- 1103 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İNSANIN KENDİSİ İLE OLAN AMANSIZ SAVAŞI
İnsan için yaşam hayat vadisinde biteviye devam eden bir koşu gibidir; kimi düşünce ya da anlayışlara göre sıladan gurbete, kimilerine göre ise gurbetten sılaya doğru bir koşu...
Bu koşu öyle bir koşudur ki; inanç köklerini kaybeden fert ve toplumlar fesat fırtınalarının önünde kuru birer yaprak gibi savrulmaktan kurtulamazlar.
Bu koşu öyle bir koşudur ki; farklı iklimler tarafından kuşatılırız mütemadiyen; bazan gül yüzlü bir iklimin mest edici atmosferidir bizi sarıp sarmalayan, ruh planında sevgi, mutluluk ve güveni doyasıya hissettiğiniz, yaşamanın bir lezzet hâlini aldığı, huzur duyduğumuz ve huzur verdiğimiz. Bazansa çetin kuraklıklardır soluduğumuz, bu durumda kuraklıklarımız umursamazlıklarımızdan doğmakta ve duyarsızlıklarımızdan beslenmektedir.
Yüreklerimiz çöl toprakları gibidir kimi zaman, bir damla rahmete hasret çekmektedir. Böylesi durumlarda yakarmak yaklaşmanın, yaklaşmaksa kuraklıktan kurtulabilmenin kaçınılmaz sürecidir.
Yaratıcısına, tasvir ve inşa edicisine ayarlıdır ruhun tüm zaman ve yönleri. Dünya atmosferinde bunalan alev alan hücrelerini O’nun Rahmet deryasında serinletmek ister ama nefs izin vermek istemez; cazibelerle süslü türlü engeller kurar yoluna; rûhu kendisine benzetmek, başıboş, hoyrat ve hodbin ahlâkını ona da sindirmek ister.
Bu yüzdendir ki; bir savaş alanı gibidir insan. Öyle bir savaş ki; sinsi sinsi kuşatılırız tüm cephelerimizde, içten içe, kendimiz tarafından; suret-i Hak’tan görünerek meylettiririz yüreğimizi. Her bir yanlışın üzerine güzellik ve iyilik maskeleri takarak zayıflatırız irademizi cezp ettiririz kötülüklere. Bu savaşta hücumda olanda biziz, savunanda...
Bundandır ki; içimizde kopan bu amansız savaşta kaybetmenin zilletini de tadarız, kazanmanın izzetini de. Bu durumun farkına dahi varamayız çoğu zaman, her şey sıradan olaylarmış gibi gelişir derunumuzda. Duygularımız çatışır, düşüncelerimiz çatışır, fiillerimiz çatışır, hazlar ve hüzünlerimiz çatışır iç âlemimizde...
Bu yüzdendir ki; kuraklıklarımız derinleştikçe, derinleşir yüreğimizde. Arzuların pençesinden kurtaramayız yakamızı dünyâ muhabbeti tarafından kuşatılırız çepeçevre..
Bundandır ki; sinsi cazibelere tutsak oluruz. Vuruluruz da nefsimizin oklarıyla an be an şaşkınlıklar içinde savruluruz.
Bundandır ki; hep isyanlar durağında bekleşiriz; helâkimizi beklediğimizin farkına dahi varmadan. Kulluk bilincinin özünden uzak ibadetimsi hareketlerimizden dolayı özümüz ruhsuzluğun ve serap’sı tatminlerin çürütücü cenderesinde can çekişir durmadan.
Bundandır ki; gafletin kurağında telef olur amellerimiz, ama hissetmeyiz. Miraç biniti olan namaz yılkı atı misalidir bu yüzden; haftalık, mevsimlik ve yıllık tatminler peşinde ömrümüzü zayi ederiz.
Bu amansız savaş nedeniyledir ki; gayretlerimizi hep yollarında tüketiriz nefsimizin.
Düşmanla iş birliği yapan hain bir nefer gibi ateşe veririz vücut ülkemizi bu savaşta, can damarımızı keseriz kendimizin...
