezanı bitirmeye doğru, yoldan gelen bir sese kaydı bakışlarım.”Aziz Allah” diye bir şeyler söylüyordu belli belirsiz. Cuma vakti dışarıda gezen kalabalıklar içerisinde ki bir kişinin sesiydi bu. Aklıma güzel okunan bir ezandan etkilenip Müslüman olmaya karar veren Hıristiyan birinin, diğer vakitte kötü ezan okuyan başka bir hocaya teşekkürü geldi.”Sağ olasın hocam, dinimi kurtardın!” demesi…
Müezzin, bulunduğu görevin hakkını vermişti. Gönülden yakalamıştı caminin dışarısında ve içerisindekileri.
Kim bilir? Belki de farkında olmadan bir filiz bıraktı kuraklaşmış yerlere…
mehmet deveci
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.