- 2572 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Bıraksalar Bizi Bize
Bu gün öyle çok işim vardı ki, sabahın onunda dışarı çıkmış, akşamın on yedisinde eve gelmek için yola koyuldum. Sonbaharın getirmiş olduğu soğuk ve yağmurlu bir havada şehre biraz uzak olan evime gelebilmek için, önce eşime telefon açtım eve giderken beni alması için. Bana beklememi söyledi. Otobüs durağının hemen yanında onu beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra hemen yanımda bir araba kornaya basıp duruyordu. Eğilip içine baktığımda aylardır görmediğim arkadaşım beni eve bırakabileceğini söylüyordu. Teşekkür ederek eşimi beklediğimi söyledim.
“O gelene kadar biraz sohbet edelim. Nerelerdesin? Neler yapıyorsun?”
“İyiyim emekli olduktan sonra biraz ara vermiştim faaliyetlerime, tekrar başladım. Koşturup duruyorum işte.”
“Yazılarını falan görmüyorum ne zamandır. Yazmayı bıraktın mı?
“Ellerim yazmak istiyor da, beynim buna müsaade etmiyor. Yani anlayacağınız yazacak hiçbir şey bulamıyorum”
“Sen mi yazacak bir şey bulamıyorsun? Buna inanmamı beklemiyorsun değil mi? Senin gibi çok okuyan ve çevresinde olup bitenleri dikkatle izleyen birinin “ yazacak bir şey bulamıyorum” demesi komik geliyor bana”
“Bazen okumak ve ülkede olup bitenleri izlemek yeterli gelmiyor yazmak için. Öylesine bir korku sarmış ki insanları, onların korkularını izlemekten, bildiklerimi paylaşmaya fırsat bulamıyorum. Çünkü insanlar olup bitenlerle değil, bu günü nasıl geçirebilirimle ilgileniyor. Yani, siyasete karışmadan, günü kurtarma telaşı içinde. O zaman da konuşacak birlerini bulmak çok güç.”
“Haklısın, aynı sorun ne yazık ki yalnız senin değil, senin, benim gibi düşünenlerin başında var”
“Ne yapacağız? Nasıl davranacağız? İnsanları bazı konularda duyarlı olmaya nasıl çağıracağız? “
“Bilmiyorum arkadaşım. Sen çalışırken en azından birkaç dakika da olsa yanına gelip sohbet edebiliyor, bir şeyler paylaşabiliyordum. Sen gittikten sonra iş yerleri çok daha korkunç oldu. Kimsenin yanına gidemiyor, kimseyle konuşamıyorum.”
“Aynı şeyi eşim de söylüyor. O da iş yerinden kaçmakta buluyormuş çareyi. İşyeriniz satıldığı için, kimse de iş vermiyormuş yani pasifize edilmişsiniz. Şirket, işine gelenle anlaşma yapıyor, gelmeyenle yapmıyormuş. Bir anda otuz işçi arkadaşım emekli olmuş. Memur olanlar da havuzdalarmış. Atanacakları yerleri bekliyorlarmış. Ben tam zamanında ayrılmışım emekliye. “
“Doğru. İşyerinde kimse kalmadı? Şimdi taşeronların elemanları kaldı. Onlarla işleri yürütmeye çalışıyorlar. Sen tekrar Okul Aile Birliğine seçilmişsin. O gün ben burada olmadığım için toplantıya gelemedim. Bizim okullarda da var mı türbanla sınıfa girmek isteyen? “
“Bizde öyle bir sorun yok. Kısa zaman sonra çıkarsa da hiç şaşırma”
“Yani öyle bir izlenim mi var? “
“Öyle bir izlenim yok. Biliyorsun burası memur şehri. Dışarıdan gelenler doldurdu her yeri. Okullarda, aile profilleri her geçen gün değişmeye başladı. Eğitim öğretimde, her gelen yıl, bir önceki yılı aratır oldu. “
“Yalnız okullarda değil ki bu profillerin değişimi, her yerde gösteriyor kendini”
