- 613 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Düşlerde hoş bir Tebdil-i mekân, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan!..
‘Hayırdır İnşallah’ deyip yatağımda doğruldum. Gördüklerimin gerçek olabilmesini arzulayarak terli bedenimi kontrol ettim. Gördüklerime inanmak zordu, ancak düşlerde kalmaması, belleğimden uçup gitmemesi adına uykudan zorla ayrıştırılmış gözlerimle bilgisayarın düğmesine dokundum ve o aletin açılış sürecinde gördüklerimi tez elden unutmamak adına beyinde hızlı bir kayıt mekanizması oluşturdum.
Hikâye değil, gerçek değil, ancak olası bir düşün içinden gelip geçerek gerçek hayata oturuvermiştim. Düşlerime gelen adam Başbakan Recep Tayyip Erdoğan idi. Üzerindeki kahverengi cepkeni ile, dudağındaki bildik gülümsemesi ve bildik edası ile o benim fakir gecekonduma uğramış, tebdil-i mekan eyleyerek benim misafirim olmuştu.
Eşim bana haber verdiğinde koşup gelmiştim eve. Bir misafirin var demişti bir şekilde kulağıma. Onu karşımda görünce hiç şaşırmadım ve sarılıp öpüştüm, o kuvvetli elini sıkarak sohbetini bölüştüm.
‘Hayırdır Başbakanım’ dedim şaşkın bir şekilde. Hayırlı bir ziyaret olduğunu ima ederek benimle konuşmaya koyuldu. Koyu bir sohbetin içerisinde buluvermiştik kendimizi. Sözler ne kadar net, ifadeler ne kadar gerçekçiydi ki ben onunla ne siyaset, ne politika, ne memleket meselesi ve ne de kimselerin aklına gelmeyen şeyleri konuşuyordum.
Konumuz geçim derdiydi. İki vatandaştık o sohbette, ama ben onun Başbakan olduğunu biliyordum ve söylemem gereken her şeyi bir çırpıda söyleyebilmek için onun sözünü balla keserek inceden dökülüyordum.
Enflasyondan dem vurunca ve maaşların bireyler için iyileştirildiğini söyleyince açtım ağzımı, yumdum gözümü ve başladım ahvalimi anlatmaya.‘Bakın Başbakanım dedim. Özür dilerim, ancak benim 3 çocuğum var ve birini geçen yıl evlendirdim. Onun borçlarını ödemekle meşguldüm uzun süre. Allah mutlu etsin şu an için çok mutlular ve hayatın bir ucundan tutunarak ilerliyorlar dedim. Diğer çocuklarımdan birini nişanladım geçenlerde, bundan sonrası için yine kahırlı, yine sıkıntılı ve yine ucu ucuna yaşayacağım günler beni bekliyor. Tam rahatladım dediğim anda o kızımın da hayatını bir başkası ile birleştirecek olması ve evlilik yolunda benim desteğimi bekliyor olması hayatın getirilerinden biri. Ben de bu yükü bir şekilde taşımak zorundayım’ diyerek sözlerimi sürdürdüm.
‘Bir çocuğum hala okuyor. Ortaokul 1. sınıfta. Onun masrafı malum. Onun hayattaki rotası da bir yere kadar. Yani çok çok Liseyi okur ve şimdi siz bana neden bir dershaneye vermedin? diye sormadan ben söyleyeyim. Nedeni gayet açık. Bir dershanenin maliyetini siz benden daha iyi bilirsiniz. Bir çocuğun okuma sürecinde ne kadar gideceğini üç aşağı-beş yukarı tahmin edersiniz. Sebebi gayet açık. Onun dershanede olabilmesi için, onun bu şartlarda okuyabilmesi için benim en azından 2 bin lira net maaş almam gerek. Geçelim işin bu tarafını dershanede okutmak da yetmiyor ve bu çocuğun en azından birkaç dersini özel öğretmenden alması gerek ki ileride başarılı olabilme şansı yükselsin.