Bundandır ki; hayatımız Kuran’dan iz taşımaz, güzel ahlak vebâlı gibi gelir nefsimize.
Teşhirci çıplaklıklarımız, haddini aşan samimiyet gösterilerimiz vb. tüm çarpıklıklar güzellik olup yansıtılır nefsimizin aynasında bize.
Şimdi bir an düşünelim dilerseniz; Bu savaşta kimin tarafında kime karşı savaşmaktayız? Kazanan taraf mı, kaybeden taraf mı olmaktayız? Kuraklıklarımızı mı derinleştirmekte, bahara mı göz kırpmaktayız? Zillete mi, yoksa izzete doğru mu koşmaktayız?
Fethe memur olarak yaratılan gönül ve iradelerimiz fethedilmekle karşı karşıya kalmıştır. Hayallerimiz ve rüyalarımız dahi şehvetin, ihtirasın, arzu ve nefsin kuşatması altındadır.
Bu sinsi kuşatmayı yarabilmek kalp ve irademizi yaratıcısına teslimiyetin özgürlüğüne kavuşturabilmek için bir yeni kuşatılmaya muhtaç olduğumuzun farkına varmalıyız...
Cehaletimizin bilgi tarafından, bilgi’nin bilinç, bilinç’in inanç, inanç’ın ibadet, ibadetin ise ihlâs ve teslimiyet tarafından kuşatılmasının kurtuluş için kaçınılmaz olduğu gerçeğine ulaşmak zorundayız...
Unutmamalıyız ki; bilgi, duygu ve bilinç çatışması bütün bir insanlık mirasını yerle bir edecek derecede çetin bir çatışmadır ve bu çatışma ifsat odakları tarafından mütemadiyen tahrik edilmekte, körpe dimağlar kirletilmektedir.
---------------------------
Bilgi duygu ve bilincin ittifakı göz aydınlığı bir iklim doğuracaktır insanlık coğrafyasında.
Bunun için önce hayallerimizi ıslah etmeliyiz. Çünkü; hayallerimizle kirlenir duygularımız ve amellerimiz. Ve yine hayallerimiz kırbaç olur arzularımıza, hayallerimizle koşarız kimi ufuklara, hayallerimizle savruluruz sinsi bataklara ve hayallerimizle izzete ereriz.
Hayat vadilerinden tefekkür hassasiyetiyle gizemler keşfedebilmek, insanı sırlar sofrasında doyumsuz bir ziyafetin aguşuna oturtacaktır.
Tefekkür penceremizi hiç ama hiç kapatmamalı ve merak etmeli değil miyiz öyle ise;
Oltaların ucundaki yemlere fütursuzca can atan balıklardan neden farkımız olmadığını,
dalın köke neden düşman kesildiğini, neden soysuzlaştığını, suların tertemiz doğdukları, kaynaktan uzaklaştıkça neden kirlendiğini, bulandığını, özün hangi dürtülerle sıyrılmak istediğini kabuktan, kabuğunu zorlayan, çatlatan öz’ün hicabından sıyrılan insanlar gibi dış etken ve şehvetlerin tahrikine nasıl iştah açıcı bir zemin hazırladığını?
Düşünmeli değil miyiz; hayrın anahtarı ve şer’in kilidi olması gereken mümini tam tersine bir davranışla insanlığın karşısına çıkaranın ne olduğunu?
Nedir yüreklerimizi çepeçevre kuşatarak daraltan; sevgi ve dostluğu en hak etmediği alanlarda çürümeye, kirlenmeye sevk eden tutku?
Nedir duygularımızı sessiz çığlıklar gibi akim bırakan yüreklerimizde ve bizi kör, sağır ve dilsiz kılan insanlığın dertlerine, sancılarına? Gölge âlemde neler koşturmaktadır bizi nefsimizin tutkularına. Hakikat yurduyla aramıza neler perde olmaktadır. Hangi şeyler kaydırmakta ve saptırmaktadır görüntülerini gerçeklerin?