“Ben anlamıyorum. Biz halk olarak açığı, kapalısı, laiği, dindarı v.s hiçbir sorun yaşamazken, iktidar hırsı bürümüş insanların, bizi kutuplaştıran kararlara imza atması ve ülkeyi kaosa sürüklemesi tam bir aymazlık. Türban diye bir sorun seksenli yıllarda yokken, nasıl oldu da doksanlı ve iki binli yıllarda ekonomik sorunlardan bile öce gelmeye başladı anlayamadım. Hatırlıyor musunuz, doksan üç yılında, okul müdürümüz için bir kampanya başlatmıştık. Başkanı bendim. Diğer arkadaşlarım ev hanımı idi. Bu hanımlardan biri de türbanlıydı. Milli Eğitim Müdürlüğü, devlet memuru olduğum için, hakkımda idari soruşturma açmış ve bizi de ifade vermek için çağırmıştı. Biz dört bayan ifade verirken, milli eğitim müfettişi, elini bir bana, bir türbanlı arkadaşıma çevirmiş” siz ikiniz nasıl anlaşıyorsunuz, biriniz türbanlı, biriniz açık?” demiş ve o gün ikimizde ifade vermekten vazgeçip “ sizler üstümüzden elinizi çekin. Sorun bizde değil, sizler gibi, kendini aydın ve okumuş sanan örümcekleşmiş beyinlerde” demiştim. Bu defa da hakaret davası açmışlardı benim için. Tabi takipsizlik vermişti hâkim. Şimdi düşünüyorum da, gerçekten biz halk olarak hiçbir sorun yaşamadığımız halde, neden siyasiler rant sağlamak için, temcit pilavı gibi durup durup bu konuyu gündeme getiriyorlar ve bir ülkeyi kutuplara ayırmaktan utanç duymuyorlar? Sonra neden kadınlarımız açığı ve kapalısı bu kişilerin kendi üstünden rant sağlamasına müsaade edip, onlara karşı gelmiyorlar? Son beş aydır tarih okuyorum. Osmanlı, Fransız, İngiliz vs. Bütün ülkelerde savaşları başlatan kadınlar olmuş. Erkek kendisi karar veriyormuş gibi görünmüş ama esas kararı eşi verirmiş. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Osmanlı, İngiltere, Fransa tarihine vs bakmak yeterli. Yakın tarihimiz de Latife Hanım, ATATÜRK ile evlenirken, onu yönlendirebileceğini, istediği şekilde kararlar aldırabileceğini ve ülke yönetiminde kendisinin söz sahibi olabileceğini düşündüğü için evlenmiş gibi görünüyor tabi bana göre. (istediğini elde edemedi o başka) İçinde bulunduğumuz iki bin on yılına bakın, Ülkem insanı kendi içinde savaş başlattı ve bu savaşı başlatan yine iki kadın ve o iki kadının inadı. Daha fazla bir şey konuşmaya gerek var mı, ne dersiniz?”
“Doğru diyorsun. Ben hiç böyle düşünmemiştim. Bu dediklerini eve gidip inceleyeceğim”
“Eşim geldi. Daha sonra konuşuruz. Bir gün çay içelim.”
Deyip, arabaya binip eve geldim. Çocuklarımın karnını doyurup, yeni aldığım ve heyecanla ilk sayfalarına baktığım Ayşe Kulin’in yazmış olduğu TÜRKAN isimli kitabını elime alıp yatak odama geçerken,
“Anne, televizyonda yayınlanıyor, oradan izlesene” diye sesleniyordu oğlum.
“Ben izlemek değil, okumak ve okuduklarımı anlamak istiyorum. İnan bana bu dizi de kesilmiş çok bölümler vardır. Onun için kitabını okumak çok daha güzel” deyip odama geçtim.
Çünkü Türkan SAYLAN’DAN bundan sonra da alacaklarım çok fazla ve benim için şu anda önemli olan da bu.
Türkan DİNÇER
15.10.2010
YORUMLAR
Yaşanan gerçekleri yazınızda gözler önüne sermişsiniz Türkan hanım...Bakış açımızda ortak yönlerimiz fazlasıyla var...
