- 1838 Okunma
- 27 Yorum
- 0 Beğeni
HIRKA
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Annemden ayrılmanın verdiği büyük bir iç sıkıntısı ile ağlaya ağlaya başlamıştım ilk okul günüme. Sınıflara girip sıralara oturma vakti geldiğinde, daha bir sıkı sarılmıştım annemin eteklerine.Onu bırakmak istemiyordum, daha doğrusu onun beni bırakıp gitmesini istemiyordum.
Ağlıyordum, gözyaşlarım süzülüyordu yanaklarımdan ama hıçkırıklarımı yutuyordum.O geldi yanımıza, ilk öğretmenim… Ne kadar genç, ne kadar güzel, sesi ne kadar yumuşaktı ve elleri, elleri ne kadar sıcaktı.
Hafifçe çenemden tutup beni kendisine bakmaya zorladı.İlk o an göz göze geldik onunla.Yüzünü çevreleyen, dalgalı kısa kesilmiş saçları vardı. Gülümsüyordu, her iki yanağında çukurlar oluşmuştu.Parmak uçlarımla dokunmak istedim o iki minik çukura.Annem gibi baktı bana...Onun kadar içten ve onun kadar sevgi dolu…Sonra elimi tuttu, içimdeki bütün endişe ve korkular birden bire yok olmuştu. O içimi okşayan yumuşacık sesiyle:
-Hadi bakalım sınıfa giriyoruz, arkadaşların bizi bekliyor.
Elimin tersiyle yanaklarımdaki yaşları sildim. Annemim avucunun içindeki diğer elimi usulca çektim.Hiç itiraz etmeden onunla birlikte sınıfa girdim ve onun gösterdiği sıraya oturdum.
O gün ve ondan sonraki günler, büyük bir açlık ve hevesle onu pür dikkat dinledim.Sınıfta okuma yazmayı ilk öğrenen ve kırmızı kurdeleyi ilk takanlardandım. İşaret parmağımda kalemin izi kalırdı fiş cümlelerini doldururken defterimin sayfalarına. Öğretmenimle aramda temeli o günlerde atılan sağlam bir sevgi köprüsü kurulmuştu.
İlkokuldan mezun olana kadar onun sınıfında, onun öğrencisi olmak büyük bir şanstı benim için. Çalışkanlığım, verilen her görevi büyük bir özveriyle kabul etmem ve azmim sayesinde okulda diğer öğretmenlerin de sevdiği öğrenciler arasındaydım.
...&...
Okul yıllarım herkesin olduğu gibi unutulmaz anılarla geçti.Hatırladıkça hala hüzünlendiğim ya da gözlerimden yaş gelene kadar güldüğüm harika anılar...
Hele bir tanesi var ki...Gülsem mi ağlasam mı hatırladıkça şaşıyorum hala..
Yıl 1981 dördüncü sınıftayım.O yıl babamın büyük emek vererek, neredeyse her bir tuğlasını kendisinin ve annemin yerine koyduğu evimize taşınmıştık.Köyün biraz dışarısında, önünden dere geçen bir arsadaydı evimiz. Babam asma bir köprü yapmıştı yol ile bahçemiz arasına. Evin bütün malzemesini annemle birlikte o asma köprüden el arabası ile taşımışlardı. Onlar evin inşaatinde çalışırlarken ben de kardeşime bakar annemle babam için yemek pişirirdim. Öyle ahım şahım şeyler değildi pişirdiklerim. Lapadan hallice bulgur pilavı, soğanları hafif yanmış patates yemeği...Patates çorbası desem daha doğru olacak, suyunun kıvamını bir türlü ayarlayamazdım.Her neyse o asma köprü var ya babamın yaptığı, çocukken en büyük zevkim yağmur yağdığında o köprünün ortasında durup çağıldayarak akan dereyi izlemekti.
...&...
O gün uyandığımda hava bulutluydu ama henüz yağmur başlamamıştı. Annem saçlarımı ördü, o meşhur kurdelelerimi taktı (kolalanmış, kocaman iki papatyaya benzeyen o beyaz kurdelalar) ve beni okula uğurladı.