Neler göz ardı ettirmektedir, neler unutturmaktadır canlara şah damarından daha yakın olanı? Azmimizin ayaklarına hangi duygularımız pranga olmaktadır, hangi endişelerimiz emzirmektedir yanılgılarımızı?
Karanlıklarımızı ya da karanlık yarınlarımızı daha da koyulaştırmış olmaz mıyız ışığın kaynağına sırtımızı döndükçe.
Gözümüzü yumdukça ışığa, kendimizi bırakmaz mıyız karanlıklarda.
Hangi duygu ya da duyarsızlıklar kuraklaştırmaktadır mevsimlerimizi, hangi cazip esintiler ve nefesler bir sam yeli gibi kurutarak çölleştirmektedir yüreğimizi.
Neden kendimizin kurduyuz en sinsisinden, kendi fırtınalarımız da savrulmaktayız neden. Neden çoğu zaman kendi girdaplarımızda boğuluruz hazin çığlıklarla.
Neden içimiz içimizi yiyerek beslenir hep. Neden can çekişiriz için için, hissetmeden tükendiğimizi…
Merak etmeli değilmiyiz nereye gittiğimizi, hangi ufka kanat çırptığımızı neden fazlaca merak etmediğimizi.
Neden dünya hayatımız kadar ilgilendirmez ebedi akıbetimiz bizi.
Yolculuk çıkınımıza neler doldurduğumuzu umursamamaya hangi şeyler sebep olmaktadır, neler duyarsızlaştırmaktadır yüreğimizi.
Sormak, sorgulamak, sorgulanmak aşağılanmak değildir asla, bilakis dirilmektir, aydınlanmaktır, çünkü cehlin ilacı sorudur buyrulmuştur.
Sormak kendimizi bulmaktır, farkına varmak, farkımıza varmak, fark etmektir, fark ediştir kendimizi.
Uyanıştır soru, uyarıştır, uyarılıştır, öz’e dönüştür, öz’le tanış olmaktır.
Hesaba çekilme zamanı gelmeden hesaba çekmektir kendimizi, hesap verebilmeye hazır olmaktır soru.
Kendisini sorgulamaya cesaret edebilenler çıkarabilirler ancak sorgulanmayı kâbus olmaktan.
Duyarlı bir muhasebeci hassasiyetiyle takip edebilenler hesaplarının ilâhi hesaplar ile ne kadar örtüştüğünü, ebedî zillet batağına sürüklenmekten kurtulacaklardır hiç şüphesiz…
----------------------------
Tüm hesaplarımızı hesap günü bilgi iman ve bilinciyle yapmamız hafifletecektir endişe yükümüzü elbette.
Böylece beslediği batakta boğulan, kaybolan deli çaylar gibi olmaktan kurtulacağız,
Çöllerimizi; kuraklaşmış, çölleşmiş yanlarımızı daha da yakan kavuran ateşlere kucak olmaktan kurtulacaktır nefeslerimiz böylece.
Bilgilenmemiz, bilgimizi imana, imanımızı bilince, bilincimizi amele, amellerimizi de ihlâsa yeşertmemiz ağartacaktır batmayacak olan şafağın mukaddimesinde yüzlerimizi ve alnımızı…
Unutulmamalıdır ki: bilinçten mahrum bilginin doğurduğu şekil teşhirciliğinin de, şuurdan uzak sloganik çığırtkanlıklarında arkasına sığınılan aymazlıkların elinden kendimizi kurtarmak; kendi kendimizi kandırmanın zilletinden bizi kurtaracağı gibi aziz İslâm’ın bizim ellerimizde hırpalanmaktan kurtulmasını da sağlayacaktır aynı zamanda.
Söz ve tavırlarımızı bilgi, duygu ve bilincin ittifakından doğan can sularıyla beslemeliyiz, yanlış beslenmeler çarpık inanç ve anlayışlar doğuracaktır dünya ve ukba adına. Bir anlamda sürgün ülkede çetin bir gurbeti solumaktadır insan. Gurbeti sıla bellemek, vatan-ı asliye bilmek sürgün yurdunu; bir aldanıştır.
