- 1670 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sonbahar gelince uçurtmalar bana uçar
Gelin benimle, okuldaki tek sarı kafanın sahibi olarak, diğer yerli çocuklardan yiyeceği günlük dayağı, peşin olarak kabullenmiş benimle, sadece ilkokulun ilk senesini okuduğum Aziziye mahallesindeki o ilkokula varmak için ablam ve abimle Erzurum kışının o çetin soğuğuna mukavemeti gözönüne alamadığımızdan, sokağın açık olan öbür ucuna kadar gidip dolanmaktansa aştığımız kürelenmiş kar tepesinin yanına varalım.
Sola gidersen bir miktar yürüdükten ve seneler sonra tekrar gittiğimde üzerini kapattıklarını gördüğüm, her zaman hızlı akan bir dereyi aştıktan sonra okula varırdın. O sıralar babam kısa dönem asker olduğundan, giderken aldığı ve tüm cambazlığıma rağmen uzanamayacağım kütüphanenin sarkık bir köşesine koyduğu defter stoku, sık sık tekrarlanan gasb eylemlerinden sebeb tükenmeye yüz tutmuş, dedemin de -ki kendisi pek aksiydi-okula yaptığı muhtelif seferler, en küçüğü benden iki yaş büyük sıradaşlarımın gözünü korkutmuş olmamalı ki, ben sol taraf yerine, o tepeden, hemen askeriyenin karşısında kiraladıkları evde kalan üniversite öğrencilerinin yanına gitmek için sağ tarafa kıvrılmayı yeğlerdim hep.
Mahalle halkının arasıra top oynamak için tecavüzde bulundukları bu geniş askeri arazide oynadıkları maçlar, nöbetçi subayın tüfek menziline girmeyecek uzaklıktaki kışladan gönderdiği kasaturasını tuta tuta koşarak gelen bir erin oyun efradının ve saha içerisine yığılmış seyirci güruhunun görüş menziline girmesiyle son bulurdu.
Hatta yamulmuş tellerden gına gelmiş bir komutanın mahalle halkının en kıyasıya müsabakasını yaptıkları bir günde, sokağın öbür ucundan bir kamyon asker getirip, ontan sahada kıstırdıkları günü de hatırlarım.
Tam yamulttukları yerden sahayı terk etmek mecburiyetinde kalan mahalle efradının, tam o noktada durmuş bir subaydan sırayla dayak yedikleri yerin hemen bitişiğinde, doğal bir tribün gibi ahalinin sıralandığı bir tepenin aşağısında da cirit şenlikleri başlardı.
Babamın subay arkadaşlarından birinin askeriyede yaptırdığı, üzerine binip de mahallenin diğer çocuklarına ittirdiğim, sırayla onları bindirdiğim, korkunç bir gıcırdama sesini çıkartan, kanatlarının zımparalanmamış kaynak yerlerinin pantolanlarımı yırttığı veyahut derimi çizdiği metalden, kocaman bir uçağım olduğumdan mıdır, mahallenin veledleri ile sorunum hiç yoktu, ama annem kulağında kocaman bir yarası olan, Erzurum’dan taşınırken uçağımı ona bıraktığım, Hüseyin’le oynamamamı, yoksa benim de kulağımda öyle yaralar çıkacağını söyleyerek tembihler dururdu beni hep.
Beraber su sattığımız cirit şenliklerinde, onlardan fazla ciro yapmam bile hiçbir zaman sorun çıkarmadı aramızda düşünün!
6 yaşındaydım...
Ama ben yine de, çoğu batı illerinden gelme, bana sevgililerini anlatan, bana sevgililerinin resimlerini gösteren, beni memleketlerindeki kardeşleriyle kıyasladıkları, ya bu benim kardeşimden iki yaş büyük, benim de ablamın oğlundan iki yaş küçük ama., diye başlayan cümleler kurdukları, o tek katlı, babamdan sebeb bana her daim kapıları açık o üniversiteli abilerin yanına giderdim.
Neden mi?
Benim hiçbir zaman uçurtmam olmadı, hiç bir zaman bir gökte dingin dingin süzülen bir uçurtma ipine asılma şansım olmadı. O zamanlar, çocukları alıp götürdüğü anlatılan, bu yüzden mahalle çocuklarının, ipi ellerine dolamadan, tahta çomaktan tutarak uçurdukları uçurtmaları besleyen vahşi rüzgarların estiği o zamanlar, anlaşılmaz bir bencilliğe bürünürdü çocuklar... Yalvardığım halde, hatta plastikten asker oyuncaklarımı, birkaç dakikalık uçurtma dümenine geçme karşılığında değiştirmeyi teklif ettiğim o çocuklardan hiçbiri, benimle o zevki paylaşmazdı.
Bir de mahallede kuyruk uzmanı çocuklar vardı, adeta bir bilge muamelesi gören, ta karşı mahallede uçan uçurtmanın kuyruğunun tahlilini kendi aralarında yapan, mahallenin diğer veledlerinin, kuyruklarını yaptırmak yahut uçurtmanın dümenini ayartlamak için sezonluk işlerinin düştüğü, muhtaç oldukları çocuklar!
Uçurtma sezonu aniden biterdi, ben uçağımı artık dışarı çıkarmazdım. Mahallede de veledler kemikten, sadece o yöreye mahsus hayvanın kıkırdak yerleriyle oynadıkları, misket oyunlarına başladıkları zaman, ben abilerimin yanıma giderdim.