Ülkemiz ne yazık ki hala 1930 lu yılların Avrupasın da yaşanan ideolojik çatışmaların pençesinde kıvranıyor...Yetmezmiş gibi hala Osmanlı, Cumhuriyet çatışmasını bitiremedik..Geçiş sağlanamadı...Karamsar bir tablo çizmek istemiyorum ama bu durum daha uzun yıllar sürecek gibi...
Nedeni de bizim insanımızın ruhu?..Bunun yanı sıra bölge farklılığı, din ve diğer ideolojik unsurların toplumun üstüne bir karabasan gibi çökmesi ve onu sarıp sarmalasıdır...Köylü kurnazı felsefesi, çıkarcılığının bu sistemle artık tavan yapmasıdır..
Menfaatler artık düşüncelerin önünde son sürat yol alıyor...Partiler ve kurumlar da bu yolda menfaatlerle yol alıyor..
İbretle izliyoruz görüyoruz...Gözleminiz tespitleriniz yazınızda bu sorunları bir ayna gibi yansıtıyor..
Çözüm nedir diye sorsak?..Sanırım bu soruyu daha uzun yıllar sorarız..
Saygımla selamlıyorum...
tarihi incelediğimizde savaşların bilinen sebeplerinin arkasında mutlaka gizli sebepleri vardır...
gizli sebeplerin başını ekonomi ve güç olma tutkusu çeker...ve hep birilerinin dünyayı parmaklarında yönetme en varlıklı en büyük güç olma sevdalarının vazgeçilmez politik "böl- parçala -yönet" saplantıları;
politikalarına uygun seçilen kukla hedeflerde bölünmüşlüklerin bilinçaltı nefretini kasıtlı yaşatırken sağ duyu akıl devre dışıdır artık kendi aklını kullanamayan çözüm üretemeyen toplumlar kanlı kansız kaosa sürüklenirler ...oysa çözüm çok basittir...
sevgi saygı birlik içinde bölünmelerden uzak kişisel çıkarlarımızı değil toplumun insanlığın çıkarlarını düşünmek kendi aklımızı insanlık yararına kullanmak...
özledik sizi değerli paylaşımlarınızı sevgili Türkan ...
iyi ki varsınız iyi ki yazıyorsunuz değerli dost...
sevgim saygım her daim selamlarımla...
Sabiha KÜÇÜKTÜFEKÇİ tarafından 11/21/2010 10:10:18 PM zamanında düzenlenmiştir.
onurumsun
Yeterki sevmeyi, saymayı, hoşgörüyü besleyip, nefret ve k,in gibi duyguları bir kenara atmasını bilelim.
Teşekkür ederim Sabiha hanım sağladığınız katkı için. İyiki varsınız. Sevgiler yüreğinize
hoşgeldiniz Türkan hanım...
uzun zamandır yorum yapmıyorum ve açık söyleyim bu konulardan da artık iyice gına geldi...anlaşılması gereken bıkmış olduğumuz yani...evet bunu sayın Cumhurbaşkanımızda ifade ettiler bıktık artık. hepimiz toplum olarak bıktık bu tartışmalardan.
biz başörtülüler bıktık sizler zaten özgür(d)sünüz.
ama özellikle şu noktaya dikkat çekmek istiyorum ben, neden sizler "Türban" ifadesinde bu kadar ısrarlısınız ve yorumlarda çarşafa neden parmak basılıyor hiç anlayamıyorum anlam veremiyorum inanın bana...bu bize karşı açık bir nefret duygusumudur ve buna nasıl bir empati duymam gerek inanın hiç algılayamıyorum...
benim anaannem çarşaflı ben başörtülüyüm mesela. inatla ve ısrarla çarşafa bu kadar açık bir saldırıyı benim bir insan olarak kabul etmem mümkünmü sizce,elbet değil. kınama hakkım doğmuyormu benim burada.
çünkü benim aile ferdimin örtüsüne hakaret ve ıkra duyma görüntüsü var. özgürlük hakkı bumudur.
artık geveze olmuş bir vida asla çekmeceye takılmamalı yoksa kilit diye bir güvence kalmaz ortada. kitlemiş olsakta güvenlik için kasamızı anahtar ile kilit devre dışı kalır çünkü vida geveze olmuştur...tuttuğumuz gibi o çelik güvence elimizde kalır.