Çetin bir aldanıştır sılaya gurbete bakarcasına soğuk ve ilgisiz bakıp, gurbete sıla gibi sarılmak.
Vücut ülkemizdeki sinsi casuslar heveslerin, emellerin peşinden biteviye koşturarak derinleştirmektedirler aldanış girdaplarımızı.
Aldanışlarımız şuurumuzu yutabilecek kadar derinleşmeden idrak ve bilinç mektebinde yer almak zorundayız.
Varlık ve olayların dillendirdiği mesajları vahyin ve hikmetin ışığında dosdoğru okumalıyız ki; yarın hatta belki de şu an, bir sonraki nefesimiz bizim için çok geç kalmışlığın doğum sancılarını çekiyor olabilir.
Geç kalmışlıklarımız mazeret kalkanımız olmamalıdır ilgili makam nezdinde, kabul de görmeyecektir hiç şüphesiz.
O halde umutlarımızın henüz baharlarını yaşıyor olmaları gaflet bataklıklarımızın beslenme kaynağı olmamalıdır.
Dünyevi birikimlerimiz; imkânlarımız ve sıhhatimiz umursamazlığa yeşermemelidir.
İsyan ve yılgınlıklara gebe kalmamalıdır imkânsızlık ve mahrumluklarımız.
Önceliklerimize ve önemsediklerimize dikkat kesilmeliyiz: eğer nefsimizin isteklerini; hevâ ve heveslerimizi, yüce yaratıcının isteklerinden daha öncelikli bir konuma oturtuyor isek, sonsuz bir uçuruma doğru hızla yol alıyor olduğumuzu unutmamalıyız.
Bilmeliyiz ki; kandırılmak çirkin bir durumdur, kandırıcılardan, aldatıcılardan olmakta çirkindir, ama kendi kendimizi kandırıyor olmak daha çirkin ve zelil bir haldir.
Böylesi durumlarda; aslında amansız birer kâbus olan ahvalimiz gül yüzlü rüyâlar olarak yansıtılmaktadır hamakat aynasında nefsimizin marifetiyle…
Hayır adına, kulluk adına attığımız küçücük adımlarımızı da görmezden gelmemeliyiz hiç şüphesiz, ama onları tatmin bukağıları da edinmemeliyiz kendimize. Tam tersine büyük adımlara rahim kılmalıyız onları, onlar damla damla büyüyerek ummanlara dönüşmelidirler kulluk iklimimizde.
İnananlardan olduğumuzu ifade ve iddia ediyor olmamıza rağmen farkında olarak ya da olmadan vahiy ile inatlaşmak zaman zaman, iblisleşme batağına doğru sürükleyebilir bizi.
İnsan fıtratı göz önüne alındığında kusursuzluk hayalleri kurmak, yani melekleşmeyi hedeflemek nasıl ham hayal ise insan için; alabildiğine duyarsız, ilgisiz tavırlarla, gaflet vadilerinde yılkı atları gibi başıboş, hoyrat dolaşmakta fıtratı ters yüz eden, dengeyi, bozan hallerdir.
Asıl olan ifrat ve tefrit savrulmalarından kurtularak vasat ümmet olmanın çizgisini yakalayabilmektir.
İnsana yaraşan iblisvâri bir ahlâktan, vahiyle ters düşmek gibi çarpık bir duruştan sıyrılarak âdemce, kulluk bilinci içerisinde bir duruşa yönelmek olmalıdır.
Davranışlarımızı şekillendiren bilgi ve yorumlarımızı vahyin ve peygamberi ahlâkın ışığına tutmak, aykırılıklarımızda ısrar ve inat etmeden tövbe kapısına yönelmek, af ve mağfirete olan umudu hiç ama hiç kaybetmemek bizi kulluk çizgisinde tutacaktır.
