36
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3217
Okunma

Atalarımız “İyilik yap, denize at, balık bilmezse, halik bilir” demişler. Huyum kurusun hayatım boyunca bu atasözü hep düsturum olmuştur, ne kadar canım yansa, başım beladan kurtulmasa da.
Ahanda bu yaşıma geldim, ne zaman otobüse binsem hamile, çocuklu bayan, harp malulü görsem hemen yer veririm. Resmi dairelerde, hastanelerde, kuyruklarda, bankalarda bir sebeple naçar düşmüşlere aklım yettiğince yol, yordam gösterir, elimden geldiğince yardım etmeye çalışırım. Amma velâkin insanoğlu bu çiğ süt emmiş derler ya, hele bir işi rast gitmeye görsün, işte o an kıçından akan terin zerre kadar değeri yoktur. Tamamı ile Allah rızası için kalkıştığım bu işlerin çoğunda maalesef üç korner bir penaltı yapmaz, bırak üç puanı beraberliği kurtarsam şükrederim, amma velakin yinede vazgeçmem iyilik yapmaktan.
Lakin geçenlerde başıma öyle bir hal geldi ki sormayın gitsin. Sütten bir ağzım yandı ki, kelimenin tam anlamı ile direkten döndüm. Gerçi direkten mi döndüm, gol mü oldum orası henüz belli değil.
Annem de babam da diyabet hastası, bilirsiniz diyabet irsi bir hastalıktır. Yaş desen, yolu yarılayalı hayli zaman geçmiş, neredeyse öbür yarıyı yarılayacağız. Kilo sorunumuz desen neşenin kepek sorunundan aşağı değil hani. Epeydir aklımdaydı, geçenlerde bir kan tahlili yaptırayım, şekerime, kolesterolüme baktırayım neme lazım dedim. Eski mahallemizden baba dostu Müştak amcanın ortanca oğlu Yekta da SSK da dâhiliyeci, iyi çocuktur, tahlil sonuçlarını da ona gösteririm, bakarsın kötü bir şey çıkar alimallah. Ne demişler “hastalıktan korkma geç kalmaktan kork” Allah korusun.
Bu niyetle bayramdan önceki hafta başı Dâhiliyeden randevu aldım, poliklinikte tahlilleri yazdırdım. Bir sonraki gün sabah erkenden, aç karnına, kan vermek için hastaneye gittim. Sıra numaramı aldım, geçtim kuyruğun sonuna sıramın gelmesini bekliyorum. Önümde beyaz sakallı, nurani yüzlü, babacan, sempatik bir ihtiyar var. Cin gibi maşallah diyeceğim de gibisi fazla. Dedim sıramız gelene kadar amca beyle biraz laflarız. Selam verdim
— Geçmiş olsun bey amca neyin var, dedim
—Ah evlat ah dedi. Sorma gitsin mal, mülk, para, pul, hayırsız evlat her şey varda şansım yok şansım.
Dakka bir gol bir. Amca bey bayağı dertli anlaşılan
— Yok, o manada sormadım bey amca rahatsızlığın ne
— Neyim yok ki evlat, hangisini sayayım, Astım ayrı, şeker ayrı, gözde katarakt ayrı, tansiyon ayrı, kanda demir yüksek, idrar yollarında kum var, diz kapaklarımda kireçlenme başlamış, ciğerler su toplamış diyorlar, unutkanlık almış başını gidiyor, daha ne olsun.
— Demir, su, kireç, kum maşallah vallahi, desene bey amca “beton” gibisin yani
Yaptığım espri hoşuna gitmemişti.
— Bırak allasen yav, adet yerini bulsun diye gelip gidiyorum yıllardır. Verdikleri ilaçlar bir tarafı düzeltse öbür tarafı bozuyor. Gaz, gaz, gaz midem davul gibi oldu, bağırsaklarım taş kesti vallahi, Yine de şükrolsun, her şey Allahtan evlat, beterin beteri var, dedi
Bütün bu dertlerine rağmen bey amcanın tevekkül kokan tavrı içimdeki iyilik perisini galeyana getirtmeye yetmiş artmıştı bile. Dedim, bey amca "alternatif tıbbı" denedin mi hiç
— Ooo, gitmediğim kaplıca, içmediğim ot suyu, sapı, kökü, yaprağı, tohumu senin anlayacağın yemediğim fışkı kalmadı, nafile.