Biz derste iken birden yağmur başladı, bardaktan boşanırcasına... Ama nasıl yağıyor, iri yağmur damlaları sınıfın camlarını delecek sanki. Aklım bizim derede, kesin diyorum akmaya başlamıştır bu kadar yağmurdan sonra. İçim kıpır kıpır bir an önce zil çalsa da ben eve gitsem diye kıvranıyorum sıramda. Sonunda zil çaldı, zil dediğim şimdikiler gibi değil, nöbetçi öğrencilerden birinin elindeki minik bir çanın sesi duyulan. Kapının yanındaki ilk sırada oturuyorum, zilin sesini duyar duymaz fırladım yerimden.Karnım da acıkmıştı ama benim asıl açlığım derenin bulanık suyunun şırıltısını dinlemek. Okulum eve çok yakın bir kaç dakikada asma köprünün başında buldum kendimi.Yanılmamışım o kadar şiddetli yağmıştı ki yağmur dere coşmuş, gürüldüyor,çağlayarak akıyordu. O tahta köprüden elimdeki minik taşları suya ata ata geçtim.
Yemeğimi yedim, cebimde leblebilerim, elimde iki mandalina okulun yolunu tuttum gene.
Arkadaşlara anlatıyorum ballandıra ballandıra:
- Sevilay, Suzan, Ayşe, Raziye dere akıyor dere. Öyle bulanık ki suyu ve öyle gürültü çıkarıyor ki akarken. Görmeniz lazım.
Hepsi gözlerini açmış kocaman kocaman, heyecanla beni dinliyorlar. ’’ Hadi!’’ diyorlar ’’ Bizi de götür, biz de görelim.’’
Daha zilin çalmasına vakit var, kızlarla beraber bizim evin yolunu tutuyoruz. Köprüye varmadan, yolun kenarından seyrediyoruz dereyi.Oraya kadar gelmişken eve uğrayıp bir kaç mandalina daha almak istiyorum. Ayşe diyor ki:
-Hadi şurdan geçelim karşıya, tam ortadaki büyük kayanın üstüne basarsak iki adımda karşıdayız.
-Olur, diyoruz hep bir ağızdan.
Sırayla, Ayşe, Suzan, Sevilay ve Raziye geçiyorlar karşıya. Sıra bende. Tam ilk adımımı atıp taşın üzerine basacağım anda ayağım kayıyor ve ben cumburlop suyun içinde buluyorum kendimi.Aman Allah’ım! Önlüğüm ıslanıyor, ayakkabılarım, çoraplarım ve saçlarım... Kolalanmış kurdelalarım susuz kalmış papatyalara dönüyor ıslanınca. Su çamurlu üstelik, üstüm başım ıslanmakla kalmıyor kirleniyor bir de. Ben maf oldum, bittiğim andır. Bu halde annemin karşısına nasıl çıkarım. Çare yok, saçlarımdan, eteklerimden çamurlu sular akar vaziyette kapıyı çalıyorum parmaklarımın tersi ile. Annem beni o halde görünce bir çığlık atıyor:
-Bu ne hal Hicran? Ben seni az önce okula göndermedim mi?
Arkadaşlarım beni kapıya kadar getirmişler, annemin öfkesini görünce de gerisin geriye okula dönmüşlerdi.
Ne desem faydasız annem öyle sinirli ki, şimdi kendimi savunmanın hiç sırası değil. Yarım ağızla:
- Şey anne dere...dereye bakmak için...
- Hay senin derene!
Bir yandan söyleniyor, bir yandan da sobanın üzerindeki su güğümünü banyoya taşıyordu annem. Başım önümde banyoya girdim. Sağıma soluma çimdik ata ata yıkadı annem beni. Saçlarımı tararken de bir iki çekiştirdi, öfkesi hala geçmemişti belli ki. Aslında biraz haklı, biraz değil epey haklıydı sanırım. Yedek önlüğüm yok, ne giyeceğim şimdi okula giderken ben? Gözlerimden sicim gibi yaşlar akıyor ama sesimi çıkaramıyorum ağlarken. Sesli ağladığımı görse hem suçlusun hem zırlıyorsun deyip daha da öfkelenecek annem biliyorum.