Yüce Mevlâ’nın sonsuz merhamet ve affına olan iman ve güven bizi duyarsızlık ve şımarıklık batağına sürükleyen bir duygu olmamalı, bilakis: bu güven kapısı bizi her türlü sürçme ve tökezlemelerimizde ümitsizlik girdaplarına düşerek kaybolmaktan kurtulmayı sağlayan bir Rahmet eli bir fırsat olarak anlaşılmalıdır,
Bilerek isteyerek işlenen günahlar yüreği besleyen inanç damarlarını tahrip ederek maneviyat ölümüne sebep olan çok sinsi virüsler gibidirler.
Maharetli bir avcı olan ecel alıcı bir kuş gibi kapıvermeden dünya bahçesinden can kuşumuzu, manen ölümsüzleşmenin bir yolunu bulamamak bitimsiz bir azab endişesinin kıskacına atacaktır yüreğimizi.
Vuslat yürüyüşümüzde arkamızda bıraktığımız izler tercih ve önceliklerimizin şekliyle şekillenecek rengiyle boyanacaktır hiç şüphesiz.
Secde ile yaklaşmanın ve yükselmenin aşkı ve cemresi düşmedikçe yüreğimize miskinlikle ve kibrin pençesinde alçalmanın zilletini solumaktan kurtulmak mümkün olamayacaktır.
-----------------------------------
İnsanın kendisi ile olan bu amansız savaşında maddi imkanları ile birlikte manevi ve ruhi rezervlerini de harekete geçirmesi ve şuurlu bir şekilde kullanması kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
Yüce Musavvir tarafından tasvir edilirken, iyi bir kul ve mutlu bir insan olarak yaşayabilmemiz için fıtratımız maddi ve manevi tüm zenginlikler ile tezyin edilmiştir.
His ve duygu da bunlardandır. Bu nimetler sanki bilgi ve tecrübelere hayat kazandıran, onları birer başarı ve huzur argümanı haline getiren harika iksirler gibidirler.
Duyguya sırt dönmek Rahmete sırt dönmek gibidir sanki. Duyguyu yok saymak insanı insan yapan ruhu yok saymak, kendimizi eksik ve yetersizliğe mahkum etmek gibidir.
Çölleşen, çâk çâk yarılan dudaklarını duygu bulutlarıyla yeşeren duânın iç ferahlatıcı meltemlerinde serinletmeye, muhabbetin kıblesine yönelerek Rahmet bûseleriyle tedavi etmeye o kadar muhtaçtır ki yüreklerimiz.
Manevi ufkumuzdaki en içten dualarla hayat bulan tebessüm güneşimizle ısıttığımız, ışıttığımız, beslediğimiz dostluklarımız büyüyecektir kaçınılmaz gün mizanımızda dağlar gibi.
Bağışlayışlarımız, affedişlerimiz af kapılarında ilâhi bir tebessümle karşılanmamıza vesileler olarak bereketlenecektir. Bu bereket her türlü iç ve dış çalkantılarımızla olan mücadelemizde yüreğimize ve irademize derman olacaktır.
Belki de adanışlarımız, fedakârlıklarımız cezbedecektir Rahmet bulutlarını. İkram ve ihsanlarımız açacaktır ilâhi ihsan kapılarını en çetin zamanlarda, gücümüze güç katacaktır.
Kulluk yürüyüşümüzde almış olduğumuz kimi yaraları umarsızlığın ya da yılgınlığın tahripkar ellerine terk ederek daha da derinleştirmek akıl kârı değildir.
Kurtuluş mütemadiyen tevekkülle bağlantılıdır, yeniden, tekrar tedaviye tâbi tutmakla bağlantılıdır yüreğimizi Rahmet ve umut kıblesinde.
Varlık ve olayların dillendirdiği mesajları vahyin ve hikmetin ışığında dosdoğru okumalıyız ki; yarın hatta belki de şu an, bir sonraki nefesimiz bizim için çok geç kalmışlığın doğum sancılarını çekiyor olabilir.
Dilerim kıyamet sabahında uyanma vakti gelmeden uyanmış oluruz dalmış olduğumuz sarhoşluk uykularından... İbrahim ŞAHİN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.