— Dur bakalım bey amca hemen pes etme tıp da alternatifler bitmez. Mevla’m neler, neler yaratmış kullarına şifa diye. Mesela “şifalı taşlar” var. Hiç duymadın mı?
Denize düşen yılana sarılırmış misali, amca bey çaresiz gözlerle bana baktı, hele bir anlat bakayım evlat dedi.
Malumu âliniz bu devir de tıp sektörü para basmada darp haneyle yarış halinde. Kanaatim odur ki bu günkü teknolojik imkânlar ve gelişmeler sayesinde birçok çaresiz hastalığın çaresi bulunmuştur. Lakin vicdan-cüzdan ikileminin yarattığı arsız cazibe hekimlerin gözlerine dolar yeşili bir perde indirmiştir. Para mı, yemin mi tercihinde genellikle Hipokrat’ın kemiklerini sızlatacak bir sonuç çıkmaktadır ortaya. Ne yalan söyleyeyim, bende bu kanaatimin yarattığı insiyakla zaman içinde şifalı otlar, şifalı taşlar, detoks gibi diğer tıbbi alternatiflere yöneldim. Yöneldim dediysem aman ha, sakın yanlış anlamayın. Rahmetli Barış Manço misali, nane, limon kabuğu, hatmi çiçeği, içine zencefil, üstüne tarçın, altına çöre otu falan filan.
Yıllar önce babamın Gedikpaşa’da esnaflık yaptığı yıllarda gümüş ustası bir Ermeni komşumuz vardı, Mıgırdıç usta . Geçmiş zaman, eğer öldüyse toprağı bol olsun, yaşıyorsa kulakları çınlasın, aynı zamanda minerologdu . Babamdan gizli sigara kaçamaklarında hep onun dükkânına arazi olurdum. Bu sigara kaçamaklarında dükkândaki çeşit, çeşit taş parçalarını görür adı ne, neye yarar, hangisi şifalı, hangisi zararlı ben sorar o anlatır, o anlatır ben dinlerdim. Taş bulaşıklığımda o zamanlardan kalma anlayacağınız. İşte bu bilgilerime de dayanarak; dedim sevaptır bey amcaya bir iki bir şeyler aktarayım, şifa bulur inşallah. Arkamızdan bir dua etsin yeter.
— Bak bey amca istersen sayacağım “taş” isimlerini, nelere iyi geldiğini not et, şifa bulursun inşallah, hem herhangi bir zararı da yok, dedim
— Dur evlat bir kâğıt kalem çıkarayım hele.
Gömleğinin yaka cebinden birçoğu ufak tefek notlarla dolu bir kâğıt topağı çıkardı.
— Kalemin var mı evlat
— Var da; ver istersen ben yazayım bey amca
— Yok, evlat senin yazını okuyamam belki, ben yazarım, garanti olsun neme lazım
— İyi o zaman yaz şimdi, bak “Oltu taşı” ciğerlerindeki suya, astımına iyi gelir, mesanedeki kumları döker atar, “sedef taşı” kataraktına iyi gelir
— Ooo iyi, iyi. Evde “Oltu” taşından, “sedef” kakmalı bir tespihim vardı, desene sonunda bir işe yarayacak.
— Ondan sonracıma “kehribar” enfeksiyonları azaltır, “zebercet” kan dolaşımını hızlandırır, tansiyonu düzenler, “turkuaz” bağışıklık sistemini güçlendir ,”kuvars” sindirim sistemini, bağırsakları çalıştır. “Mercan” ise şeker hastalığına iyi gelir.
— Yahu evlat bir şey daha sorsam eğer ayıp olmazsa
— Buyur bey amca aşk olsun niye ayıp olsun
Sağ eliyle havada kornaya basar gibi bir hareket yaptı.
— Yahu sevabına, bu işe yarayan bir şey yok mudur bu kadar taşın içinde.