Geçen bayramda alınan siyah kadife pantolonumu, kırmızı kazağımı ve annemin yeni ördüğü beyaz hırkayı giyiyorum. Annem gene saçlarımı örüyor iki tane ama bu kez kurdela yok örgülerimin ucunda. Buna içten içe seviniyorum çaktırmadan anneme. Çünkü o kocaman papatya irisi kolalı kurdelaları takmaktan nefret ediyorum. (Sınıfta başka kimsede yok ki öyle kocaman kolalı kurdela)
Sadece iki çift ayakkabım var. Birini az önce ıslattım, diğeri geçen yıldan kalan. Onu giyiyorum mecburen. Ayaklarımı sıkıyorlar ama çıplak ayakla gidemeyeceğime göre okula, hiç şikayet etmiyorum..
Ders zili çalmış herkes sınıflara girmiş. Sınıfın kapısını çalıp öğretmenimin ’’gir’’ sesini duyunca kapıyı usulca açıp başımı uzatıyorum. Öğretmenimin ’’ Gel bakalım Hicran’’ demesi üzerine, derse geç kalmış olmanın mahcubiyeti ve ezikliği ile başım önümde iyice küçüldüğümü hissederek, yerime geçip oturuyorum. Arkadaşlarım olanları anlatmış olmalı öğretmenimize bana hiç bir şey sormuyor. Derse kalınan yerden devam ediyoruz. Tenefüs zili çalıyor herkes dışarı koşuyor. Yağmur dinmiş, güneş açmış hatta bir ucu denizde bir ucu tepenin ardında gökkuşağı bile süsleyivermiş gökyüzünü. Dışarı çıkacak, koşup oynayan arkadaşlarıma karışacak ne halim var ne de neşem... Üstelik çok üşüyorum ve durmadan hapşuruyorum. Sınıfın ortasında yanmakta olan kocaman teneke sobanın yanına gidiyorum. Saçlarım hala ıslak. İçimin titremesi geçmiyor bir türlü. Biraz daha biraz daha derken iyice yaklaşıyorum sobaya ve aksilik bu ya kaşla göz arasında o yepyeni canım hırkamın kolu yapışıveriyor sobanın kızgın borusuna. Şeytanın işi yok o gün benle bozmuş kafayı.
Eyvah!
Bittim ben bittim!
Bu kez kesin öldürecek annem beni!
Tembihlemişti de üstelik: ’’Üstünü kirletme dikkat et! Oraya buraya koşup düşme gene fena yaparım!’’
Kirletmek ne kelime,ben hırkamın kolunun dörtte üçünü sobanın borusunda bırakmıştım. Şimdiki gibi gardırop dolusu kıyafet nerde o zamanlarda. O benim tek ve en yeni hırkamdı. Of Off... Nasıl ağlıyorum, nasıl bedbahtım, nasıl üzgünüm bilemezsiniz.Ders zili çaldı. Herkes sınıfa doluştu tekrar. Arkadaşlarıma gösterdim hırkamı. Öğretmenimiz de geldi. Beni o vaziyette görünce:
-Ne oldu Hicran neden ağlıyorsun kızım?
Ben hıçkırmaktan cevap veremiyorum. Kızlar anlatıyor küçük kazayı.’’Bunda korkacak ne var ki?’’ diyor öğretmenim, ’’ Allah’tan kolunu yakmamışsın.’’ ’’Olmaz!’’ diyorum ben ’’ Eve falan gidemem, annem zaten çok öfkelendi dereye düştüm diye, şimdi bir de hırkamın kolunu yaktığımı görürse deliye dönecek, gitmem ben eve gitmem, burda okulda kalırım daha iyi.’’
’’ Hay Allah diyor’’ öğretmenim ’’Neyse dersimize başlayalım buluruz bir yolunu hadi ağlama artık sen de.’’
Cebinden o güzel kokulu, ütülü mendilini çıkarıp gözyaşlarımı siliyor özenle.Son ders müzik dersi, dilimin ucuyla eşlik ediyorum söylenen şarkıya:
Sonbahar geldi
Leylekler uçtu
Yağmurlar düştü
Hapşu..ha ha hapşu
Ha ha ha ha hapşuu
Paydos zili çalıyor. Bütün öğrenciler evlerinin yolunu tutmuşken ben inatla sınıftayım hala ve bir kaç arkadaşım yanımda beni ikna etmeye çalışıyorlar:
- Hadisene Hicran!
