- 582 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 33
33] Geçmişlerinde Trablusgarp, Bingazi direnişiyle, Yıldırım ordusu komutanlığıyla, Balkan direnişiyle, Hareket ordusu kumandanlığı ile hele hele Çanakkale savunması gibi başarılar nedeniyle; halkın bir çırpıdan gözlerinde silinemeyecekleri denli, güvenini ve teveccühlerini kazanmış emin insanlar idiler. Halk tarafından yönrtim tarafından tanınıyorlardı. Ve bunlara karşı her hangi bir girişim, hiç yoktan bir gaileyi başa sarmak olurdu. İstenmeyen, çığlaşma, karşı reaksiyonu doğurabilirdi. Bu göze alınamazdı. Sesiz ve derinden İngiliz oyunlarıyla, alicengiz oyunları ile bu gaile halledilmeli idi!
Bir başka olasılıkla da padişah, işgalcilerin kuklası olarak yediği baskı ve zılgıtlardan böylesi bir kaçışın bahanesi ile işgalcilerin zılgıtından kurtulacaktı. Velev ki Mustafa Kemal’i padişah kaçırttı. Padişah, bu izinli göz yumma olayını(!) gerçekleştirmekle bir taşla beş kuş vuracaktı. a-Padişah hem başarısız olacak, bir maceraya izin vermekle, halkın teveccühünü kazanacaktı.
b-Böylece bunlar yüzünden işgalciler karşısında bir daha başı ağrımayacaktı. c-Hem de işgalcilerin İstanbul’da olan her olayda sarayı sorumlu tutmalarına karşı bir misilleme argüman yaparak işgalcilere diyecekti ki; ’bakın siz bile, kumanda ettiğiniz, denetim bölgenizde, bu asileri elinizden kaçırdınız’; ’Ben ne yapabilirim ki’ kabilinden diyebileceği bir töhmetleşmeyi yapacaktı. d-İşgalciler padişahın, bu güya göz yumuş manevi güçlenmesini de gizli istihbaratla lehlerine kullanacaktılar.
e-Bu iyi bir kozdu. Tereyağından kıl çeker gibi, hem işgalcilerin zılgıtından, hem de aksi bir durumla, bu kadroyu ani bir tutuklatmak zorunda kalmakla, halktan olabilecek, olası kafa tutar başkaldırılardan sıyrılacaktı. Bu iki baskı ve belayı, alicengiz oyunu ile savuşturmayı, padişah başaracaktı. Ne ki böylece padişah kendi açısından ne şişi yakmış olacaktı, ne de kebabı, yakmayacaktı.
İki tarafa, sizdenim diyerek, mavi boncuk dağıtmanın, çirkin, kirli siyasa ve entrikasıdır bu! Kurmaylara da, belki de iki yüzlülükle; ’Bakın evladım! Ben istesem de yararlı bir şey yapamıyorum. Siz bari Anadolu’ya gidin de, halkı kurtarın! ’diyecek kadar, bir İngiliz oyunu gibi düşünülecek bir oyundur. Tabii ki baştan beri yapılan değerlendirmeler; ’eğer padişah hareketi destekledi ise’ postülası üzerinedir.
Eğer saltanat, böyle erdemli ve soylu, bir sorumluluğu duyan yönetim olsaydı; zillete boyun eğen bir yapı, olmaya bilirdi. El altında Anadolu ile temas kurabilirdi! İngiliz uçağına fetvalar verip Anadolu hareketini’asi hareketi’ gibi gösterip, ’Öldürülmeleri el an vaciptir’ denmesi için de olmazdı! Bunların makul direnme gerekçelerini, işgalcilere karşı oluşturup, pasif savunmasını yapabilirdi. Adapazarı, Düzce, Bolu gibi yerel ayaklanmaları finanse edip, Anadolu direnişçileri üzerine ciddi ciddi kuvvetler salmazdı. Mecliste, Mustafa Kemal’in hem tutuklatılması için hem de idam kararını aldırmazdılar.
Bu çekirdek kadroyu tutuklatıcı, darpçı girişimlerde de bulunmazdılar. Kendisine karşı olan bir işgal hareketi kollayarak ve saltanatını koruyarak, bir ülke nasıl kurtarılırdı ki? Bu da apayrı bilinmez ya, neyse. Üstelik bu durumlardaki bu tutum, tam bir politikasızlık ikiyüzlülüğü olur ki, aciz yapıya çok yakışırdı.
