- 372 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aiti Eştirme 39
39] Sonuçta aidiyetçe oluş ve sağlayışların somutluğu kişilerde bir ihtiyacın tehdidi ve tehdidin sağlanıştı minneti girişmeli oluşla ortaya gelişmiş bir dans, bağırma şeklinde taklitti şarkı, meydan okuma, saygı, korku hissi dolu, ’ortaya karışık’ tören ve bunların anlamlanması olan ibadetleri ortaya çıkıyordu.
Bulanıkla (ortadan kalkmışla) duru olanın anlama girişmeleri ne kadar soyutsa da ibadet ve dansları somuttu. Aiti eştirme formülünün gelişmeci ikinci yanı da; özelliklede toplumlarda somut, nesneldir.
Aiti eştirme alan çizgilerinin sürekli değişmesi, ancak ve ancak bu kendilik değişen nesnel ilişkilenişle olasıdır. Fosil soyut sosyal ilişkiler, halkta bir süre devam ederken, temel ilişkilerin değişmesi bunların da değişmesini uzun sürede de olsa; zar zor da olsa, olanaklı kılacaktır.
Bu somut ilişki, daima bir çelişme, çatışma devinim ve akışı ortaya koyacaktır. Akış, sosyal yapıya dek, topluma dek üretimci hizmet ilişkisinden ilhamla, kişi özeline dek, kişi anlamalarının bir minnetçe algı karşılanması olan paylaşım bağının akışıdır.
Üretim ve paylaşımın daima sürtüşür olması ile toplum aktüel olacaktır. Ki, sosyal yapı da tüketimle aktüel olacaktır. Ki böylece sosyal olanla, toplumsal olan akıl, böylece ortaya çıkarılıp, oluşturulacaktır. Bu akıl, toplum ve sosyal olanın, osilasyon akı’sıdır.
İnsanlar, yeni yeni toplumumsu aşamaları oluştururlarken, iyice bir yerleşik hayata geçişle, çobanlık avcılık ve toplayıcılık ilişkilenmelerinin sürer olduğu kesikli sürekli aşamaları vardı. İnsanlar toplumsal yaşamı haybeden bulmadılar. Sosyal birliklerin âdeti, yaşantı sal ve inanca değin müktesebatları üzerine yol alınışın bir aşama aşmasıdır. En belirgin özelliği emeğin bireysel eşmesidir. Emeğin araçlı üretilme yapmasıdır. Yani toplum, sosyal yaşamın teknikti üretimci dönemi aşamasıdır.
İnsanların kendi eylemlerinden etkilenerek eytişim sel bir tutum aşmaya (diyalektik bir tutum aşmaya) girdikleri, zorunlu olarak toplumsal olan eylemleri; yani üretim ve ürününlerin tüketimini organize eder olmalarını, beyinlerine; beyinlerinin eylemlerine olan yansımalarının deneyimini de adam akıllı zihinlerine kazıyorlardı.
Bunlara değin zorunlu bağıntıları ifade etmek için de bunların anlatımlarına ve sözcük üretimli anlatım oluşturmalarına, epeyce bir kendilerini de zorladıkları, bir gerçektir. Tıpkı sizin heyecanla, bir olayı anlatırken sözcük bulma ve söylemekten şaşırır, zorlanır olmanız gibidir.
Eylemlerin yansımaları, toplumsal olanın, yani ilişki kuruş biçiminin hemen yanı başında bitiyordu. Bu olup biteni anlamak, teşhis etmek ve bunu yorumlamak ve seç imlemek, başlangıcın koşullarında olanaksızdı. Ama yansımalar bir cebir olarak, kendisini insanlara tutum aştırıyordu.
İşte bu yansımalı algılatış ve olduruşlar, aidiyet ve tabu kavramları, konjonktürü komutlu yordu. Ama olayları olup bittikten sonra düşünmek, sonradan teşhisini yapmak çok önemliydi. Özelliklede sürece, dışında bakılınca, olup biten iyiden iyiye kavranıp algılanıp, bir sonraki kuşağa zenginleşmiş toplumsal sosyal akıl olaraktan, teslim ediliyordu.
Kutsal tabu dokunulmazlığıyla; yaşamı üretme ve ilişkilendirme süreçlerini, kura boza ve bağıntının yeniden ve yeniden kurulmasıyla; EN TEMEL İLKE ilişkilenmeleri, ortaya çıkacaktı. Adalet toplumsal yapı ile ortaya çıkmıştır. Sosyal yapıların ne bir mal gaspı, ne bir sosyal yapı içi hırsızlığı ne de bir kötü kayırmacı, hortumlamaca yönetimi vardı.
Çünkü sosyal birliklerin ilk birikimi, ’sosyal yapının ilk mal birikimi’yoktu. Şakayla karışık söylersek, tüm kötülüklerin ve gelişmenin kaynağı, bu ilk mal birikmesi ilendir. Bu mal edinmedi insan-insan ilişkilenmesi ADALETTİ. Üretim ve tüketimdeki; çatışma ve sürtüşme çelişkileri de; insanoğluna, ahlak, adalet kavramını tutum aştırmıştı. Böylece teknik üretim ve mal edinme insanın anlayışına ve sırtına, toplumu; adaleti sarıvermişti. Artık insan, adaletli ve ahlaklı da, olacaktı.
Bu hal, günümüzdeki HUKUK anlayışına uzanan ve zaman içinde oluşan, sosyal ve toplumsal bir evirilişti. Adalet, ya da hukuk ilkesi, aidiyet eştirmeyle, karıştırılır olsalar dahi; zaman içinde bir yönü ile birbirinden ayrılacaktılar. Bunun nedeni de, hukukun pratik hayatta yansıyan yönüdür.
Adalet ya da hukuk; aidiyete göre daha nesnel bir ilişkilenişti. Sınırları, tarifi, kanunlarla belirlenmiştir. Ve bu yorumsal hukukun; somutlanmışıdır. Bu, hukukun; sosyal aidiyetliğe göre ve zamanla sık sık değiştirilip yeniden düzenlenir bir fenomen olmaya, cevaz verir oluşudur.
Bu hukukun, daha çok elle tutulur, gözle görülür olanın, görece oluşudur. Oysa sosyal aitlikler oluştuğu zamana göre somutça ve görecedirler. Ama süren dinamik olacaktan değişmez ve saltık olan gibi bir baskıcı tavra bürünürler.
Hukuk, böylesi türden, temel ilişki biçimini ortaya koyan, konjonktürse bir anlama ve anlayışın düzenlenişidir. Yine hukuk, toplumun kurum ve kurallarını ortaya koyuşta bir yol tutuştur. Böylece, hukukla sosyal aidiyetin tanımsal olarak, birbirinden ayrılmasına dek olacak, ikinci bir yan basamağı da, tavırlamalar alan çizgisinde, açık, ya da bulanık, kendi kendisinin şekillenmesini yapacaktı.
Sosyalce aidiyet eştirilmiş olan kişi, olan biten karşısında; metafizik olarak, soyut ve somut; sanı ve kanı sal algılayışlarının çekikleşmesi içindedir. Sosyal aiti olma, insanın boşlukta olmasından kaynaklı iç girdap duygusunu yansıtır.
Aitlik insanın sürekli fiziksel, ruhsal, biyolojik olaraktan değişmeler içinde olmasına değin olan, hal fazlarına geçişlerin kırılması ile ben neyim? Nereden geliyorum? Neye aitim? Gibi sorunlarına, az enerji harcamanın kuralı olan, tez elden kararlılık düzeyine geçer olmasının yine tez elden cevapları olurlardı.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.