-Yok gitmem! Gitmem, ben burda kalıcam gitmem işte!
Baktılar keçi damarım tuttu inadım kırılmıyor,henüz öğretmenler odasında toparlanmakta olan öğretmenimize haber veriyorlar. Diğer öğretmenlerle birlikte yanıma geliyor öğretmenimiz:
-Tamam diyor gitme, biz annene haber gönderelim o gelsin. Durumu anlatır, yumuşatır, yatıştırırız öfkesini, meraklanma sen.
İki arkadaşımı bizim eve yolluyor. Koşar adım bizim eve gidiyor kızlar. ’’Ayşe teyze Süheyla öğretmen sizi bekliyor okulda.’’ deyip annemi de alıp geri dönüyorlar. Annemde bir korku bir telaş...Bana bir şey oldu sanıyor. Çünkü daha bir kaç ay önce okulun bahçesindeki boş havuzun kenarında kovalamaca oynarken, havuzun içine düşüp başımdan yaralanmıştım. Canım annem nasıl da korkmuştu beni sınıftaki sıraların birinin üzerinde yatar vaziyette görünce. Çok şükür ki korkulacak bir durum yoktu, sağlık memuru gelip kontrol etmişti yaramı. Artık sakarlık mı diyeyim, yaramazlık mı, şanssızlık mı sokakta, okulda koşup oynarken düşer, dudağımı, çenemi dizlerimi yaralardım. Bir defasında düğün meydanındaki gelini daha iyi görebileyim diye boş varillerin üzerine çıkmış, düşüp kaşımı patlatmıştım, dört dikiş atmıştı doktor. Sağ kaşımın üstünde, çenemde ve dizlerimde hala o günlerin izleri duruyor.
Annem etekleri tutuşmuş bir vaziyette sınıfın kapısında beliriyor, gözleri beni arıyor. Ben korku içinde sınıftaki paravanın arkasına gizlenmişim sessizce bekliyorum.Üç öğretmen; sınıf öğretmenim Süheyla, üçüncü sınıfları okutan Zuhal öğretmen ve beşinci sınıfları okutan Emel öğretmen,annemi karşılıyorlar. Annem soran gözlerle bakıyor onlara. Öğretmenim durumu anlatıyor kısaca:
-Durum bundan ibaret, Hicran eve gelmeye korktu senden çekindiği için diyor.
Annem gülmeye başlıyor:
-Bu muydu mesele? Ben de önemli bir şey var sandım. Yanan hırkanın kolu olsun artan iple tekrar örerim ne olacak ki ,diyor.
Ben hala paravanın arkasındayım. Öğretmenim sesleniyor:
-Hicran hadi çık artık bak annen kızmayacak sana.
Ellerim önümde birleşmiş, başım eğik bir şekilde çıkıyorum saklandığım yerden.Anneme yaklaşıyorum:
-Anne, çok üzgünüm vallahi istemeden oldu, ısınmaya çalışırken, çok üşümüştüm, diyorum titrek bir sesle.Ardından tiz bir hapşuu kaçıveriyor dudaklarımın arasından. ’’İyi yaşa, severek yaşa!’’ diyor öğretmenim, annemin ’’ Çok yaşa!’’ dileğine ilave olarak.
-Sana bir şey olmasın, diyor annem hırka ne ki, tamir ederiz sorun değil.
Olay tatlıya bağlanıyor. Öğretmenime minnet dolu bakışlarımla teşekkür ediyorum. Konuşacak durumda değilim çünkü.
Ama şundan eminim ki ben o kolu yanık hırkayla eve gitseydim kesinlikle annemden azar işitirdim. Kızılca kıyamet kopardı evde, demediğini bırakmazdı bana hatta okkalı bir kaç şamar da yerdim.Ha tabi ki de kolum yanmadığı, bana bir şey olmadığı için annem şükrederdi ama yoksulluğun gözü çıksın .Bayramdan bayrama yeni elbise ve ayakkabılarımız olurdu. Gezmeye gidecek olsak, onu giymem, bunu istemem diyemezdik zaten fazla seçeneğimiz de yoktu. Ha deyince alınamıyordu her istediğimiz, bu yüzden elimizdekilerin kıymetini bilmemiz gerektiği ve müsriflikten sakınmamız konusunda habire öğüt verirdi anneciğim.
