- 1495 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Südüklü hörü!...
" Tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutlarım "
Okulun ve sınıfımızın tabanı siyah ziftle boyanmış tahtalarla kaplıydı. Ziftlerin fazla sürüldüğü tahtalar üzerinde öğrenciler kızak kayar gibi kayıyorlardı. Dengesini kaybedenlerden ise ziftli tahtalar üzerine kapaklanıyor;eli, yüzü ve elbiseleri kirleniyordu.
Sınıfımızın güney ve batısında küçük boylarımızla uzanamadığımız pencereler, tam karşımızda sim siyah bir kara tahta, onun yanında öğretmen masası ve üç sıra halinde dizilmiş sıralar ve masalar vardı.
Alaca’nın Dumlupınar ilkokulu’nun giriş katının güney cephesindeki işte bu sınıfta okuma yazma öğrenmek için ilk adımımı atmıştım.
Öğretmenimiz kendini tanıttı. “Adım Nesimi Kamış“ dedi. Sıra ile bizleri ayağa kaldırdı. İsimlerimizi söyledik. Kimi arkadaşımız isimlerini söyleyemedi. Çünkü onlar hâlâ ağlıyorlardı.
Öğretmenimiz bir çok nasihatler verdikten sonra “Çocuklar çişiniz geldiğinde her zaman sınıftan çıkabilirsiniz. Okulumuzun tuvaletleri arka bahçede. Bilmeyen var mı?“ dedi.
Hiçbir kimseden ses çıkmadı...
Ben bu sözleri duyunca çok sevindim ama bir türlü hocamdan izin alıp tuvalete gidemedim.
Mahcup bir çocuktum. Öğretmenim bir şey sorduğunda yüzüm kıpkırmızı oluyordu.Çok sıkışmıştım. El kaldırmaya çekiniyordum.
İmdadıma bir çan sesi yetişti. Bu çan sesi sarı demirden yapılı uzunca sapı olan okulun ziliydi. Şimdi ki gibi okullarımızda çeşitli müzikler çalan bir zil sistemimiz yoktu. Müdür Beyin veya Müdür Yardımcısının emriyle vakit gelince Satı kalfa mı olur, Zikri kalfa mı olur hangisi müsaitse uzun saplı okulun zil çanını alırlar, sallaya sallaya dolaşarak, bizlerin dersten çıkmamıza veya derslere girmemize yardımcı olurlardı. Bazen de zili öğrenciler çalardı. Zili çalan öğrenci de bunu zevkle sallaya sallaya yapardı.
Çanın sesiyle sınıftan nasıl çıktığımı bilemiyorum. Doğru okulumuzun kuzey doğu köşesindeki tuvalete koştum. Önlüğümün altında askılı pantolonum vardı. Çişimi yapabilmem için önce önlüğümü çıkarmam gerekti. Hızlıca düğmelerini çözdüm. Askılı pantolonumu tam açarken, paçalarımın arasından sıcakça bir şeyin aktığını hissettim.
Altıma küçük çişimi kaçırmıştım ama rahatlamıştım.
İlkokulun ilk gününde akşama kadar ıslak pantolonla oturduğum sırada “Süt dökmüş kedi gibi“ sessizce durdum. İlk gün sadece ben işememiştim; benim gibi birkaç arkadaş daha vardı…
Çok fazla altına kaçıranları öğretmenimiz evlerine göndermişti.
Sevinçle geldiğim ilk mektebimin ilk gününde, akşam ıslak ve sidik kokulu pantolonumla üzgün üzgün eve dönmüştüm.
Annemden, “Eşek kadar çocuksun. Nasıl altına işersin? “diye, iyi de bir azar işitmiştim…
“Askılı pantolonumu çıkaramadım. Bu yüzden altıma işedim“ desem de kendimi anneme inandıramadım.
“Zaten sen çocukken de altına işerdin“ demesin mi annem.
Yüzüm kızardı. Boynumu büktüm.
Birden çocukluk günlerimi hatırladım.
Doğru söylüyordu Annem. Birçok çocuk gibi ben de okula başlamadan önceki hayatımda altımı ıslattığım geceler çok olmuştu.
Çocukluğumda ne zaman akşam karpuz-kavun yesem, çay içsem o gece yatağımı ıslatırdım. Bu yüzden annem bana akşam karpuz, kavun yedirmezdi; çay içmeme müsaade etmezdi.
Bense gizliden yerdim kavunu karpuzu. İşte o gece hiç hissetmeden altıma kaçırırdım...
Annem sabah erkenden kalkıp, ahırdaki hayvanlara bakmaya ve onları sağmaya gittiğinde hemen uyanır, yanan sobanın yanına yanaşır, ıslak donumu kurutmaya çalışırdım. Çoğu kere fazla yanaştığımdan donumu yaktığım da olurdu.
Annem odaya gelip “Oğlum kalkmıyor musun? Öğle oldu. Hadi kalk“dediğinde ise “Anne biraz daha uyuyacağım“ der, uyuma numarası yapıp ıslattığım yatağımı kurutmaya çalışırdım.
Bazı kereler Arslan ağabeyimi uykuda ıslattığım yere itelerdim. Ben de kuru yerde yatardım.
Annem de sabah Arslan ağabeyime kızardı. Ben de kendimin işemediğini inandırmak için ıslak donumu göstererek “Anne bak ağabeyim benim üzerime de işemiş“ derdim. Annem yutmazdı tabii buna. Beni yakaladığı gibi ıslak donumun üzerinden popoma birkaç şamar vururdu; şamarların acısını tüm bedenimde hissederdim.
Yaz günleri ıslanan yatağımızı annem bahçeye çıkarır güneşin altında kuruturdu. Kış geceleri ise bu kurutma sobanın kenarında olurdu. O zaman da evin içine kesif bir koku yayılırdı.
Bu yüzden benim evde adım “Südüklü Hörü“ idi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.