Türkiye"de bu sorun vardı ve hep vardı ama bastılrılmıştı o başka. 90 yıllarda ve hatta onun öncesinde rahmetli Özal döneminde başörtü ve inanç özgürlüğü sesini yükseltmeye başladı. çok öncelere gidince görüyoruzki iğdamlar ve ardından Avrupa modeli başörtü bağlama şekilleri zaten en üst düzeyde var. peki İslamda o tarz bir baş bağlama şekli varmı. tabiiki yok. hatta bu dönem bağlama şekilleri dahi yok.
Hz Peygamber buyururki kıyametin bir alametide kadınların başlarını devenin hörgücüne benzer bir şekilde bağlanmasıdır diye...bu gün topuz dediğimiz o görüntüye işaret ediyor elbet.
yani almış başını gidiyor bu yılgın ve bitkin kaplumbağa. canı isteyince o baş çılçıplak dışarıda canı istemeyince çekilmiş içine görünmez kabuğunda...
örtü nedir Allah ne emretmiş Hz Rasul nasıl uygulamış biz ümmet olarak neyi alıp taşımalıyız hepsi havada su. herkes kendi bildiğini okuyor ve kendi modelini alıp başına takıyor ve taşıyor ve tartışıyor.
bırakalım artık ve kabul edelim bizim bir Diyanetimiz var neden oraya yönelip yaşam standartımızı belirlemiyoruz.
veya belirleyemiyoruz bizler. Kuranı Kerim açık olarak ifade etmiştir örtünme şeklini Nur suresinde gün kadar aydındır bu ifade.
Ben Allahım emrettiği için başımı kapatıyorum. ne ideoloji ne dinci ve inkarcı hiç bir yönetim ve idareci beni ilgilendirmiyor.
ilgilendirmiyor çünkü benim başörtüm benim ibadetim sevdam aşkım her şeyim...inancım İmanım sembolüm en bariz gerçeğim benim...
arkadaşım saçını ayda bir başka renge boyuyor ve her ay başka bir şekil model ve renk ile işinde özgürce çalışıyor. ben hangi çeşit olursa olsun hangi renge değiştirsem değiştireyim bu mümkün değil-di.
biz hep ötekileriz-di... şimdimi,şükrediyoruz elbet Rabbimize. en azından bizden sonra gelenler artık ağlamayacakllar ve sürünmeyecekler bir daha o kendini bilmezlerin ellerinde ve hakaretlerinde o taş kaldırım kenarlarında. okul kapılarından aşağılanıp kovulmayacaklar bir daha. artık yalnızca rüyalar ve düşlerde koşulmayacak ömür yollarında adım atarken genç olan bütün arkadaşlar.Artık ikna odalarında tepeden bakıp başlarına basılmayacak genç kızların ve bastılrılmış o duyguların enkazında çiğnenmeyecek bu yorgun ağlayışları..
benim teyzem av. dayımın her iki torunu tıp fakültesinde okuyor. teyzemin çocukları biri subaylıktan azledildi bir diğeri düşe kalka mücadekle etmekte hala...bunlar okurken ve hala zaman zaman ne uçurumlardan döndüler bir bilseniz. ya örtüleri indi veya cemaat diye takibe alındı....bunları böylesi açık ve aşikar yaşayıp görürken nasıl sorun yok diyebiliriz söylermisiniz..
neden kabul etmiyoruz bu Ülkede bir İnanç ve özgürlük sorunu var. umarım ve dilerim bu son olur ve artık özgürlük mavi mavi göklerde nevbahara sonsuzca yürür....hep barebner el ele omuz omuza...
ne zamanki içimizdeki o gözlerimizle gülmeyi başarabilirsek birbirimize işte o gün özgürlük düşücektir bu soğuk ellerimize...
saygı ve duamla.....geçmiş Bayramınız diliyorum hayırlı ve kutlu olmuştur inşaAllah....sevgiler....
onurumsun
Sizi burada görmek ve uzun bir süreden sonra tekrar sizlerle bizler için hiçbir zaman gündemini kaybetmeyen konularda konuşmak gerçek anlamda çok güzel.