Annem artan ip ile hırkama yeni bir kol örüp takmıştı.
Yıllar geçti o günü, o hırkayı ve öğretmenimin beni annemin olası hışmından kurtarmasını hiç unutmam, unutamam.
Annemden sonra bana annelik eden, koruyup gözeten, önce kendimi sonra insanları ve doğadaki bütün canlıları sevdiren, okumayı, yazmayı, tarihimizi, kültürümüzü öğreten, Atatürk’ü tanıtan, vatan, bayrak aşkını yüreğime ilk nakşeden, bana beş yıl boyunca emek veren, hayata ilk merhabam olan, o melek yüzlü kadının, canım öğretmenimin ellerinden öpüyorum.
Gününüz kutlu olsun ilköğretmenim.
...&...
Öğretmenlik kutsal bir meslek. Büyünce ne olmak istiyorsun diye sorduklarında verdiğim tek cevaptı ’’Öğretmen olmak istiyorum.’’ Olamadım, şartlar elvermedi.
Geleceğimizi emanet ettiğimiz o mukaddes insanlar ne yazık ki aldıkları üç kuruş maaşla, yurdun dört bir köşesinde, karşı karşıya kaldıkları zor koşullara rağmen, görev aşkıyla dolu yüreklerini açıyorlar çocuklarımıza. Yılmadan, bıkmadan, yorulmadan...
Hak ettikleri değer umarım birgün verilir diyor, bütün eli öpülesi öğretmenlerin gününü kutluyorum.
Başöğretmenimiz Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ ü saygıyla anıyor ve selamlıyorum.
’’Öğretmenler! Cumhuriyet, fikren, bilimsel, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek sicilli korucular ister. Yeni kuşağı bu nitelik ve yetenekte yetiştirmek sizin elinizdedir.’’
KEMAL ATATÜRK
YORUMLAR
Ah öğretmenler...Hele ki eski öğretmenler...
Kutluyorum sizi. Sevgiler.
Hicran Aydın Akçakaya
yorum yazmaya fırsat bulamamıştım oğlumun okulda görevi vardı bu özel gün için...
kolonya kokusu hala burnumda inanır mısınız.. gözlerim dolarak okudum yazınızı...
şimdi gidip yorumumu yazıcam...
Ne dolu dolu, bereketli bir yazı.
Oku oku bitirilemez.. ve her seferinde gözleri dolmadan bitirebilmek.. gönlü taşıran yazıya teşekkürlerimle..
saygı ve çokça selamlarımla...
(yazıları favorilere eklemenin bir yolu var da ben mi bulamıyorum yoksa henüz öyle bir imkana sahip değil miyiz? )
Hicran Aydın Akçakaya
ama düşermişim çok..
bi keresinde annem anlatıyor ben hatırlamıyorum dedemlerin balkonundan güllerin içine düşmüşüm ama şans bu ya hiç biryerim çizilmemiş ve kanamamış...
teşekkür ederim canım...
Değişik bir bakış açısı.
Bu da güzeldi.
Geçmişe bakınca ne çok kazanımlarımız var şükredecek, daha iyi gözlemliyorum.
Lakin nesil hızla bozulmakta.
Okullarda eskiden eğitim ve öğretim verilmeye çabalanır ama eğitim kısmı kerhen eksik kalırdı.
Şimdilerde eğitim hiç yok. Öğretim de yok olma noktasında.
Özel dersler, kurslar ve dershaneler her yeri sarmış ve eğitimde fırsat eşitliğini bozmuş.
Öyle ki; okul kursuna gitmeyen ders geçemiyor.
Dersaneler belli seviyenin altındaki öğrencileri parası ile de almıyorlar.
Bazı okullara bazılarının zaten önceliği var.
Her yerde sahtelik ve kopya. Düzen kokuşmuş. Hocalar tehdit ediliyor ve ipin ucunu bırakmış.
Zorunlu eğitim yüzünden zanaatkarlar azaldı ve bazı meslekler can çekişiyor.
Yazmakla bitmez.
Eğitim sistemi can çekişiyor.
Yeni eğitim teknolojilerinden faydalanıp TV ile evinde eğitime geçilmeli. Dersaneler belkide kaldırılmalı ya da yeniden incelenmeli.