Bir kısım halk ve çoğu etkili yetkililer, İstanbul hükümetinin, padişahın fiş teklemesi ile manda fikrini iyice benimsemişlerdi. İşgalci olanlardan ve olmayanlardan kimin himayesi daha iyi olur diyerekten, birbirine hakaretlere varan, birçok tartışma ve sataşmalar da bulunuyorlardı. Pek çok kişi ve grup, bunu ciddi ciddi gündeme taşıyıp tartışıyorlardı. Savaş öncesi genel durumlarda bunlar da vardı.
İşte böyle bir sıratın üstünde oluşun, ölüm kalımıyla, karşı karşıya idi yeni oluşan yapı. Memaliki Osmanlı’dan, saltanatı şahaneden kalan, son mülk ve ahali ve toplumsal yapı; ne edip edip, esenliğe kavuşturulmalı idi. Bu serüven, böylesine hayranlık uyandıran,kendisinden umulmayacak olanı başarıp ve bile düşmanın takdirini kazanan bir kutsal serüven olacaktı.
Yukarıdaki 10 madde içinde sayılan ve sayılmayan diğer sorunsallar, kendisilerini çözüme götürecek olan kendi iç dış koşulundan kaynaklı, kendi gerektirmelerini dayatıyordu. Bu ölümcül oyunu üsleniş: 23 Nisan 1920 deki Meclisin, 3 numaralı kararında: ’Hıyaneti Vataniye’ yasasının çıkarılışı ile kendisini ortaya koyacaktı. Çabuk işleyen, kendi usullerine göre meşruiyet almış bir yaptırımdı. Değilse yolun engeli, sizi sıratın üstündeyken, sizi ayaklarınızdan aşağı çekiyordu. Ve bu yasaya değin önlemin olmaması durumunda, bu günkü Cumhuriyet belki de hiç olmayacaktı.
Yeni oluşumlar, eski düzendeki alışmaların rahatsızlığı idi. Devrimsel hareketler, karşı güçleri ve eski sistemin nemasını tüketenlerin, tahrikleriyle bu yasayı ve Ali’ler olayını abartırlar. Elbet bir süreç, ne kadar iyi olursa olsun, tartışılırları ve yanlışları pek çoktur ve mutlaka vardır. Ve olurda. Üstelik olmalı da. Süreçteki yanlışlar üç şekilde belirir. Birinci olarak eski ilişki biçimine düğüm atan, onu durduran, onu İskender’in kılıcı gibi kesişle, yaralayıcı hırpalayıcı oluşunuzun izlenimci görünüşü olarak belirirler.
İkincisi de, sizin ileriyi tam kestirememenizden ötürü ve halde oluşacakların öngörülerinizi aşması ile olumsuzluklara, adeta tefahür en refleksinizdir. Ve o karşı oluşunuz size halin icabı durumu gibi de durabilir. Üçüncüsü de şeriatçı dinci bağnazlıktır. Bununüçü de doğal hal ve süreç aşamalarıdırlar. Yeni yeni kurulan devrilmiş bir yapıyı rayına oturan, kurtarma hareketlerinden, yaralanmalar, berelenmeler, zedelenmeler gibi ilişkileşme düzeni illa ki çıkardı.
Bu günden bakarken irdelemelerimiz içinde ’yapı oluşurken, asgari demokrasi olmaz, fikrini’ göz önünde tutmalıyız. Her şey, yapının omurga oluşmasına çalışmalıdır. Demokrasi omurga zeminindeki devinişin yol alması ile süreçleşecektir. Yoksa yapısı olmayan bir sürecin demokrasisini de ortaya koyamazsınız. Demokrasi yapı oluşmadan önce olamazdı. Demokrasiler yapıdan sonraki bir ilişkidir.
Üstelik demokrasiler, var olan düzen ilişkisindeki siyaseten ve güvenlik, ekonomik gibi girişmeci üretimin paylaşımlaşması ve paylaşıma dek tüketimlerin kişiler uhdesinde istediği doğrultuda gerçeklenmesi talep ve tavrıdırlar. Örneğin; kurtuluş hareketinin bu öz hareketi de, daha cücüklük aşaması olan oluşması esnasındaki karşı dirençleri illa da kıracaktı. Daha halkın can mal güvenliği tesis edilebilmiş de değildir. Tıkırtıkır işleyen bir yapı ve onun kurumları yerinde yeller esiyrdu. Bu durumlar içinde siz; neyin demokrasisini arıyorsunuz du?
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.