Yorumunuzdan anladığım kadarıyla siz de en az bizim kadar aynı olayların temcit pilavı gibi ortaya gelmesinden şikâyetçisiniz. ( sizler diyorum örtülü ve örtüsüzü olarak bu ayrımı yaptım)
Benim burada dikkat çekmek istediğim konu ne türban, ne çarşaf, ne açıklık, ne kapalılık konusu idi. Benim dikkat çekmek istediğim konu kadınların yeryüzünde her zaman söz hakkına sahip olduğu ve onların sözlerinden erkeklerin hiçbir zaman dışarı çıkmadığı konusuydu. Avrupa tarihinden, Osmanlı tarihine kadar baktığımızda dünyayı yönetenler erkeklermiş gibi görünse de aslında hep kadınlar söz hakkına sahip olup yönetmişler.
Mehtap hanım. Benim ve benim gibi düşünen insanların hiçbir zaman tesettür ile sorunu olmamıştır ama çarşaf denen kıyafet ile ( nasıl ki sokakta bir kadının mayo ve bikini ile dolaşmasına hayır diyorsam, çarşafa da hayır diyorum) sorun yaşamışızdır. Hiçbir insana kendi kimliğini ve kendi kişiliğini saklayan kıyafetin yakışmayacağını düşünüyorum. İnsanın giymiş olduğu kıyafetin içindeki kişinin erkek mi, kadın mı olduğu bakılarak anlaşılmalıdır. Oysa çarşaf birçok gizliliği beraberinde getirmektedir. Bunu tarafsız baktığınızda siz de göreceksiniz aslında.“ ben inancım gereği bunu takıyorum ya da kullanıyorum” diyerek savunma mekanizması oluşturulması da her zaman itici olmuştur. Yalnızca saçını kapatanın inançlı olduğunu var saymak tam bir aymazlık değil midir ne dersiniz?
Siz diyorsunuz “ bizler çok büyük baskılar gördük örtümüz nedeniyle” Ben yaşadığım şehirde, hiçbir zaman başörtüsü takan insanların baskılara maruz kaldığını görmedim. Evet, kamu kurumlarında insanların yüzleri ve saçları açık olmak zorunda. İlkokula, liseye giden küçük kızlarımızın başları açık olmak zorunda. Onlar on sekiz yaşına geldiğinde kendi seçimlerini yaparlar. ( Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Kendi ülkesini şikâyet eden ve davası ret edilen, Först Leydi Hayri Nisa GÜL bile ilköğretim çağında çocuklara türban takılmasını cehalet olarak yorumladığını düşünürsek çok fazla söz söylemeye gerek yok
Evet Üniversitede kız ve erkek öğrencilerin kıyafetine karışılmamalı ve insanlar nasıl eğitim almak istiyorlarsa almalıdır. Buna engel getirmek çok büyük bir hata. Yalnız Üniversiteleri de anlamaya çalışıyorum kendi aklımca. Üniversiteden mezun olan bayanlar, kamu kurumlarında işe başladıklarında da kapanmak istemeleri bir olumsuzluk oluşturuyor. Çünkü Türban takan bayan doktor, erkek hastasını muayene etmek istemiyor. ( Bunun örneğini ne yazık ki çok acı b,ir şekilde şehrimde yaşadık.)
Diyorsunuz ki ” ... Şimdimi, şükrediyoruz elbet Rabbimize. en azından bizden sonra gelenler artık ağlamayacaklalar ve sürünmeyecekler bir daha o kendini bilmezlerin ellerinde ve hakaretlerinde o taş kaldırım kenarlarında. okul kapılarından aşağılanıp kovulmayacaklar bir daha. artık yalnızca rüyalar ve düşlerde koşulmayacak ömür yollarında adım atarken genç olan bütün arkadaşlar.Artık ikna odalarında tepeden bakıp başlarına basılmayacak genç kızların ve bastırılmış o duyguların enkazında çiğnenmeyecek bu yorgun ağlayışları..”