Emeğin için teşekkürler.
Kutlarım.
Hicran Aydın Akçakaya
düşüncelerinize katılmamak mümkün değil...
benim de en büyük idealimdi öğretmen olmak. Benim de içimde yanmakta olan bir uktedir. Ne yazık ki mümkün olmadı. Ben de en büyük iyiliği, yardımı, yakınlığı hatta anneliği öğretmenlerimden gördüm. Hepsinden Allah razı olsun. Bu güzel günde, onları, böylesi güzel bir anıyla anmak, çok güzel olmuş. Tebrikler.
kendimi ulema tayin ettim ve görüş bildiriyorum..
bu öykü bu güne helal..
bu kurdele bu öyküye farzdır..
Hicran Aydın Akçakaya
çok teşekkür ederim öğretmenim:))
Öğretmenler! Cumhuriyet, fikren, bilimsel, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek sicilli korucular ister. Yeni kuşağı bu nitelik ve yetenekte yetiştirmek sizin elinizdedir.
KEMAL ATATÜRK
OGRETMENLER ICIN SOYLENMIS BU SOZ ATANIN SOZU BU SOZUN UZERINE BASKA SOZE GEREK VARMIDIR ONLER BIZIM EN KIYMETLI HAZINEMIZ VARLIGIMIZ EMEGINI VEREN YUREKLI OPULESI ELLERINI SEVGIYLE OPUYORUZ.ONLAR BIZI SEKILLENDIRDI VATAN MILLETE ATANIN IZINDE GITMEMIZE SEVGIYI VERDILER.INSANLIGIMIZIN SEKILLENMESINDER BIZE HER SEKILDE TEMEL OLDULAR.VAR OLMA NEDENIMIZ OGRETMENLERIMIZ SIZI SEVGIYLE KUCAKLIYORUZ,RAHMETLI OLANLARI NUR ICINDE YATSINLAR MEKANLARI CENNET OLSUN.BASTA BAS OGRETMENIMIZ ATAMIZ OLMAK UZERE.
çok yaramazmışsınız sizde Hicran Hanım:)))
gerçekten güne gelmeyi hak eden bir yazı çıkmış kaleminizden
kutlarım arkadşım
saygılar
Hicran Aydın Akçakaya
çok teşekkür ederim...
Hicrancığım öykünün güne gelmesine çok sevindim.İnanılmaz etkileyiciydi. Hakettiğin başarını kutluyorum. Sevgilerimle..
Hicran Aydın Akçakaya
çok teşekkürler...
Hicran Aydın Akçakaya
çok teşekkür ederim...
ünv.bitirdikten sonra dönüp anneme şunu dedim ,anne keşke öğretmenlik mesleğini seçseydim,güzel meslek daha çok değer verilmesi lazım ve takdir edilmesi.
güzel bir yazı / sevgimle
Hicran Aydın Akçakaya
hakikaten dünyanın en güzel mesleği...
teşekkür ederim...
Öğretmenlik kutsal bir meslek. Büyünce ne olmak istiyorsun diye sorduklarında verdiğim tek cevaptı öğretmen olmak istiyorum. Olamadım, şartlar elvermedi.
Geleceğimizi emanet ettiğimiz o mukaddes insanlar ne yazık ki aldıkları üç kuruş maaşla ama yılmadan, ama bıkmadan görev aşkıyla dolu yüreklerini açıyorlar çocuklarımıza.
Bütün eli öpülesi öğretmenlerin gününü kutluyorum.
Başöğretmenimiz Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ ü saygıyla anıyor ve selamlıyorum.
Öğretmenler! Cumhuriyet, fikren, bilimsel, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek sicilli korucular ister. Yeni kuşağı bu nitelik ve yetenekte yetiştirmek sizin elinizdedir.
KEMAL ATATÜRK
anı muhteşem bir şekilde öyküleşmiş..
kendime özdeş çok pasaj buldum içinde..
ve okumaktan büyük bir keyif aldım..
duygulanıp hüzünlenerek zaman zaman..
öğretmenlerimiz..
bize,hayata,merhaba, demeyi öğreten o kutsal varlıklar..
haklarını asla ödeyemeyiz..
yüce(!) devletimiz zaten ödemiyor..
yürekten kutlarım sevgili dostum..
sevgimle..