Gülümsedim
— Olmaz mı bey amca, yalnız onu buraya yazarsak bir gören olursa şık kaçmaz ha. Gel onu da kulağına söyleyeyim
— Oy senin Allahına kurban.
— İyi aç kulağını fısfısfısfısfısfısfısfısfısfısfıs . Yalnız bu taş biraz pahallıdır ha ona göre.
— Olsun evladım, orasını sen düşünme.
Tam reçeteyi bitirmiştik ki kan verme sıramızda geldi. Kanlarımızı verdik vedalaşıp ayrıldık. Daha şimdiden arkamdan bol, bol dua edince ne yalan diyeyim, içim bir hoş oldu, kendimle bir başka gurur duydum.
*
Neyse uzatmayayım, Perşembe günü telefonla Yektayı aradım , tahlillerin çıktığını haber verdim. Ağabey dedi, Cuma günü poliklinikteyim, öğlen tatilinde bir uğra bakarız tahlillere. Cuma günü polikliniğe gittim, öğlen tatilinden önceki son hastada odadan çıkınca, kapı aralığından Yekta beni gördü, buyur ağabey gel dedi. Tahlilleri gösterdim, inceledi merak edecek bir şey yok ağabey dedi. Kan değerlerinin hepsi normal sınırlar içinde.
O ara masasının üzerinde bir kavanoz içerisindeki sedef kakmalı Oltu taşı tespih taneleri gözüme ilişti. Merak ettim sordum
—Hayırdır Yektacığım tespih merakın olduğunu bilmiyordum. İpimi mi koptu, koymuşsun kavanoza.
Güldü;
— Ha o mu? Ağabey anlatsam inanmazsın vallahi. İki gün önce acile bir ihtiyar getirdiler, yarı komada. Onun karnından çıktı.
Şaşırdım ama huylanmadım da değil hani.
— Allah, Allah nasıl olmuş ki, dedim.
— Anlattığına bakılırsa hesapta geri zekâlının biri poliklinikte buna bazı taş isimleri saymış, bunları kullan rahatsızlıklarına iyi gelir demişmiş. O gördüğün tespih karnından çıkartıldı
— Oha yani, imamesini de yutmuş mu bari.
Yekta kahkahayı patlattı
—Hah hah ha. Ölümden döndü neredeyse. Olaya adli makamlar el koydu. Böyle bir şeye ihtimal vermediğimiz için bir de nörolojiden doktorlar inceleyecekler aklı yerinde mi diye.
Dondum kaldım
— Vay bunak vay. Yok, yok kesin bunamıştır, hiç olur mu öyle şey.
Geri zekâlı ha, ulan bunak ihtiyar ben sana taşları yut mu demiştim sanki töbe, töbee. Yektaya döndüm.
—Daha başka neler çıkmış, yalnızca tespih mi?
—Ha ha ha, ooo sorma ağabey bir tane kehribar kolye ile iki adet de turkuvaz küpe daha çıkarttık, onları yakınlarına iade ettik. Yalnız bir tane tek taş pırlanta yüzük daha vardı deyip duruyor zavallı. Henüz daha onu bulamadık. Ha bu arada devamlı servisteki hemşirelere sarkıntılık edip taciz ediyormuş hah, hah, hah
Böylece tek taş pırlantanın da ne işe yaramış olduğunu da anlamış olduk. Vay azgın bunak vay.
Yektanın pis, pis gülmesi sinirlerimi daha da germişti. Renk vermemeye çalıştım.
—Yektacığım bana müsaade, alakan için çok teşekkür ederim
—Ne demek ağabey her zaman
—Eyvallah, Müştak amcaya çok, çok selam söyle, dedim sessizce poliklinikten uzaklaştım.
Şu ana kadar henüz bir şey çıkmadı ama korkumdan bayram da bile evden dışarı çıkmadım. Ne yapacağımı bilemiyorum, polise gidip her şeyi olduğu gibi anlatsam mı yoksa.
Ya işte böyle dostlar, gördünüz mü başıma gelenleri. Bundan sonra birisine iyilik mi, Allah korusun.
İsmet BABAOĞLU