Yani şimdi size göre diğer kesim, bana göre bizim gibi düşünenler mi ağlayıp, kaldırım kenarlarında oturacak ve kendi düşündükleri gibi yaşayamayacaklar. Oysa ben bunu istemiyorum. Ben birlik beraberlik içinde özgürce düşünüp, Özgürce yaşamak istiyorum. Ama görüyorum ki, sorunun var olduğunu düşündüğünüz için ya da o sorunlarla karşı karşıya kaldığınız için en akıl almaz bedduayı ediyorsunuz. Bu da beni gerçek anlamda yaraladı inanın bana.
Özgürlüklerin ve inançların kısıtlanmayacağı günlerin gelmesi dileği ile sevgiler yüreğinize. Geçmiş bayramınızı kutluyorum en içten dileklerimle
Mehtap Yıldız
ne güzel ifade etmişsiniz sokakta bikini giyene karşıyım diye. bende size misliyle katılıp saygı duyduğumu ve destek verdiğimi ifade ederek aynı zamanda bu bikiniyi alkışlayan ellerin var olduğunuda hatırlatmak isterim.
size karşı her hangi bir önyargım olamaz ve"siz" ci ifadesi kullanmadım ve eğer kullanırsam kendime olan saygımı yitirmiş olduğumu kabul etmem gerektir benim ki bu mümkün değildir asla. çünkü o vakit "biz"ci sınıfın da olduğumu ilan etmiş olur anlamı taşır ve bu bir insan için müthiş bir saygısızlıktır. biz her şeyden önce saygı ve sevgimizi yol eyledik ömrü hayatımıza...saygısızlık ve bölücülkten Rabbimize sığınırız elbet...
yani" siz biz" değil, biz olarak algıladım ve sayfanıza sizin hanenizden biri olarak bir kaç kelam eyledim...derdiniz derdimizdir ve derdimiz derdiniz olsun dilerim...
çarşafa sıra gelince, evet benim ananem 86 yaşında ve çarşaf giyiniyor. ama aynı zamanda bu çarşaf hırsızlık fuhuş ve bg.bir çok çirkin işlerde de kullanılıp yine ne yazıkki örtü olarak takan insanların adlarınıda bu kara lekeye bulaştıırıyorlar...
ve ilkokul...elbetteki çocukların başörtü takmalarının ilkokul çağında mecbur kılınması bir zulümdür çünkü çocuklar ergenlik çağına orta ve Lise döneminde erişiyorlar çoğunlukla. zorunlu eğitimin sekiz yıl olması biraz kaydırmış olsada yinede ilkokul çağına başörtüsünü alet etmek çok çirkin ve itici bir öngörüdür. bununda yine provakatif bir eylem olduğu anlaşıldı zaten ve gördüğümüz üzre konu açııldığı gibi geri kapandı.
son olarak şunu ifade etmek isterim...bizler birlik ve beraberlik içinde üstümüzdeki değilde aklımız ve içimizdeki örtüleri şeffaflaştırıp öz benliğimize ulaşma zaferine eerişebilirsek bu ülke ve insanı daha aydın ve daha kaliteli bir toplum olma yüceliğine muhakkak ve mutlak erişecektir diye düşünmekteyim.
Elbetteki sizleri seviyoruz ve elbetteki bizleri seviyorsunuz çünkü bizler aynı Ülke ve aynı Bayrağın altında aynı kutsal topraklar üzerinde saygı duruşunda bulunan neferleriz...aynı kanı toprağa kusmuş o şuhedanın evlatlarıyız....
saygı ve sevgi ile deriz daim "yaratılanı severiz biz yaratandan ötürü" diye buşunamı bu ifade...
bu çağrıya kim hayır diyebilir öğle değilmi...
duam bakidir elbet sevgim kalbinize....hayır üzre kalınız dilerim inşaAllah...
dua ve selam...
Okuyan irdeleyen gözlemleyen sıkı bir kalem...
Yeniden sizi burada görmek güzel çok güzel...
Çok ara vermeyin yoksa yakanızı bırakmam:)
onurumsun
Öpüyorum yüreğinizden
Öncelikle hoş geldiniz.
