- 1347 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
***...Akrep ve Yelkovan...***
Buz kesen yüreğime inat sıcak bir bardak çay ellerimi ısıtmaya yetmişti. Buharı üstünde bir yudum çay donan her şeyi eritebilirdi yüreğimden başka. Öyle de oldu. Gün boyu kendi kendime uzun nutuklar çekmiştim yine. Tekrarlardım durdum unutmaya yüz tutmuş her şeyi. “Alıştır kendini kaybetmeye” diye kaç defa tekrarladım bilmiyorum. Tekrarladıkça unuttum, unuttukça tekrarladım. Sonuç “alışmak istemiyorum” gerçeği oldu. “Bu sefer değil” diyordu içimdeki ses “bu sefer değil...”
Elimde olsa zaten en önce o içimdeki sesi susturmak istiyorum. Arzız papağan gibi durmadan ötüyor. Kelimelerimi çalıyor, duygularıma hükmediyor. Evet evet en önce onu susturmak lazım. Ağzını sıkı sıkı kapatmalı günlerce tek çift söz söylemesin diye. Bunu yapmalı da nasıl yapmalı onu bilemedim. O konuştukça ben müziğin sesini yükselttim, sırf onu duymamak için. Ama nafile yine de susturamadım…
Hadi konuşuyor bari mantıklı şeyler söylese. Ne gezer… En olmadık yerlerde geziyor, en olmadık şeyler söylüyor, en olmadık şeylerin peşinden sürüklüyor. Belli ki o da hayal aleminde tıpkı benim gibi. Kaç defa dedi “al çantanı sırtına, düş yollara, ver kendini dağa taşa, akan suya, uçan kuşa…” diye. Biliyor ya deliliğimi, gözü kara hallerimi ondan böyle oyunlar oynuyor bana.
Almadım çantamı sırtıma, belki düşmedim yola ama yine de eşikte beklemekteyim. Ne ondan ne kendimden ne de düşlerimden vazgeçtim. Yüreğimdeki pusulanın gösterdiği tek yön var. Kutup yıldızının kendisi. Gideceğim yer belli de gidişi erteledim bir müddet. Hele biraz daha pencerede gün dönsün, hele biraz daha takvimden mevsimler düşsün, hele biraz daha acıyla sınansın yüreğim, hele biraz daha özlemler açsın dört yanımda. Bende mevsimin çiçekleri çoktan açtı da onda daha bahara var. Hele toprağına bir cemreler düşsün, nisan yağmurlarında hele bir serinlesin yüreği. Hele hele hercailiği bir geçsin. Biliyor ki o da dört mevsimden bahardır aşıkların son durağı.
Bekleyecektim eşikte öylece. Gitmeme de kalmama da O karar verecekti. Şimdiye kadar veren de O değil miydi? Belli ki her şeyin bir saati vardı. Akreple yelkovan son sözü bugün söylemişti. Daha büyük bir buluşma için bugün ayrılık vaktiydi. Az sözle çok şey söylenmişti. Sadece “gitmeliyim”e “gitmelisin” eklenmişti. Gerisi boğaza lokma lokma, yüreklere düğüm düğüm dizilmişti. Yutkunup sindirilmesi için zaman gerekti.
Biliyordu ki akrep ile yelkovan, bozuk bir saatte bile en az iki kere doğruyu gösterirdi. Yanlış yerde ve yanlış zamanda değildik belki ama yanlış insanlarla olduğumuz kesindi. O nedenle o iki doğru her zamankinden daha kıymetliydi. Bu kadar yanlışın içinde doğrunun kıymetini anlayabilmek için bugün yolları ayrıldı akreple yelkovanın. Bir sonraki doğruda kesişene kadar yollar, bugün çekip gidilecekti. Aynı yollardan yürünecekti sessiz sedasız. Bir “elveda” cümlesiyle çıkıldı tek başına yola… “Yolun ve bahtın açık olsun…”denildi sonrada.
Yollar ve bahtlar açık olsundu. Seyrüseferini tamamlayan bir sonraki doğruda dursundu. Dursun ve beklesindi. Beklesin ve özlesindi. Özlesin ve düşlesindi. Düşlesin ve çağırsındı. Öyle bir çağırsındı ki kainatta yankılansındı o çağrı. O çağrıyı duyana kadar bütün yürekler sussundu. Yok yok hatta dursundu…
09/09/07-Pazar/23:07
YORUMLAR
Kaç defa dedi “al çantanı sırtına, düş yollara, ver kendini dağa taşa, akan suya, uçan kuşa…” diye. Biliyor ya deliliğimi, gözü kara hallerimi ondan böyle oyunlar oynuyor bana.
İSTERİZDE NEDEN YAPAMAYIZ BUNU SESLİ DÜŞÜNDÜM...İÇ SES İLE DIŞA VURUM FARKLI SANIRIM...
YİNE KEYİFLERLE OKUDUM...
SEVGİYLE..