- 1644 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Dargın Bir Gülümseyiştir Aşka Dokunmak
Birleştirilememiş cümlelerin hazan vakitlerinde ilençli bir lokmadır aşk ağzımızda
Avunmasız yolculukların sevda duraklarında düşler süreriz çatlamış dudağımıza
Yangınlar çıkar her bahar gönlümüzde, alevli bir sevgi büyür inadına ruhumuzda
Her zerresi mucizedir yaşamın, yoksul anların kollarıyla sarar bizi bir gün nasılsa
Okşadıkça dermansız yaralarımızı bıçkın bir naraya dönüşür dilimizdeki sitem. En soylu yüzleşmelerin güneşli ülkelerinde sevda dilde onulmaz bir yaradır, kendi bahçelerini tarumar etikçe elem. Bir pencere seçeriz kendimize, dışarıda yaşam duyuruları. Sesini dinleriz hayatın, o hayat ki, mahmur bir gecenin artığı. Sıkılır yumruğumuz ve daralır göğsümüz, unuturuz aşkı çok zaman, anlarız ki, hayat kendi içimizin anlamsız yangını.
İnatçı cemrelerin koynunda dinlendikçe hüzün, yoksul baharlar olup dökülürüz her gün yeniden aşka. Her zerresi bizi anlatan sözlerin kayıp ormanlarında tutkulu bir hazan olur yağarız sevginin kavruk yapraklarına. İçsel bir sızı gibi tutunmak isteriz zamana ve örselenmek dileriz aşkla. Anlatmak birilerine umutları, düşünmek tükenişleri erteleyerek, düşlemek vakti gelince vuslat hatıralarını.
Kayıp bir tutunuşun sırtına yüklediğimizde acının sarnıçlarını, dökülür zamanın kaygan pulları aşkın yamaçlarından ve sessizlik kul olur bekler sevda kapısında. Akan her damla, ruha saklanan her muamma bir gün yangın olur çıkar ortaya, yanar, yakar alev alev ve sarar sevginin mucizevî kollarıyla. Düşler çekeriz unutulmuş kuyulardan ve dünler serperiz yangınlı dudaklarımıza ve besleniriz ruhumuzdaki aldanış kırıntılarıyla.
Sinesine saklanmış ve günler sonra aynaları hatırlamış bir düşünüşün solgun, ama coşkulu yüzünden kayarken harfler, biz yalnızlığın valsına uzatırız mürekkepli avuçlarımızı. Her harf sözün doğrusunu tarar ve her düşünüş belki de kendi yazgısıyla an/ları kutsar.
Gündoğumlarının alaca sancıları bitmeden henüz bir ağlayış tülbendine düşer gözyaşlarımız. Sevgiler kundaklanır hayata, avuç içlerimizdeki çizgiler büyümeden aşkı öğrenir, aşka vedalarla gözlerimizi son kez nemlendiririz.
Dargın bir sırt dönüşün gülümseyişine vurgunsa dudak, kendi içini dişleyerek buluşur bir gündönümünde muhakkak. Sırlarla kalaylanan bu ömür teknesinde ruhumuzun gelgitlerinin fırtınalara direndiği günler de yakındır. Bizler o kürede çevrilen değil, o küreyi çeviren yürek olacağız elbet. O içimizin suskun atlası dile gelse, kanasa mor düşünüşlerimiz içimizin pul pul coğrafyasında masumane düşlerimizle. Bir el olsa alsa avuçlarımızı yeniden, kaybolsak bir ulu gövdenin dik dallarında, sarılsak tükenmiş bir ömre, sevda yüklü gemiler gibi, gitsek çok uzaklara.
Suyla yarışan sözlerin kırık hıçkırıklarına uzatınca ellerimizi bir ömrün gelgitleri düşer yine suya. Anlamını sulardan beklediğimiz hayat dökülüşlerinin kıyılarına akşam geç iner, bundandır alabora düşlerimizle avuç açmamız aya. Söylemekten çekindiğimiz fısıltılı şarkılarda bir yangın mavisi sağar ellerimiz evrenden. Gecenin duldasında yüreğimiz bekler ve içli bir ayrılığın gözyaşları günlüğümüze düşer.
Sözler süründüğümüz alınlarımıza vurunca şafak, biz imgelerin valsıyla aşardık yabanıl dağları, sırtımızdaki sevda yaralarıyla. Avuçlarımızda şafağı gözlerdi aşk, bir ömrün hercai kavuşmaları göğsümüzde kanlı bir hançer gibi parlardı. Ilık bir rüzgâr olurdu yaşamak, vurdukça göğsümüze dudaklarımızdaki türküler bir efsane gibi kaybolmayı dilediğimiz dağlarda çınlardı.
Sargısı çözülünce anıların yaşanmışlıkların balesi başlar, yaşamın en keskin dönemecinde. Hayat bacamızdan umutlar yükselirken umudun menevişleri açar yorgun tenimizde. Yalnızlığın ibrişim telli düğümleri çözülür ve dilimiz de şiirlerle öğünür. Kanamanın kuru kasırgalarında çıngılar düşer yüreğe, yeniden büyümek, yeniden yaşama sarılmak için. An’ların gül kokulu huzmelerinden yanaklara düşer ateş ve yüreğe iner hızla. Türküler yağar o an göklerden, şarkılarla çiftleşerek ve buz kalıplı dağlar erir hüznün kentlerini yerle bir ederek.
İçimizdeki yıkıntılarda suskulu bir zamanın düşlerine sarılarak ölümsüzlüğü yaşamaktır işimiz. Kendi gökyüzümüzü, kendi imparatorluğumuzu yaratarak yüreğimiz büyüsün diye bekleyişleri sararız. Gönül mataramızdaki tutkuyu yudumlayarak yitirilmiş bir savaşın sevda alanlarında yangınlarımızı yazar, kanayan yüreğimizi yârin şefkatli ellerine bırakırız.
Hikâyesi Enginliğini özleyen bir denizin çarşaflarını toplarken gün, sorgusuz düşen ayrılık tetikleri ıslanır. Bir gül mevsimi daha geçmiştir, geriye dönüp bakınca üzülürüz bir kez bile yaşayamadığımız güze. Törpü gönüllenir, gönül kırıldıkça aşka törpülenir ve hayat üç vakitte açan güller gibi toprağa yakın bir düş sahnesidir...
Selahattin Yetgin