Yazınız bakış açınıza göre isabetli. Aydınlatıcı.
Çözüm önerisi olarak bir şey göremedim.
Evet siyasiler türban'ı kulanıyor.
Böyle olmasa sorun çıkmaz mı?
Toplum değişmekte ve evde oturanlar da artık sosyal hayata uymak ve para kazanmak istiyor.
Onlara "siz hele durun, nerden çıktınız. Önce değişime uğrayın ve bizim gibi olun" dayatması yapılıyor. İstediğiniz gibi düşünün ama görmek istediğimiz gibi yaşayın dayatması yapılıyor.
Şimdi mesele çıkmasın diye bütün dışlamalara susup katlansınmı bir kısım kadınlar. Yeni çıkan sorunu çözelim mi yoksa zor diye sorunun kaynağını gizleyip, temel hürriyetleri baskıya mı alalım?
İşte buna çözüm aranıyor.
Yazınızda da dediğiniz gibi kadın dayanışması olursa siyasiler aşılır.
Kara çarşaf artık tarih oldu. Fobiye gerek yok.
Doğu ve Güney doğu halkının Bayram nedeniyle batıya akın ettiğini ve çarçafı onların giydiğini düşünürsek gayet normaldir.
Eser Hanım boşuna korkmuş. Ben de Antalyadan Ankaraya geldiğimde " buranın en aşifte kızına kurban olayım" diye geçirmiştim aklımdan. Hava değişimi demekki.
Gözlerimiz aradı sizi.
Saygı ve selamlar.
Engin Tatlıtürk tarafından 11/21/2010 11:59:45 AM zamanında düzenlenmiştir.
Eser Akpınar
Ama fobi sözünüze takıldım, kaldım. Neden bu kelimeyi kullandınız, anlayamadım? Fobi, korkunun, kişinin günlük yaşamını olumsuz yönde etkileyen, bu anlamda kontrolden çıkmış halidir. Aynı topraklarda yaşayan insanların birbirinden korkması mümkünmüdür? Ve ben eminim ki; türban kullanan hemcinslerim de konu kara çarşaf olduğunda benimle aynı görüşü ve hissiyatı paylaşıyorlar.
Bence siz bir İstanbul'a gidin...Sadece hava değişikliği olmadığını göreceksiniz.
Selam ve saygıyla.
Engin Tatlıtürk
Belki fobi biraz fazla kaçan bir söylem olmuştur.
İstanbula gitmek çok güzel olsa gerek. En son 25 yıl evvel gitmiştim.
Ne yani hava değişimi yok mu?
:)))
Saygılar.
onurumsun
Eser hanımın endişelerine katılmamak mümkün değil. Bu bayramda Sinop'a gelen en yakın akrabamın eşi tesettüre girmiş. Sinop'a geldiğinde başörtüsünü takıp bizimle birlikte çay bahçesinde çay içebildik. Sohbet arasında söylemiş olduğu söz her birimizi düşünmeye itti. "İstanbul'da tesettür takmak zorundayım. İş yeri bize şart koştu. Eğer başörtüsü takarsam işime son veriyorlar. Ben de çalışmak zorunda olduğum için bunu kabul ettim. Ama üç yıl önceye kadar böyle bir şart yoktu abla" diyordu.
Eminim birinci Dünya savaşında İstanbul'da kadın derneklerinin çalışmalarını biliyorsunuzdur. Bu dernek üyeleri aralarında karar alıp, eşleri ile birlikte bir tatil günü bir sahil kenarında, birer bardak çay içip, Sultan Ahmet'i ziyaret edecekler. Maliye nazırı eşinin zorlamasına dayanamayıp onunla birlikte Sultan Ahmet'e gidiyor ve eşine " bak münevver ne kadar güzel değil mi. İnsan tarihi geçmişini bizzat görerek ve onun kokusunu alarak öğrendiğinde unutması imkânsız" diyor. Münevver hanım "Haklısın bey, ama ben şu an yüzüme takmış olduğum peçe nedeniyle sizin görmüş olduğunuz güzelliği göremiyorum. Her gün doğan güneşi bile dışarı çıktığımda hep puslu görüyorum" diyor. Maliye nazırı "Haklısın hanım. İstanbul’u ve İstanbul’un güzelliğini esas sahipleri değil, sahip olmak isteyenler görüyor "diyor.