Onlara, -evet palavra attığımı bile bile - beni vahiy inmiş bir peygamber dinler gibi dinleyen - arada kıkırdayan münafıklar da yok değildi - ben yalancı peygamberin vahiy katipleri onlara, uçurtmamın büyüklüğünden, Keresteciler Çarşısına babamla giderek nasıl da ince çıtalar kestirdiğimi, üniversitenin karşısındaki kitapçıdan babamın aldığı uçurtma kaplarıyla nasıl da büyük bir uçurtma inşa ettiğimi, üstelik mahallenin o çok bilmiş kuyruk üstadlarından daha iyi kuyruk yaptığımı, hatta yeni bir ağırlık sistemi geliştirdiğimi, -o kuyruk üstadlarını gizli gizli dinlerdim- bir çomak tahtasına sardığım ipimi, bir gün ortasında göğe saldıktan sonra, ikindiden sonra toplamaya başlayıp da ancak akşam ezanlarıyla beraber eve döndüğümü, uçurtmamım koptuğu bir gün -benim için o zaman uzaklık mesafesi oydu- alay binasından öteye düştüğünü anlatır dururdum da bir tanesinin gıkı çıkmazdı, arada dedim ya kıkırdayan münafıklar hariç.
Beni kapıya uğurlarken, ya şu uçurtmanı getir de bir görelim diyenlere, sıralanacak bir sürü mazaretim de vardı.
Oyunları bitmiş, beni kapının önünde bekleyen çocuklara, bir sezonun biriktirdiği kinli bir bakışla, ama sizin asla benim gibi bir uçurtmanız olamayacak diyen bir bakışla baktıktan sonra, doğru eve giderdim.
Fakültenin santralcisi kördü. Santrali de hani şu elli akademisyenden ikisinin bile aynı anda evi arayamadığı tek dış hatlı, sokma çubukluydu. Benim de en büyük zevkim, babamın karşı karşıya dayanmış iki masayla ama tek telefonla paylaştığı bu odasında, ahizeyi kaldırdığın zaman santralı çaldıran bu tek telefonla babam dersteyken oynamaktı. Fakültenin santralcisinin imdadına yetişen, beni ta babama kadar şikayet eden cadoloz kadının o katta her daim hazırda bekleyen odacı olmasına imkan yoktu.
Odacısına babam, şehrin toptancılarından aylık yaptığı alışverişleri at arabasıyla taşıttırırdı. Babamın da üzerime ilk yıktığı mesuliyet, bu hafiften sağır, bu yüzden oturduğu sandalyeden gözleri her daim, koridordaki odalardan hangisinden çağrıldığını belli eden metal düzeneğe takılı bu adamın tam yanına yahut da arasıra hayvanın sırtına şaklattığı kırbaçlardan ürkmüş olmalıyım ki, bir şeker çuvalına dayanarak arka tarafta eve kadar eşlik etmekten ve bütün eşyayı yukarı kadar taşıdıktan sonra kılı kılına verdiği parayla, ona bahşiş verip, bir tek ona gazoz almaktan ibaretti.
O adamın gazozu içerken çıkartttığı sesle, benim de bakıp yutkunurken çıkartttığım sesi, bir de babamın odasındaki o metal, çevirme kulplu, iki kapılı ve alt tarafı mutlaka takılan dolapının açılırken çıkarttığı sesi hiç unutamıyorum ki, aynı ses gıcıklığına mahkum bir şekilde gözlerimi kapatıp, yutkunarak Babama: "Bana bir uçurtma alabilir miyiz?" demiştim.
Ama, sadece bir mühendis çocuğuyla benim sahip olduğum, matematik dersi için ayrı kareli defterimizle, bu mahrumiyet bölgesinde bu türden ayrıcalıklara sahipken, bir uçurtmaya sahip olma saadetinden her zaman mahrum kalmıştım bu şehirde ve taki İstanbul’a babamın kendisini meşgalenin ortasında bulacağı, bizi bize bırakacağı İstanbul’a kadar taşındığımız diğer şehirlerde de!
Hatırlamam, babam bana masasının hemen yanında uzanabileceği raf sıralarına dizdiği, her bir cildine Alfabenin bir harfinin kazındığı, Fransızca kamustan ilk olarak C harfini, mübalağa olmasın diye buraya yazmadığım bir erken yaşta öğrendiğimi söyler durur da hatırlamam.
Ama babamın maaşından kaç taksitle ödediğini anlatıp durduğu o pahalı büyük daktilosundan, L harfini kırdığım, babamın elinde o tersine L harfi kalıbıyla çaresiz durduğu, benim de her zaman geldiklerini, annemin daha sabahleyin pişirmeye başladığı Boşnak böreklerinin kokusuyla anladığım, her zaman aniden gelen dedemlerin varlığından ve uzun süreli kalmaklığından mıdır, babamın gadabından kurtulduğum o günü, babamın o gadabını, L’yi kırdığım günü çok iyi hatırlarım.
Babam bana C’yi hatırlatır durur, ben de babama L’yi hatirlatıyor ve teşekkür ediyorum.. Beni bana bıraktığı ve ısrarla istediğim halde bir uçurtma almayıp, tüm uçurtmaların bana uçmasını sağladığı için..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.