Aldığım parayı duyunca Başbakanımın gözlerinde yansıyan ifadeyi size anlatmak isterdim, ancak o anki sohbetimizin bir parçasıydı o duruşu ve hemen atıldı, ‘İstersen onu bir yurda verebilirsin’ Orada tasasız okur dedi. Benim cevabım netti. ‘Evladım gözümün önünde olacak’ dedim. O heybetli adamın yüzünde garip ve içten bir gülümseme belirdi. ‘Haklısın galiba’ dedi.
‘Nasıl idare ediyorsun’ dedi bana. Hayatın ucuna nasıl tutunduğumu soruyordu Başbakanım. ‘Çok kolay değil Başbakanım, ancak insan bir tutunmaya görsün, sürüklense de bırakmıyor tuttuğu dalı’ dedim. Ona ne ikram ettim, sohbetimizin o koyu anında bir kahve sunarak 40 yıllık bir hatır niye istiflemedim bilmiyorum, ama az sonra izin istedi benden. Mahallemizin sorunları, karşıki komşunun durumu, bundan sonraki yaşam yolumu da anlatmak isterdim, ama olmadı.
Gülümseyerek kalktı yerinden. Yanımda yürüyordu işte. 40 yıllık arkadaşım gibiydi Başbakanım. Elimi sıktı, ancak yanaklarımdan öpmedi. O mağrur, o vakur edası yüzünden hiç eksik olmayan adamla yola doğru yürümeye başladık. Yürürken de sohbetimiz devam ediyordu ve şoförünü bekleme sürecinde de ben ona eşlik ediyordum. Sokaklar bomboştu, şoför gecikince tekrar aradı, trafik yoğun olduğundan gelemiyordu Başbakanımın şoförünün gelişi ve benim rüyamın süresi uzadıkça uzuyordu. Az sonra önümüzde oğlum belirdi. ‘Bak oğlum dedim. Bu adam kim bakalım tanıyabilecek misin?. ‘Bilmem baba!’ dedi. ‘İyi bak oğlum. Televizyonlarda görmüşsündür dedim. Aaaa. Evet. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu amca’ dedi. Hep birlikte uzun uzun gülüştük. Biz gülerken oğlum onun ellerini baba elini öper gibi iki eliyle tutup önce dudaklarına, sonra alnına götürmüş, onun sevecen el makasını yanaklarında ödül olarak bulmuştu.
Onun şoförünün geleceği yolda bir araba park etmişti. Oğlumla Başbakanın yolunu açmak istedik ve yüklendik bomboş arabayı itmeye. Arabayı öyle güzel itiyorduk ki yol açılıvermiş, Başbakanın şoförünün geleceği yol temizlenmişti. Az ötede yanında taşıdığı çantadan turuncu bir kazak ve lila bir takım çıkardı Başbakan. Onu giyince tam bir başbakan oluvermişti ve biz onun şoförünün geleceği yolda beklerken o yüzündeki gülümseme ile bize bakıyor, ‘yine geleceğim’ der gibi o tanıdık duruşunu sergiliyordu.
Ne kadar garip bir duyguydu bir insanın gördüğü rüyayı anlatabilmesi. ‘Hayırdır İnşallah’ diyerek bunları yazarken de aynı duygularla doluydum ve yazdıkça dağılan uykumun peşinden koşar adım gidiyordum ben. Yaşamla düşleri ayıran perde o kadar hassastı ki, o müthiş atmosferin içerisinde kaybolmayı bile istedim.
Gerçek olabilmesini diliyor, gördüklerinin bir parçası bile bazen insanı mutlu etmeye yetiyor.
Yüzümüzdeki hayat gülümseyişi biraz da kendi elimizde inanın.
Onu asla kaybetmememiz dileğiyle.
Mutlu, kimi de Başbakanlı düşler diliyorum…
Selahattin Yetgin