Bu örneğin anlamı ne şimdi diye sorabilirsiniz.. Bunun anlamı. Biz Türk kadını hiç bir zaman geriye dönmek ve güneşi puslu görmek istemiyoruz. Ve bunun çözümünün de yine kadında başlayıp kadında bittiğini biliyoruz. Tesettür ve çarşaf Anadolu’da kullanılmıyordu Engin Bey. Anadolu kadını tarlada, damda, evde çalıştığı için, çalışmasına engel olan örtülerden her zaman kaçınmıştır ve Anadolu kadınının eline ağaların hanımları hariç hiçbir zaman pahalı tesettür ve çarşaf alabilecek para da geçmemiştir. Tesettür ve çarşaf İstanbul’da, özellikle de zengin zümre, saray eşrafları ve saraya yakın olan kesimler kullanılmıştır.
Düşücelerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim. Saygılar
onurumsun
Sevgiler yüreğinize
Bir Bıraksalar Bizi Bize
başlığın içinde gizli tüm yorum ve içerik
Kutlarım Türkan hanım
uzun bir aradan sonra güzel bir yazı
özlemişiz
saygılarımla
onurumsun
Bize ne oldu? Sanırım bu soruyu yanlış soruyoruz ve bu yanlış bizi bir başka yanlışa götürüyor: Yanıtına. Bizim ne olmamız istendi? soruyu böyle sormamız lazım. Son günlerde, dikkat çekici haberler yayınlanıyor, basında. Sayfada kapladığı alan küçük ama içeriği büyük haberler. ABD giderek daha fazla eleştirmeye başladı hükümeti. Sanki Türkiye üstünde oynadıkları oyunda bir değişimin olacağının işaretleri gibi geliyor bana. Oyunlarının yeni kurallarını çok geçmeden öğreniriz.
Bayram tatili için İstanbul'a gitmek gibi bir gaflette bulundum. Gördüğüm manzara dehşet vericiydi. Türban sözcüğü geçerliliğini yitirmiş. " Kara çarşaf " almış yerini. Bu konuda anlamını aşan bir kelime kullanmak istemediğim için susmayı tercih ediyorum. Şu kadarını söyliyeyim; döner dönmez İzmir'in toprağını öptüm.
Teşekkür ediyorum Türkan Hanım. Selam ve sevgimle.
onurumsun
Ne zaman ülkem üstünde, yabancılar siyasi oyunlar oynamaya başladıysa hep ülkem insanı, ülkem ekonomisi, ülkem çıkarları yok oldu. Eğer dış g-üçler biraz olsun ellerini çekebilseler üstümüzden. Ya da biz millet olarak onların oyunlarına gelmeyi reddetmiş olsak çok daha güzel bir gelecek kurulacak ama biz bunu başarabilecek ne ekonomiye, ne siyasete, ne düşünceye, ne teknolojiye sahibiz. Bakın doğan her çocuğumuz binlerce dolar borçlu olarak dünyaya geliyor. O zaman gelecek kuşakların da bu mandadan kurtulabileceğini düşünmek sanırım biraz hayal.
Düşünceleriniz ve paylaşımınız için teşekkür ederim
Hep biz bizeydik aslında ama son yıllarda ne oldu bize diye sormaktan kendimi alamıyorum nedense... Hoşgeldin canım benim. Epeydir yoktun aramızxda ve gümbür gümbür geldin. Güzeldi ve hislerimize tercüman oldun. Teşekkür ediyorum. Sevgilerimle...
onurumsun
Şems "Siyaset denen şey şeytanın suyuna dalmakdır. Ondan uzak durmayı bilmek gerek" demişti. Galiba bu sözün ne kadar doğru olduğunu geldiğimiz dönemde çok daha iyi anliıyoruz.
Teşekkür ederim düşünceleriniz için. Sevgiler